Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın geçen hafta açıkladığı gibi, bu yılın ilk ayındaki rakamlar geçen yılın son aylarındaki rakamların hemen hemen yarısına denk geliyor. Kasımda 507, aralıkta 453 konkordato ilan edilirken bu sayı ocakta 278, şubatta 126’ya indi.
Konkordatolar incelendiğinde hem şirket türlerine göre hem de bulundukları illere göre dağılımın fazla değişmediği görülüyor. 2018’deki toplam 1549 konkordatodan 695 tanesi limited şirketti, son 2 aydaki konkordatolarda da 165 civarında bir rakamla başı çekiyor. Geçen yılın tümünde 333 olan anonim şirketlerin bu yılki rakamı 75 civarında. Geçen yılın tümünde 468 şahıs şirketi konkordato ilan ederken son 2 aydaki rakam 40 civarında. Geçen yıl sadece 1 kooperatif ilan edilirken bu yıl henüz görülmedi. Kollektif şirket sayısı da geçen yıl olduğu gibi yine 1 tane.
Geçen yılki konkordatolarda İstanbul 477 rakamı ile başı çekerken, bu yıl yine 125 civarında konkordato ile İstanbul ilk sırada. Geçen yıl ikinci sıradaki Ankara ve 3. sıradaki İzmir sıralamada yerlerini koruyorlar.
ÇIKAN NEREYE GİDİYOR?
Konkordatonun zorlaştırılmasıyla birlikte sayının azalması zaten bekleniyordu. Buna karşılık konkordato talepleri kabul edilmeyen ya da konkordato kararı alıp uzatamamış şirketlerin iflasa doğru sürükleneceği beklentisi vardı.
Hükümetin çeşitli teşvikler verip, bankaları da biraz zorlamasıyla birlikte yeni konkordato ilan edecek ve ek süre alamayan şirketlerin bankalara olan kredilerinin yeniden yapılandırılması yolu deneniyor. Batık kredileri zaten arttığı için bu yöntem bankaların da işine geliyor, böylece iflaslardaki patlamanın önüne geçilmesi sağlanmış gözüküyor.
Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak, 318 firmanın konkordatodan çıktığını, bu firmaların konkordatodan çıkmasıyla birlikte 5.4 milyar liralık bir kredinin konkordatodan çıkmış olduğunu belirtti. Bankaların heyet oluşturarak bu konuda ortak çalıştıklarını kaydeden Albayrak, ekonomideki pozitif performansın bu sürece de yansıdığı görüşünde. 48 firmanın feragatla konkordatodan çıkmasının sağlandığını, bunun da etkisiyle 318 firmaya ulaşıldığını belirtti.
2018’in son çeyreğinde 7 büyük bankanın konkordatolu firmaların kredi borçlarının yapılandırılması konusunda çalışma başlattığını kaydeden Bakan
Merkez Bankası’nın dünkü kararı ve açıklamanın metnine bakıldığında para politikasında sıkı duruşun devam ettiği rahatlıkla söylenilebilir. Piyasalarda bu kararı “şahin tutumun devam ettiği” biçiminde yorumlayanlar da oldu.
Merkez Bankası’nın dünkü Para Politikası Kurulu (PPK) toplantısından sonra yaptığı açıklamayı yorumlayan bazı bankacılar, nisan ayında bazı piyasa oyuncularının beklediği faiz indirimi ihtimalinin de artık kalmadığı yorumunu yaptılar. Böylece faiz indiriminin en erken haziran ayında başlayabileceği beklentisinin çok daha kuvvetlendiği söylenebilir. Şahsen, haziran ayındaki toplantıda da indirim ihtimalinin yüksek olmadığını ve Merkez’in dünkü açıklamasıyla, “Haziran ayındaki PPK toplantısında, seçim sonrası alınacak kararlar ve oluşacak iklime bakıp karar veririz” demeye çalıştığını düşünüyorum.
