Seyir defterinin ilk sayfalarında Gökçek var

HER hafta kimi zaman soft, kimi zaman da eleştirisi bol yazılar yazıyorum. Eleştirirken de kişi ve kurumların yanlışlarını belgeleriyle sizlere aktarıyorum. Bir kesime sevimli, diğerine sevimsiz görünecek bir yol haritası çizerken de asla toplumsal değerleri gözardı etmiyorum.

Haberin Devamı

Özeleştiri yaptığım zamanlarda da yazılarımın hedefi 12’den vurup, bir işe yarayıp yaramadığını sorguluyorum.
Ramazan Bayramının getirdiği tatil fırsatından yararlanıp seyir defterimi bir kez daha gözden geçirdim. Gördüm ki birçok konuda yazdıklarım yerini bulmuş ve yanlışlardan dönülmüş. Örnek mi? O kadar çok ki, hangisinden başlayayım bilemiyorum. En iyisi aralarından bir demet yapıp, sizlere aktarayım.
Önceliği Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’e verelim ve tüm Başkentlilerin yaşamına direkt etkisini ele alalım. Gökçek’lerin villaları ve kentin en temel ihtiyacı olan metro köşe yazılarımdan hiç eksik olmadı. Mahkeme salonlarına kadar yansıyan villa olayında belediye başkanının yaptığı usülsüzlük kayıtlara geçtiği ve tüm toplumca bilindiği için kendimi sonuca ulaşmış görüyorum. Bundan sonrası savcıların ve İçişleri Bakanlığı’nın işi...
AK PARTİ BİLE GÖKÇEK’E GÜVENİNİ YİTİRDİ
Gelelim kentin ulaşım sorununa... Gökçek’in alt üst geçit sevdasının trafik sorununa çare olmayacağını, çözümün metrodan geçtiğini, otoban gibi yollar sayesinde şehrin ruhun kaybolduğu yazdım durdum. Gelinen noktada AK Parti metroyu bitiremeyeceğini açık açık söyleyen Melih Gökçek’e güvenini yitirdi ve işin tamamlanması için Ulaştırma Bakanlığı’na yetki verdi.
Son aylarda fark etmişsinizdir Gökçek’in otobana çevirdiği yollar trafiği daha da çekilmez hale getirdi. Eskişehir yolu, Kızılay, Bakanlıklar gibi ana arterlerdeki sıkışıklık seyir halindeki herkesi canından bezdirdi. Üstelik bu bezdirme katlanarak da devam ediyor.
Nedeni ise yanlış şehir plancılığından, alternatif yaratmayıp bu yolları cazip hale getirmek ve metro ihmalinden başka bir şey değil. Vatandaşı toplu taşımacılıkla buluşturması gerekirken 16 yılda bir metre bile metro rayı döşeyemedi. Üstelik üçüncü dünya ülkelerinde görülecek şekilde vatandaşı otobüs ve dolmuşlara istiflemeye devam etti. Metrodan vazgeçtik bir İstanbul Belediyesi kadar bile olamayıp, çağdaş ve rahat otobüsleri devreye sokamadı.
Araçlar ise sıkışık trafikten dolayı milim milim yol alırken bir de bütün bir yazı boş geçiren belediyenin asfaltlama çalışmasına girmesiyle trafik allak bullak oldu. Yaz tatili nedeniyle boşalan Ankara’da millet döndükten sonra çalışmalara hız verilmesi Gökçek’in alışkanlıkları arasındaydı. Hani bizim belediye harıl harıl çalışıyor imajı verecek ya! Halbuki bilse yollarda mahsur kalıp işine, okuluna geciken binlerce insan ağzına geleni sıralıyor.
KUŞ KONMAZ KERVAN GEÇMEZ YOLA YATIRIM
Bu arada aylardır süren Konyayolu, Batıkent gibi birçok arterdeki asfalt sökümünü ve yenisinin yapılmasını kimse anlayamıyor. Birkaç ufak yamayla kaymak gibi sürüş keyfine kavuşacak yolların sökülüp yeniden yapılması tam bir israf. Dahası kuş konmaz kervan geçmez yollara kaldırım yapılırken şehrin en işlek cadde ve sokaklarının dökülen kaldırımlarına el sürülmemesi anlaşılır gibi değil. Örnek mi? Saatte bir yayanın yürüdüğü Konya Yolu pırıl pırıl kaldırım taşlarına sahipken, kalabalıktan adım atacak yer bulunamayan Tunalı Hilmi Caddesi’nin kaldırımları delik deşik bir halde belediye ekiplerinin yolunu gözlüyor.
