Yaşlılık artık kader değil:Erkeklerde ikinci bahar
Paylaş
LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
Son yıllarda Ankara sosyal yaşamı önemli değişimlere uğradı. Yaşını başını almış, hatta bir ayağı çukurda diyebileceğimiz beyler, çocuğu yaşındaki kızlarla gönül eğlendirip, gençlere nispet yaparcasına piyasaya çıkar oldular.
Dahası, yabancı uyruklu sektör kızlarının abonesi olup, Kazanova’yla yarışır konuma geldiler. Birçoğunuzun konuya açıklık getirmek için "Viagra çıktı mertlik bozuldu" dediğini duyar gibiyim. Elbette ki o da bir etken, ama bu sorunun doğru cevabını, Dünya Antiecing Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Recai Papubcu’dan aldım.
"Tıp erkeği keşfetti, erkekler de kaliteli yaşamı" diyerek söze başladı. Üstüne basa basa konunun cinsellikle sığ bir noktaya çekilmemesini isteyip, tıbbın sağlıklı ve mutlu bir yaşamın kapılarını açtığını vurguladı. Ben de anlattıklarını bir bir not alıp, birazdan okuyacağınız satırlara döktüm.
İlkel insanda yaşam döngüsü sadece doğum ve üremeyle sınırlıydı. Evrimsel gelişim sürecinde bunlara yaşlılık da eklendi. Ve günümüz tıbbı, ölümsüzlüğün sırlarını araştırırken, yaşlanmanın bir kader olmadığını gösterme çabası içine girdi. Üstelik 2050 yılında, yaşlı insan nüfusunun günümüzün üç katı olacağı tahminlerini göz ardı etmeyerek. Daha da ilginci, bu artışın üçte ikisini kadınların, üçte birini erkeklerin oluşturması bekleniyor. Erkek aleyhine bir nüfus dengesizliğinin ortaya çıkma tehlikesi ise bilim adamlarının harekete geçmesine haklı zemin hazırlıyor.
Sahi, gelecekte bir kadın hákimiyeti mi yaşanacak? Erkek sayısı neden hızla azalıyor? Erkek yaşamının kalitesi ve süresi kadınlara göre neden az? İşte tıp adamları bu soruları araştırma ve cevaplarını bulma çabası içine girdiler. Bunun üzerine dünyada ilk olarak 1997 yılında, kısa adı ISSAM olan "Uluslararası Yaşlanan Erkek Çalışma Cemiyeti" kuruldu ve erkeklere yönelik müjde niteliğinde yeni yaklaşımlar önerildi.
TIP ERKEKLERE YAPTIĞI HAKSIZLIĞIN PEŞİNE DÜŞTÜ!
Sonuçta, erkeklerdeki yaşlı nüfusun azalma nedeni kısmen genetik yapıya, kısmen de doktorlara dayandı. Bilindiği üzere, yaşlılıkta en fazla etkilenen organ beyin... Beyin hücrelerinin işlevindeki yavaşlamaya bağlı olarak, diğer organlarda da belirgin değişiklikler oluyor. Bunların başında da hormonlar geliyor. Yaş ilerledikçe, böbrek üstü bezlerinden ve üreme organlarında üretilen hormon miktarı azalıyor. Bu süreç kadınlarda çok ani ve hızlı olurken, yakınmayla kendini hissettiriyor. Erkeklerde ise tam tersi, uzun zamana yayılıp, kanıksanması daha kolay bir seyir izliyor. Kadınlar, kısa sürede oluşan bu sorunla başa çıkması daha zor olduğu için çözüm istiyorlar.
Buna bağlı olarak da, kadınların yakınmalarına özgü "hormon yerine koyma tedavisi" çok daha önceleri ortaya çıktı. Doğal sonuç olarak, kadınların yaşam kalitesi ve süresinde belirgin artış oldu. Buna karşılık erkekler, değişim daha zamana yayılı ve acısız olduğu için, tıbbi destek almaktan hep kaçındı. Dolayısıyla doktorlar da bu yönde yoğun gayret içine girmediler. Günümüz tıbbı ise erkeklere yaptığı bu haksızlığın telafisi peşine düştü.