Piyasalarda toplantı öncesindeki genel beklenti zaten faiz indirim kararı çıkmayacağı yönündeydi. Toplantı öncesinde bazı yabancı aracı kurum analistleri ise faiz indirim kararı çıkmayınca TL’nin değerleneceği tahmininde bulundular. Buna karşılık faiz indirimi kararı çıkmamasına rağmen TL’nin değerlenmediği, aksine kurlarda bir miktar artış yaşandığı görüldü. Kurlardaki bu hareketi yorumlayan bazı analistler, faiz kararında değişiklik olmayacağı beklentisi zaten fiyatlandığı için sürpriz olmadığını, kurlardaki artışın ise piyasadaki günlük hareketlerden kaynaklandığı yorumunu yaptılar.
AÇIKLAMA RUTİN AMA...
Merkez Bankası’nın yaptığı açıklama, büyük ölçüde ocaktaki toplantı sonrası yapılan açıklamayla aynıydı. Ancak son dönemde enflasyonda düşüş görülmesine rağmen aynı açıklamanın olması, yani zamanlaması nedeniyle daha sıkı bir metin olarak yorumlanabilir. Açıklamada enflasyon görünümünde belirgin bir iyileşme olana kadar sıkı duruşun korunacağı vurgulandı.
Son dönemde açıklanan verilerin ekonomideki dengelenme eğiliminin belirginleştiğini gösterdiği kaydedilen açıklamada, dış talebin nispeten gücünü koruduğu, finansal koşullardaki sıkılığın da etkisiyle iktisadi faaliyetlerin yavaş bir seyir izlediği belirtilirken, cari dengedeki iyileşme eğiliminin sürmesinin beklendiği ifade edildi.
İthal girdi maliyetleri ve iç talep gelişmelerine bağlı olarak enflasyon göstergelerinde bir miktar iyileşme gözlendiği belirtilen açıklamada, “Bununla birlikte, fiyat istikrarına yönelik riskler devam etmektedir” denildi. Kurulun bu nedenle, enflasyon görünümünde belirgin bir iyileşme sağlanana kadar sıkı parasal duruşun korunmasına karar verdiği kaydedildi.
Merkez Bankası’nın fiyat istikrarı temel amacı doğrultusunda elindeki bütün araçları kullanmaya devam edeceği belirtilirken, beklentiler, maliye politikasının vereceği katkı ve enflasyonu etkileyen tüm faktörlerin yakından izleneceği, ihtiyaç duyulduğu takdirde ek sıkılaştırma yapılabileceği vurgusu da tekrarlandı.
Enflasyondaki olumlu gelişmeye rağmen, piyasalardaki genel beklentinin “Bu ayki Para Politikası Kurulu (PPK) toplantısında Merkez Bankası yönetiminin faizleri sabit tutacağı” yönünde olduğunu söyleyebiliriz. Piyasa uzmanları enflasyonun düşüş trendine girdiğinin görüldüğünü ancak trendin belirginleşmediğini belirterek, Merkez Bankası’nın bu konuda daha somut eğilim görmek isteyeceği görüşünü savunuyorlar. Bununla birlikte daha önceki beklentilerin ağırlığı Merkez Bankası’nın ancak haziran ayındaki toplantısında faiz indirimine başlayacağı yönündeyken, artık nisan ayında indirime başlayacağını tahmin eden piyasa uzmanlarını da görmekteyiz.
Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak dün sosyal medya üzerinden yaptığı açıklamada, alınan tedbirlerin sonucunu görmeye başladıklarını, enflasyonun daha da düşeceğini belirtti. Buna karşılık baz etkisi nedeniyle piyasalar, düşüş trendinin başladığının gözükmesine rağmen, önümüzdeki aylarda dalgalı bir enflasyon seyri bekliyorlar.
Ekonomi yönetiminin seçim öncesi kurlarda yukarı doğru bir hareketi göze alamayacağını belirten bir bankacı, bu nedenle faiz konusunda hassas olmalarına rağmen, politikacıların da faiz indirimine hemen başlanması konusunda ısrar etmeyeceklerini söyledi. Aynı bankacı hem Bakan Albayrak’ın hem Merkez Bankası yönetiminin bu riski göze almak istemeyeceğini, enflasyonda düşüş trendi belirginleştikten sonra faiz indirimlerine başlamayı tercih edeceklerini tahmin ettiğini söyledi.
