Okuyuculardan gelen şikayetler o kadar arttı, ki Ankara’nın dört bir tarafını saran tombala çılgınlığına değinmem kaçınılmaz oldu.
Başkentin birçok semtindeki kahvehanenin Tombala Salonu’na dönüştüğünü belirtip, kumar illetinin tavan yaptığını söylüyorlar. Aktarılandan anlıyorum ki sayıları bir hayli fazla ve aralarına her geçen gün yenileri ekleniyor.
Aslında tombala oynatanların girişimleri birkaç yıl öncesine kadar polis ve jandarma denetimleri sayesinde yaşam şansı bulamıyordu. Bugün ise elleri kolları bağlanan emniyet güçleri yaşananları uzaktan izlemek zorunda kalıyor. Geçenlerde, adı bende saklı bir emniyet müdürüne konuyu açtım ve neden önlem alınamadığını sordum. Birçoğu dernek adı altında faaliyet gösterdiği için, Avrupa Birliğine Uyum Yasaları çerçevesinde, artık bu salonlara savcılık izni olmadan müdahale edemediklerini anlattı.
Baktım olacak gibi değil, herkesin rahatça girebildiği, içinde yeşil çuhalarla kaplı onlarca masa bulunan bu salonlarda neler yaşandığını gözlerimle görmeye karar verdim. Niyetim, konuyu daha iyi algılayıp, yeterince bilgiye ulaştıktan sonra yetkilileri harekete geçirmekti.
Gittiğim birçok mekanda, dileyen kesesine göre bir fiyattan, yani 5 TL’den tutun da 50 TL’ye kadar satın aldığı tombala kartlarıyla bu masalardan birine kurulup, sayısal loto makinesini andıran kürenin dönmesini bekliyordu. Kartların satışı tamamlandıktan sonra da salonda çalışan görevli kaç kart satıldığını ve oyuna ne kadar ikramiye verileceğini anons ediyordu. Bu anonsun ardından bir diğer görevli de topları çekmeye başlıyordu. Bu sırada yüzlerce kişinin bulunduğu salonda çıt sesi çıkmıyor ve bahisçiler önündeki kartı takip ediyordu.
Oyun başladığında, sigara dumanından göz gözü görmeyen salonda, sadece numaraları çeken görevlinin haykırırcasına söylediği rakamlar ve arada sırada kazanan talihlinin "Geeeel" sesi duyuluyordu. Bu komutu duyan görevli hemen talihlinin yanına gidiyor ve kartın üzerindeki numaraların kontrolünü gerçekleştiriyordu. Bir yanlışlık yoksa da anında ödeme yapılıyordu. Bu görüntüler bütün bir gece boyunca da sürüyordu. Kimileri tek kart alıp seansa katılırken kimileri de çok miktarda kartla şansını deniyordu.
Her oyun yaklaşık 15-20 dakika sürüyordu. Eğer 5 TL’lik kartla oynanıyorsa ve oyundaki 125 kartın tamamı satıldıysa, birinci çinkoya 60, ikinci çinkoya 120, tombalaya ise yaklaşık 250 TL para veriliyordu. Tabii eğer kart 10 TL’lik ise rakam iki katına, 50 TL’lik ise de 10 katını çıkıyordu. Kimi salonlar ise promosyon niteliğinde bonus veriyordu. Aynı kartta hem birinci ve ikinci çinkoyu, hem de tombalayı yapan kişi, salon işletmecisinden bonus olarak bazen 200, bazen de 300 dolar ekstra ikramiye kazanıyordu. Sonradan öğrendim, ki toplanan paranın yüzde onu ise salon işletmecisine kalıyormuş.