YENİLEN KADININ KARŞISINDA ERKEĞİN ÇARESİZLİĞİ
Günümüz erkeği, artık kendine bakıyor ve her yönüyle sağlıklı bir yaşam istiyor. Üstelik andropoz tehlikesini ortadan kaldıran yeni yöntemlerle gençlik yıllarına geri dönüyor. Yaş ilerledikçe boyu kısalan, kemikleri erimeye başlayan, cinsel gücü azalan, başta göbeği ve göğüsleri olmak üzere, vücudu yağlanan erkekler için, bu sorunlar ortadan kalkıyor. Prostat ve kalp krizi sorunu ise yeni yöntemlerle tehlike olmaktan çıkıyor.
Östrojen hormonuyla kendini yenileyen kadın karşısında, erkeğin çaresizliği ortadan kalkıyor. Vücudu yenilenen ve ikinci baharını yaşayan kadınlar, artık erkeğin yetersizliğinden şikáyet edemeyecek. Erkek daha şekilli ve sağlıklı bedene sahip olurken, cinsel yönden de gençlik yıllarına geri dönecek. Testestoron hormonu seviyesi yükseltilen erkekler sayesinde, kadınlar da mutluluğu yakalayacak.
ARTIK DAHA HEVESLİLER
Tıp, günümüz erkeklerinin sağlıklı ve kaliteli yaşam için, enaz kadınlar kadar istekli olduğunu fark etti. Ekonomik gücü de elinde bulunduran erkekler için tıp, araştırmalara ve yeniliklere çok büyük paralar harcamaya başladı. Artık andropoz ve yaşa ait bulguların değerlendirilmesi, endokrinoloji, geriatri, üroloji, psikiyatri ve hatta jinekoloji bölümlerinin koordineli çalışmalarıyla yapılıyor. Her erkek yaşlanmanın kaçınılmaz etkilerini geciktirmek ve gidermek için düzenli bir yaşam şeklini benimsiyor, profesyonel yardım alıyor.
ŞU ANDROPOZ DEDİKLERİ
Artık erkeklerde orta yaş krizi bitiyor. Yaşa bağlı olarak, erkeklik hormonu üretiminde zamanla bir azalma meydana geliyor. Bu azalma özellikle 50 yaşından sonra belirginleşiyor. Sonuçta birtakım orta yaşlı erkeklerde "Orta yaş krizi" olarak adlandırılan, alışılmamış davranış şekilleri ortaya çıkıyor.
Testislerden salgılanan ve erkeklik karakterlerini sağlayan temel hormon testosteron. Testislerin yanı sıra, kas-iskelet sistemi, beyin dokusu, böbrekler ve kalp üzerinde de etkilediği hücreler mevcut. İlerleyen yaşla beraber, testosteron seviyesi azalıyor ve kural olarak, 50 yaşından sonra serum testosteronu her yıl yaklaşık yüzde bir oranında azalma gösteriyor. Buna bağlı olarak, andropoz veya daha yeni tanımlamayla "Yetişkin erkek androjen azalması" bulguları ortaya çıkıyor.
Andropoz veya yetişkin erkek androjen azlığı durumunda, cinsel yönden, azalmış istek ve cinsel organ sertleşmesi problemi ortaya çıkıyor. Psikolojik yönden ise depresyon, sinirlilik, konsantrasyon zorluğu, hafıza problemleri oluşuyor. Fiziksel yönden bakıldığında da, kemik erimesi (osteoporoz), çabuk yorulma, kas ve yağ oranında azalma, kas hareketlerinde kısıtlama, karın çevresi ve göğüste yağlanma, kas güçsüzlüğü, vücut kıllarında azalma, uyku problemleri olabiliyor.
Erkeklerin en kolay fark ettiği bulgu ise cinsel problem oluyor. Depresyon, sinirlilik gibi psikolojik yakınmalarla, kemik erimesi gibi fiziksel problemler daha zor fark ediliyor.