ÇEKİRDEK ENFLASYON VE ÜFE’DE OLUMLU GELİŞME
Bakan Albayrak’ın da üzerinde durduğu gibi; özellikle çekirdek enflasyon ve üretici fiyatlarındaki gerilemeye bakarak piyasalar, enflasyonda düşüş trendinin başladığı, artık aşağıya geleceğine ilişkin işaretlerin belirginleştiğini söylüyor. Buna karşılık alınan önlemlere rağmen gıda fiyatlarında hala aylık yüzde 0.9 artış yaşanması, ulaştırma fiyatlarında beklenilenin üzerinde bir düşüş görülmesi örnek gösterilerek, aşağı doğru trendin henüz belirginleşmediğine dikkat çekiliyor.
Enflasyonun önümüzdeki dönemki seyrine ilişkin tahminler yapılırken üzerinde en çok durulan konuların başında seçimlerden sonra alınacak tedbirler ve oluşacak ekonomik iklim geliyor. Şubat ayı enflasyonu konusunda, “Kurlardaki yüksek oranlı artışın etkisinin artık zayıflaması” ve “iç talepteki yetersizlik” başlıca düşüş nedenleri olarak sıralanıyor. İşte buradan yola çıkılarak, seçim sonrası gelecek zamların ne olacağı, alınacak tedbirlere bağlı kurlarda yaşanacak gelişmeler gibi unsurların enflasyon trendinde kilit rol oynayacağı belirtiliyor.
Bu nedenle de Merkez Bankası’nın seçim sonrası alınacak tedbirler ve piyasaların vereceği tepkiyi görmek isteyeceği, bu netleşene kadar faiz indirimine başlamamasının rasyonel bir tavır olacağı görüşü piyasalarda hakim.
Buna karşılık piyasalarda düşüş trendine ilişkin beklentilerin olumluya dönmeye başladığı gözleniyor. Bakan Albayrak’ın söylediği çekirdek enflasyondaki düşüş ve üretici fiyatlarındaki gerileme bunun için dayanak oluşturuyor.
Bugün Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından açıklanacak şubat ayı enflasyonunun yüzde 0.50 civarında açıklanması bekleniyor. Yüzde 0.50’lik ağırlıklı beklenti gerçek olduğu takdirde, şubat sonunda yıllık enflasyon rakamı yüzde 20.10 olacak. Geçen yıl şubat ayındaki yüzde 0.7’lik tüketici fiyat artışı göz önüne alındığında, yıllık enflasyonda geçen aya kıyasla fazla bir değişiklik olmayacağı da kendiliğinden otaya çıkıyor. Dolayısıyla mart sonundaki yerel seçimlere girilirken yıllık enflasyon rakamının, küçük oranlarda aşağısında ya da yukarısında olmak üzere, yüzde 20 olacağını söyleyebiliriz.
Hükümetin aldığı önlemler, tanzim satış gibi uygulamalara rağmen, şubat ayında piyasadaki fiyatların fazla değişmediğini söylemek yanlış olmaz.
İstanbul Ticaret Odası (İTO) nın açıkladığı perakende satış endeksi sonuçları da fazla değişiklik olmadığını açıkça gösteriyordu. İTO Şubat ayında perakende fiyatlarda yüzde 0.98, toptan fiyatlarda ise 0.95 oranında artış tespit etti. Bu oranlarla birlikte perakende fiyatlar 2019 Şubat ayında, bir önceki yılın aynı ayına göre, yüzde 18.37, toptan fiyatlarda ise yüzde 23 artış gösterdi.