Aktivitesi neredeyse bütün bir güne yayılan bu salonlarda yiyecek ve içecek servisi de vardı. Kurulan açık büfeler dünyadaki kumarhane salonlarını, yani gazinoları aratmayacak cinstendi. Hizmet kapsamı içinde alkollü içecekler yoktu ama susayanlar için her tür meşrubat ikramı mevcuttu. Bu arada müşterilerin açık büfe ve içecekler için ekstra ücret ödemediğini de hemen belirteyim.
Dolaştığım süre içerisinde birkaç tombala tutkunuyla da konuşma fırsatı buldum. Konuşmalarından çıkardığım sonuç ise çok paralar kaybettikleriydi. Zararın neresinden dönersen kardır cinsinden söylemlerim ise bir kulaklarından girdi, diğerinden çıktı. Özellikle işsizlik oranın tavan yaptığı bu ekonomik kriz günlerinde zengin olma umuduyla son kuruşunu harcayanların fazlalığı da dikkatimi çeken bir diğer unsurdu. Kısacası yetkililer bu konuda acilen önlem almalı.
SOLLAMAYAN BİR TEK ONLAR KALMIŞTI, SONUNDA O DA OLDU
Fark etmişsinizdir, Ankara’nın dört bir tarafı radar kontrolü yapıldığına dair uyarı levhalarıyla donatıldı. Birçok kişi gibi bence de doğru bir uygulama. Yolu geniş ve boş buldukça coşan, çekinmeden hız limitini aşan gözü dönmüş sürücüler için aba altından sopa gösterilmesi şart. Ancak bu tabelaların içeriğinin ne kadar gerçekçi olduğu tartışılır. Kanunda da belirtildiği gibi şehir içindeki azami hız 50 kilometre olmalı. Örneğin Atatürk Bulvarı, Tunalıhilmi caddesi gibi meskun mahallerde belirlenen hızın üstüne çıkılmamalı. Ancak, dört şerit gidiş, dört şerit geliş Konya Yolu, Eskişehir yolu, Havalimanı yolu gibi güzergahlarda 50 kilometre hız biraz komik kaçıyor.
Son bir haftadır, yol boşta olsa dolu da olsa, arabamla bu güzergahları 50 kilometre süratle kat ediyorum. Park halindekiler hariç daha bir aracı sollayamadım. Otomobiller bir kenara otobüsler, minibüsler, kamyonlar önce dikiz aynamda beliriyor, kısa süre sonra da yanımdan geçip gidiyor. En ağrıma giden de Konya yolu üzerinde bisikletli üç çocuk ile yolları temizleyen belediye aracının hızla yanımdan geçip gitmesi oldu.
Buradan şuna gelmek istiyorum... Bu kadar geniş yollarda azami 50 kilometre süratle gitmek biraz komik kaçıyor. Daha da trajikomik olanı bu güzergáhta 62 kilometre süratle gidenin radar kontrolüne takılması ve trafik cezası ödemesi. Bence yetkililer biraz gerçekçi olmalı. Kimse 90 kilometre üzerinde hızla gitsin demiyorum ama bu tip yollarda 50 ve altında gitmek daha büyük tehlike. Sonuçta bahsettiğimiz yerler yayaların bol olduğu, trafik akışının güçlükle sağlandığı cadde ve sokaklar değil. En az üç dört şeritli geniş bulvarlar.
Esas kontrol edilmesi gerekense hız limitlerinin aşılması değil, hatalı şerit kullanımı. Örneğin dört şeritli yolda herkes soldan gidiyor. Sağdaki iki şerit boş, soldaki iki şerit ise alabildiğine doluÖ Sollamak ise neredeyse imkansız. Son zamanlarda bakıyorum da düşük hızla giden tüm araçlar soldaki şeritleri, geçmek isteyen araçlar ise sağdaki şeritleri kullanıyor. Trafik polisleri radar kontrolü yaptığı kadar bu sol şerit sapıklarına önlem almalı. Bakın çağdaş ülkelere, sağdaki şeridi es geçen sürücülerin hepsine ceza yağdırıyorlar.