YÜZDE YETMİŞİ UTANIYOR
Cinsel organ sertleşme problemi, direk testosteronla ilişkili. Yaşa orantılı, azalan testosterona bağlı olarak, kendiliğinden gerçekleşen sabah sertleşmesi giderek azalıyor. Testosterondaki bu azalma, görsel uyarı ve fanteziyle oluşan uyarı-bağlantılı sertleşmeyi de kısmen etkiliyor. Yine aynı şekilde, cinsel istek de testosteronla direkt ilişkili olarak azalıyor.
Yapılan bir çalışma, sertleşme problemi olan 10 erkekten sadece birinin hekimden yardım istediğini gösteriyor. Erkeklerin hekime gitmemesinin en büyük nedenini ise yüzde 70’e varan oranla "Utanmak" oluşturuyor. Bunun yanında sertleşme problemi, özellikle kardiyologları ilgilendirecek çok ciddi hastalıkların da bir göstergesi olabiliyor. Hipertansiyon, şeker gibi hastalıklar, sayılabileceklerin başında yer alıyor. Bu yakınmalara sahip olanların, mutlaka, serom testosteronu yanında, kan şekeri yağları ve troid testlerine de baktırması gerekiyor. Çünkü sertleşme problemi gizli bir damar hastalığının göstergesi olabiliyor.
BEL ÇEVRESİ 140 CM’İ GEÇERSE TEHLİKELİ
Erkek için yaşam kalitesi ve ortalama yaşam süresi göz önüne alındığında kemik erimesi, gövdesel şişmanlık ve depresyon, sertleşme probleminden çok daha önemli bir rol oynuyor. Yaşlı erkeklerde, kemik erimesine bağlı olarak yüzde 20 ile 30 aralığı oranında kemik kırıkları meydana gelebiliyor. Bilinenin aksine, kalça kırığına bağlı ölüm, erkeklerde kadınlara oranla daha fazla. Yine erkekte yaşlılıkla beraber testosteron azalmasıyla birlikte kas kitlesi azalıyor, yağ dokusu artıyor ve gövdesel şişmanlık meydana geliyor. Bu tür yağlanma, kalp krizi ve şeker hastalığı yönünden en büyük riski oluşturuyor. Kabaca, bel çevresi 140 cm’yi geçen bir erkekte bu riskler çok belirginleşiyor.
Konfordan vazgeçtik uçuş güvenliği yok
Türk Hava Yolları’nda, yemek yediği bir esnada uçağa alınan VIP yolcularını kovan kaptan pilota yönelik haberleri hepiniz okumuşsunuzdur. Pilot işten atılmış, tepki olarak THY pilotları bir günlük işi bırakma eylemine kalkışmıştı. Bu haberi okurken, VIP yolcuların siyasal kimliği ve ayrıcalıkları gözümün önüne geldi ve ilk tepkim "Pilot kovmakla iyi etmiş" oldu. Ancak, geçen gün yaşadığım bir olay, tüm ön yargılarımı alt üst edip, beni "Acaba VIP yolcuların günahını mı alıyorum?" noktasına getirdi. Nasıl mı? Anlatayım...
24 Temmuz 2008 günü saat 19:00 uçağıyla İstanbul’dan Ankara’ya dönüyorum. Altıncı sıradaki yerime oturup, uçak kapısının kapatılmasını beklerken, hemen yanımda, bir diğer değişle orta sırada oturan yolcu, görevli hostese sıkıntısını anlatıyor. Oturduğu koltuğun sırt kısmının geriye doğru yattığını ve bir türlü dik durmadığını söylüyor. Adamcağız bir eliyle VIP’le ekonomi sınıfı ayıran perdenin çerçevesine tutunuyor, diğer yandan da hostese oturduğu koltuğun arızalı olduğunu açıklamaya çalışıyor. Hostes "Bir dakika" diyerek gidiyor ve kısa süre sonra tekrar yanımıza gelip, "Maalesef uçak dolu, yapacak bir şey yok" diyor. Arızalı koltuktan her haliyle rahatsız olan yolcu, bu kez kabin amirini çağırmasını istiyor.