İTO’nun belirlemelerine göre şubat ayında perakende fiyatlar bir önceki aya göre, sağlık ve kişisel bakım harcamalarında yüzde 3,06, kültür, eğitim ve eğlence harcamalarında yüzde 1.79, gıda harcamalarında yüzde 1.45, konut harcamalarında yüzde 0.68, ev eşyası harcamalarında yüzde 0.34 artış gösterirken, giyim harcamalarında yüzde 1.27, ulaştırma ve haberleşme harcamalarında yüzde 0.03 azalış görüldü.
Bu belirlemeler daha önceki fiyat eğilimlerinde şubat ayında önemli bir değişiklik olmadığının, yıllık enflasyonun trendinin aynı kaldığının bir teyidi olarak da görülebilir.
NE ZAMAN DÜŞECEK?
Bu beklentiye karşılık hükümet, yıl sonu için belirlenen yüzde 15 civarındaki yıllık enflasyon hedefine ulaşılacağını savunuyor. Bu beklentinin aslında piyasalar tarafından da benimsendiğini, yıl sonunda yüzde 15 olmasa bile 16-17’lik rakamlara inileceği beklentisinin hakim olduğunu görüyoruz.
Bunun en önemli nedeni tabi ki geçen yılki baz etkisi. Geçen yıl martta yüzde 1, nisanda 1.9, mayısta 1.6, haziranda yüzde 2.6’lık artış rakamları görülmüştü. Özellikle mayıstan sonra enflasyon birkaç aylığına düşüş gösterebilir. Buna karşılık 2018’deki dalgalı baz etkisi nedeniyle, yine bu yıl içinde iniş çıkışlar yaşanabilir. Ama yıl sonunda geçen yılın eylül ve ekim aylarındaki yüksek rakamların dışarıda kalmasıyla, yıl sonunda yüzde 15’lik hedefe yakınlaşma olabilir.
Hükümetin 2019 yılı içinde 2.5 milyon kişiye ek istihdam kampanyası tartışmaları alevlendirdi. Yüksek büyüme oranlarının yakalandığı yıllarda bile bu kadar büyük istihdam rakamlarına ulaşılamadığı görülürken, bu tartışmaların önümüzdeki ay devam etmesini bekleyebiliriz.
İstihdam ve işsizlik sorunlarını da temelden etkileyen ekonominin büyüme oranları. Mart ayında 2018’in 4. çeyrek ve yıllık büyüme rakamları açıklanacak. Şimdi piyasalar ve seçim öncesinde politikacılar bu rakamları merakla bekliyor. Çıkacak oranlar üzerinden tartışmaların alevlenmesi ise kaçınılmaz olacak.
Önümüzdeki hafta açıklanacak şubat enflasyon rakamları ile ardından toplanacak Merkez Bankası Para Politikası Kurulu’nun kararı yakından izlenecek. Piyasa oyuncuları bu rakamları önümüzdeki dönem yatırım araçları açısından analiz edecek. Politikacıların ise yine seçim öncesi politik malzeme temin etmek ve kampanyalarını buna göre yönlendirmek için rakamları beklediğini söylersek, yanlış olmaz.
Enflasyon ve faiz konusundaki tartışmalar için zaman kısaldı. Şu andan görülen enflasyonda bir ay önceye kıyasla artı ya eksi yönde fazla değişiklik beklenmediği yönünde. Buradaki daha büyük tartışma Merkez Bankası’nın faiz kararı üzerinde yaşanacak. Gördüğümüz kadarıyla hükümet, “seçim öncesi özellikle kurlarda yeni bir harekete yol açmamak” için, faizleri indirme konusunda Merkez Bankası’na baskı kurmak istemeyecek. Merkez Bankası’nın yaptığı son açıklamalardan yola çıkarsak “Enflasyonun düşüş trendi iyice belirginleşmeden faiz indirimi yapmaya teknik olarak karşı çıktığı” izlenimini alıyoruz. Belki de bu nedenle piyasalarda da mart ayındaki PPK toplantısında faiz indirimi bekleyenlerin sayısı son dönemde bir hayli azalmış durumda.