HAFTA SONU SÜRÜCÜLERİ YÜZÜNDEN PAZARTESİ VE CUMA GÜNLERİNE DİKKAT!
Bu arada Ankara’da yaşanan trafik kazalarına yönelik ilginç bir istatistikten de bahsedeyim. Hafta boyunca gerçekleşen kazaların büyük bir bölümü Pazartesi sabah ile Cuma akşamüstü saatlerinde yaşanıyormuş. Nasıl mı?
Resmi dairelerin fazla olduğu, çalışanların çoğunun işine kurumunun sağladığı servis ve toplu taşım araçları ile gidip-geldiği Başkentte, hafta içinde özel arabalar pek kullanılmıyormuş. Şehir içindeki cadde ve sokaklardaki otopark sıkıntısı, arabası olan memurların önündeki en büyük engelmiş. Hal böyle olunca da, birçoğu çalıştığı kurumun geniş otoparkından yararlanmak için Pazartesi sabah arabasıyla iş yerine gidip, Cuma akşamüstüne kadar park ediyormuş. Dolayısıyla da hafta içinde direksiyon başına geçenlerin sayısı azınlıkta kalıyormuş. İşte, kazalar da bu gidiş- geliş esnasında oluyormuş.
Ankara’da günde ortalama 270 civarında kaza raporu hazırladıklarını belirten bir emniyet yetkilisi, "Bu sayı Pazartesi ve Cuma günleri 330’u buluyor" diyor. Anlayacağınız ’Hafta sonu şoförleri’ denen kamu ve özel kurum çalışanlarının trafikte olduğu bu gün ve zaman diliminde trafiğe dikkat. Kazadan kurtulsanız bile trafik sıkışıklığına maruz kalmanız içten bile değil!
BALTA GİRMEMİŞ ORMANDA ÇATAL BIÇAK SESLERİ
Vaktim ve cüzdanım yettiği sürece yeni bir lezzet durağı keşfetmeye bayılıyorum. Birkaç denemeden sonra da kriterlerime uyanları sizlerle paylaşıyorum. İnanın gidip de beğenmediğim onlarca mekan var. Uyguladığım kıstaslar da öyle deveye hendek atlatacak cinsten değil. Mekan ve personel temiz pak olsun, mönüsü leziz olsun, hizmet anlayışı yeterli olsun tamam.
Köşeme konu olacak son durağım Minasera Alışveriş Merkezi’nin içinde açılan Gogo Jungle Cafe oldu. Şehrin gürültüsünden uzaklaşıp, eğlence ve macerayı bir arada yaşayabileceğiniz, oldukça farklı bir alternatif sunuyor.Yağmur ormanları konseptiyle tasarlanan ve haftanın 7 günü açık olan mekanda, hareketli timsah, goril, fil ve maymunlar gibi hayvan maketlerinin yanı sıra, dev bir okyanus akvaryumu bulunuyor. 7’den 70’e herkese hitap eden mekan, özellikle çocuklu aileler için biçilmiş kaftan. Hazırlanan oyun alanları, disko, sinema salonu ve teknoloji salonlarında çocuklarınız eğlenirken, siz de keyifli vakit geçirebilirsiniz.
Mönüsünde ise dünya mutfağının seçkin ürünleri var. Şimdiye kadar yediklerimden dolayı hiçbir pişmanlık duygusuna kapılmadım. Pişman olduğum tek şey ise çocukların yoğun olduğu gündüz saatlerinde iş yemeğine gitme gafletinde bulunmam. Neşe içinde oradan oraya koşan çocuklar ile ailelerinin durumu iyi de, bu yaz sıcağında tropik ormanda serin ve sessiz yemek arayanlar için biraz gürültülü. Tavsiyem; iş yemeklerinde, ya çocukların azınlıkta kaldığı akşam saatlerini tercih etmeniz, ya da özel bölümlerden birine konuşlanmanız.