UÇAK HAVALANIRKEN YOLCULAR KUCAK KUCAĞA
"Tamamdır, kabin amiri durumu düzeltir. Uçağın business bölümündeki koltukların büyük kısmı boş ve en azından oraya alırlar" diye içimden geçiriyorum. Ancak, kabin amiri de aynı tepkiyi verip, "Uçak havalandıktan sonra bakarız" diyerek yanımızdan ayrılıyor. Uçak gökyüzüne doğru yükselirken yapılan anons ise olayın tuzu biberi oluyor. "Lütfen emniyet kemerinizi bağlayın, önünüzdeki masaları kapatıp, koltuklarını dik duruma getirin"
Koltuk komşum için emniyet kemeri ve masa tamam da, koltuk bir türlü dik duruma gelmiyor. Üstelik uçak havalanırken neredeyse arkadaki yolcunun kucağına kadar yatıyor. Anlayacağınız tam bir rezalet ve uçuş güvenliğini ihlal eden bir durum. Adamcağız, káh koltuk kenarına, káh perde kornişine, kimi zamanda bizim kolumuza tutunup, yükselişin tamamlanmasını bekliyor. Uçak yeterli yüksekliğe ulaşınca da kabin amiri ve hostes yanımıza geliyor ve dalga geçer gibi; "Efendim arka sıralarda boş bir yer bulduk. İsterseniz sizi oraya alabiliriz" diyor.
ŞİKAYET YANIT BULACAK MI?
Bu durumda tek çare var, THY dergisindeki şikáyet bölümü sayfasını doldurup, sıkıntıları dile getirmek. Zira daha yolcular alınmadan o arızanın bulunup, onarılmamış olması bir hatayken, uçuş personelinin yolcunun güvenliğini sağlamaması ikinci büyük hata. İşin rahatlığı ve konforu ise çoktan göz ardı ettiğimiz bir durum.
Bakalım kaptan pilot ile VIP yolcu konusunda çok hassas davranan THY yönetimi, koltuk komşumun el yazısıyla doldurduğu bu şikayet mektubunda aynı refleksi gösterecek mi?
SARHOŞ KIZLAR UÇAKTA TERÖR ESTİRMİŞTİ
Geçenlerde Yunanistan’dan İngiltere’ye giden bir uçakta sarhoş İngiliz kızların olay çıkardığına yönelik bir haber okumuştum. İçerikte, uçak 9 bin metre yüksekteyken kızların hava almak için çıkış kapısına yöneldiği ve personelin zor engellediği vardı. Aklıma yaklaşık üç yıl önce yaşanan benzer bir olay geldi.
Tarih 15 Temmuz 2005... Saat 23.45... Ankara-Antalya seferini yapacak olan THY uçağı aprondan ayrılıyor ve pist başına ulaşmaya çalışıyordu... Havalanmaya hazırlanan uçakta ışıklar sönmüş, görevli hostesler bile kemerlerini bağlamış durumdaydı... Bu esnada uçağın arka sıralarından bağrışmalar geliyordu. Pilot, bu olağan dışı durum nedeniyle uçağın motorlarını durduruyor ve tekrar iç ışıklarını yakıyordu. O esnada hostesler arka bölüme doğru koştururken, kaptan pilot da kokpitten çıkıp, kabin görevlilerin yanına ulaşıyordu.
Arka sıralarda oturan iki Rus kız, seslerinin dozajını daha da arttırarak hosteslerle tartışıyor, diğer yolcular da tedirgin bir şekilde yerlerinden kalkmış, olup biteni izliyordu. Zaten işin aslı da az sonra anlaşılıyordu.
Uçağa bir hayli sarhoş binen Rus kızlar, önce yanlarında oturan erkek yolcuya küfredip, tacizde bulunuyor, bununla da yetinmeyip, işi daha da ileri götürerek, ön sıradaki diğer erkek yolculara el ve bacak hamleleriyle saldırıyorlardı. Pilot ve kabin görevlilerinin bütün gayretine rağmen sakinleşmeyen Rus kızları dizginleyen ise yardıma çağrılan havalimanı polisi oluyordu. Kızları yaka paça uçaktan indiren polis, işlem yapmak üzere gözaltına alıyordu. Uçak da, yaklaşık bir buçuk saatlik rötardan sonra havalanmayı başarıyordu.
Sarhoş yolcu denince aklıma hep bu olay gelir ve "Ya uçak havadayken sapıtsalardı, halimiz ne olurdu?" diye içimden geçiririm.