HÜKÜMET GÖRÜYOR
Büyüme oranları konusunda ise daha yoğun tartışmalar yaşanması kaçınılmaz olacak. 2018 yılı için hükümetin son açıkladığı rakam yüzde 3.8 büyüme yönündeydi. Şimdiden 2018 yılı büyümesi konusunda yapılan analizlerin çoğaldığını söyleyebiliriz. Bu analizlerin hemen hiçbirinde artık yüzde 3.8’lik büyüme rakamının yakalanabileceği tahminini göremiyoruz.
Bu hafta başında Betam’dan Ozan Bakış ve Furkan Kavuncu’nun yayınladığı “Ekonomide Sert düşüş” adlı analizde 2018’in dördüncü çeyreğinde bir önceki yılın aynı çeyreğine göre GSYH’nın yüzde 3.8 oranında azalmasını bekledikleri yazıldı. Mevsim ve takvim etkilerinden arındırılmış verilere göre ise bir önceki çeyreğe göre GSYH’nın yüzde 2.5 küçüleceği tahminine yer verildi. Yeni Ekonomi Programı’nda 2018 yılı için yeralan yüzde 3.8’lik büyüme hedefi konusunda ise ilk üç çeyrek büyüme oranları sırası ile yüzde 7.4, 5.3 ve 1.6 olduğu için, 4. çeyrek negatif çıkarsa hedefin tutturulamayacağı belirtildi.
TEPAV’ın dün yayımlanan istihdam izleme raporuna göre ise Kasım 2018’de son 1 yıldaki istihdam kaybı 107 bine ulaşırken, işsizlik sigortası bekleyenlerin sayısında 94 bin artış oldu.
Geçen hafta zorunlu karşılıklar düşürüldüğü zaman TL’nin olumsuz ayrıştığını unutmayalım. Kısacası; küresel gelişmeler olumlu iklim yaratsa bile, gidişatı içeride alınacak kararların belirleyeceğini görmek gerek.
Peki, küresel gelişmeler söylendiği kadar olumlu bir iklim sunacak mı?
Faiz artışlarını azaltacağı kesin gibi ama önümüzdeki günlerde açıklanacak büyüme verileri, enflasyon gelişmeleri, belli ki bu yılki Fed kararlarında belirleyici olacak. Son dönem gelen haberler, beklendiği gibi Fed’in tümüyle faiz artışlarını durduracağını göstermiyor. Hala bu yıl 1 ya da 2 faiz artırımı olacağı, likidite daraltılmasının devam edeceğini gösteren ciddi veriler geliyor. Yani Fed nedeniyle Türkiye gibi ülkelere kısa vadeli sermaye akışının süreceği kesin değil. Avrupa ekonomisine baktığımızda da, Almanya başta olmak üzere büyümede zayıflama göze çarpıyor. Dolayısıyla finansman açısından yine bize yarayabilecek bir durum söz konusu ama burada da net bir trend henüz belirmedi.
Bununla birlikte ABD-Çin görüşmelerine ilişkin son dönemde olumlu haberler geliyor. Tersini konuşanlar hala var ama ABD ile Çin arasında ticaret görüşmelerinde bir uzlaşma çıkacağı beklentisi giderek artıyor. Bu gelişmelerin sadece finansman açısından değil, petrol başta olmak üzere mal fiyatlarındaki seyir, Türkiye’nin ihracat açısından bu gelişmelerden nasıl etkileneceği, içerideki fiyat düzeyine nasıl etki edeceği açısından da değerlendirilmesi gerektiği ortada.
RASYONEL KARARLAR ZAMANI
Petrol fiyatlarının iki ay önceki beklentilerin aksine yükselmeye başladığına, içeride sürekli akaryakıt zamları sonucu doğurduğuna, son günlerde daha fazla şahit oluyoruz. Bunun yanında en büyük ihraç pazarımız Avrupa’daki büyümenin daralması, hem ihracatımızı sürdürmek, hem turizm gelirlerinde artış açısından ciddi bir risk oluşturabilir. Büyümenin neredeyse tümüyle ihracata dayalı hal aldığı göz önüne alındığında, bunun içerideki büyüme trendine yapacağı etkiyi unutmamak gerekiyor.
Kısacası; küresel gelişmeler Türkiye’ye yarayacak iddiası biraz tartışmalı. Diyelim ki; küresel gelişmeler nedeniyle Türkiye’ye fon akışının devam edeceği bir ortam oluştu. Peki, içeride ekonomik kararlarda hata yapıldığı takdirde kısa vadeli sermaye başka ülkelere gittiği kadar Türkiye’ye de gelir mi? Hata yaparsanız ülkeye gelebilmesi için yabancı sermayeye daha fazla risk primi vermek, yani faizleri yükseltmek zorundasınız. O zaman içeride ekonominin yeniden ivme kazanması sözkonusu olabilir mi? Mevcut uygulamadaki gibi faizleri aşağı doğru zorlamaya çalışırsanız, o zaman zaten tartışmalı olan güven tümüyle kaybedilip, ne kadar faiz verirseniz verin, sermayenin iyice ürkmesine yol açmaz mısınız?
Son dönem Suriye’deki tampon bölge, Rusya’dan alınacak S 400 füzeleri ile ilgili ABD ile içine düştüğümüz görüş ayrılığı biliniyor.
Geçen yıl kasım ayında 507, aralıkta 453 konkordato ile en yüksek aylara şahit olmuşken, bu yıl ocak ayında konkordato sayısının 278 olduğu belirlendi. Geçen yıl mayıs ayından itibaren artmaya başlayan konkordato sayısı kur şokunun ardından ekimde patlamış ve 2018 yıl sonunda toplam bin 549’a ulaşmıştı. Bunun üzerine konkordato ilanı ve uzatımını zorlaştıran mevzuat değişiklikleri gündeme gelmişti. Bundan sonra çok azalması beklenen konkordato sayısının yeni yılın ilk ayında 278’i bulması sürpriz oldu diyebiliriz.
Şubat ayından sonra konkordatoların ne kadar hız keseceği, mevzuat değişikliğinin ne kadar etkili olacağını göreceğiz. Ancak ekonomideki sıkıntıların devam ettiği görülüyor ve konkordato sayısı azalsa bile, iflastan önceki bu son yolun kapanması nedeniyle, bu kez iflasların artabileceği konuşuluyor.
Geçen yılın bin 549 rakamına bu yıl ocak ayındaki 278 rakamı eklendiğinde, geçen yıldan bu yana, bir başka deyişle 13 ay içinde toplam konkordato sayısı bin 827’ye ulaştı. Geçen yılın ocak ayında sadece 1, şubatında 3 ilan olduğu, mart ayında hiç konkordato ilanı olmadığını göz önünde tutarsak, son 10 aydaki konkordato sayısının bu rakamın sadece 4 eksiği, yani bin 823 olduğu da söylenebilir.
İçinde bulunduğumuz şubat ayı içinde izlenen konkordatolar ile toplam bin 900 rakamının aşılacağı, şubat sonu toplam sayının 2 bine yaklaşacağı tahmin ediliyor.
İZMİR ANKARA’YI GEÇTİ
Konkordato ilan eden şirketlerin merkezlerine bakıldığında büyük çoğunluğun İstanbul olduğu görülüyor ve yeni yılda da bu durum devam ediyor. Geçen yılın tümünde İstanbul’da 477, Ankara’da 167, İzmir’de 115 şirket konkordato ilan ederken diğer illerin toplamı 790 olmuştu. Bu yıl ocak ayında da İstanbul’daki konkordato sayısının 100’e yakın olduğu, İzmir’deki konkordato ilan eden şirket sayısının ise ocakta Ankara’yı geçtiğini, 20 civarında olduğunu söyleyebiliriz.
Konkordato ilan eden şirketlerin türlerine göre ayrımda ise geçen yılın tümünde 332 anonim şirket, 696 limited şirket, 51 gerçek kişi ticari işletmesi göze çarpıyordu. Yine yılın ilk ayında da limited şirket sayısının yine anonim şirket sayısının yaklaşık 2 katı olduğu göze çarpıyor.
Geçen yılın tümünde bin 549 şirket için konkordato talebinin kabul edilip geçici süre verilmesi söz konusu olurken, 179 konkordato için geçici sürenin uzatılması talebi kabul edildi.
Merkez Bankası aldığı kararla, TL zorunlu karşılık oranlarının 1-3 yıl vadelerde 100 baz puan, diğer vade gruplarında 50 baz puan indirildiğini açıkladı. TL zorunlu karşılıkların içeriden toplanan altın cinsinden tesis edilmesi imkânında üst sınırı yüzde 5’ten 10’a yükseltti.
Bazı analistler TL ağırlıklı ortalama karşılık oranının yüzde 7.4 olduğu ve 25 Ocak itibariyle tesis edilecek TL zorunlu karşılığın 82.9 milyar TL olduğunu baz alarak, bu yolla toplam 10 milyar TL’lik likiditenin bankaların kullanımına geçeceğini tahmin etti. Bazı analistler ise 3.3 milyar TL ile 2.3 milyar dolar olmak üzere toplam 15.5 milyar TL’lik ek likidite yaratılacağını hesap ediyorlar.
Bu likidite hesaplarının yanı sıra hisse senedi analistleri de banka hisseleri üzerinde yaratacağı etkiyi hesap etmeye çalışıyorlar. Burada da ek likiditenin ne kadarının krediye dönüşeceği kilit noktalardan biri oluyor. Bazı bankacılar, dün yazdığımız gibi, ek likiditenin Hazine iç borçlanmasının azalmasının etkisiyle, plasman imkanı sınırlandığı için yüksek oranda krediye dönüşmesini yani kredileri hızlandırmasını bekliyor. Bazı bankacılar ise Merkez’in piyasayı fonlamasını daha önce çok düşürdüğünü hatırlatarak, ek likiditenin o kadar krediye dönüşemeyeceğini tahmin ediyor.
10 milyar TL’lik ek likiditenin yüzde 25’nin krediye dönüşmesi tahminini baz alan hesaplarda, ortalamada bankaların net faiz marjına 3.7 baz puan olumlu katkı beklenirken, net kârlara ise yüzde 2,3 olumlu katkı tahmin ediliyor. Hangi bankaların etkileneceği üzerinden yapılan hesaplamalarda ise özellikle Halk Bankası ve Vakıfbank’ın kar marjına olumlu katkı yapacağı ifade ediliyor.
SEÇİM SONRASI ENFLASYON
Peki, Merkez Bankası’nın bu kararı parasal gevşemeye neden olur mu?
Merkez Bankası Başkanı Murat Çetinkaya’nın bu karar öncesi verdiği demeçten edindiğimiz izlenim o ki; Merkez Hükümetin seçime kadar piyasaları rahatlatma talebine yanıt vermek için böyle bir karar almak zorunda kaldı. Yani enflasyonu artıracak etki yaracağını herkes biliyor ama siyasi ihtiyaçlar nedeniyle bu karar alındı. Başkan Çetinkaya’nın “finansal istikrar adına” ek likiditenin artırılacağını söylemesi, bunun parasal gevşemeye neden olmaması için gerekli önlemlerin alınacağını belirtmesi de, belli ki bu yüzden. Başkanın ilk kez bu kadar üzerinde durarak, seçimden sonra yapısal tedbirlerin alınması gerektiğini belirtmesi de, piyasalardaki karar nedeniyle oluşacak algıyı kırmak için olabilir.
Sonuç olarak; alınacak karar öncesi Merkez Bankası piyasaları parasal gevşeme olmayacağı konusunda rahatlatmaya çalıştı. Piyasalar nasıl algıladı derseniz; dünkü döviz kurlarına baktığınızda bir miktar rahatsızlık olduğu ama piyasanın fazla önem vermediğini söyleyebiliriz. Bence piyasanın dünkü tavrını, “Seçimlere kadar olumlu seyir havasına girmiş olması” na bağlayabiliriz.