Zaten Melih Gökçek, şehrin göbeğindeki ana arterleri otobana çevirip, trafik akışını sağlamaya çalışırken yaya haklarını hiç düşünmedi. Berlin duvarından farksız hale getirdiği bu ana arterlerde alt-üst geçitler yapıp vatandaşların düzayak yolda gezinmesinin önüne set çekti. Çağdaş bütün ülkelere gidip, görün şehir merkezlerinin hiçbirinde alt üst geçide rastlamazsınız.
Hep söylerim Paris’in 14 kilometrelik Şanzelize bulvarında tek bir altüst geçide rastlayamazsınız ve insanlar ister karşıdan karşıya olsun, ister yaya kaldırımda özgürce yürürler. Araçlar ise kırmızı ışıklarda durup, yaya önceliğine saygı duyarlar. Acelesi olan da metroya binip gideceği yere yetişir. Tıpkı Madrid’de, Tokyo’da, Berlin’de olduğu gibi...
ANADOLUJET DE YANLIŞDAN DÖNMEYE BAŞLADI
THY ve bir alt markası Anadolujet’te Başkentlilere reva görülen muamele konusunda birçok yazı kaleme almıştım. Bilindiği üzere, Ankara’ya havayoluyla ulaşmak her geçen gün kolaylaşıyor. Bunun da iki nedeni var. Başkentin Avrupa ödüllü TAV Esenboğa gibi dev bir havalimanına sahip olması ve THY’nin bir alt markası olarak yaratılan  Anadolujet’in her geçen gün sefer  sayısını arttırması. Ancak, Anadolujet ile birçok noktaya direkt uçuş imkânına kavuşan Başkentlilerin önemli kayıpları da vardı.
THY uçaklarına göre Anadolujet’in yolcu sayısı fazla, koltuk aralıkları ise daha azdı. İkramlar ise THY’nin lehine olmak üzere kıyaslanmayacak kadar farklıydı. Anadolujet’e binenler, özel mönülerle ağırlanma yerine kuru bir sandviç ile plastik bardaktaki çaya mahkûmdu. Üstelik fiyat farkını ödeyip, business sınıfta uçmaları ise hayalden öteye geçmiyordu. Havaalanlarındaki CIP salonları ise ekstra para ödemek istemeyen Anadolujet yolcularının kullanımına kapalıydı. Rötarlar ise yolcularında alışkanlık yapmıştı. Belki de en önemli şikâyet ise TAV Esenboğa Havalimanı’nın uluslararası direkt uçuşlardan yoksun bırakılması ve aktarmalı uçuşların yolcuyu canından bezdirmesiydi.
DİREK UÇUŞLAR STATÜ MİLLERİ KAZANIMIMIZ OLDU
İşte bu benzeri yazılarım sonucunda Anadolujet’te bazı şeyler değişmeye başladı. Öncelikle yurtdışına direkt uçuşlar başladı ve kısa sürede 11 noktaya ulaşıldı. İkincisi, rötarlar azalmaya başladı ki son verilere göre zamanında kalkma oranı yüzde 85’e ulaştı. 1 Eylül tarihinden itibaren de statü milleri kazanma hakkı yeniden verilmeye başladı.
Yani Anadolujet yolcuları yeniden bedava uçak bileti alma, CIP salonundan faydalanma ve bir üst sınıfta uçma imkanına kavuştu.  
Uçuş mili kazanma olanağının  elimizden alınması ise küçümsenecek bir durum değildi. Benim gibi sık seyahat edenler, kartında biriken millerle    ekonomi sınıfındaki uçuşlarını parasal    fark ödemeden bir üst kademeye      geçirebiliyor veya bedava bilet hakkı kazanıyordu. Hatta yeterli puana ulaşınca CIP salonlarında ağırlanarak seyahat edebiliyordu.
Anadolujet’de mil uygulaması   olmadığı için THY ile uçan     İstanbulluların aksine bu haklarımızdan mahrumduk. Bilet parası aynı, şirket aynı, uçaklar aynı, ama saydığım haklar  farklıydı. Yani Başkentlilerin aleyhine ortada büyük bir adaletsizlik söz konusuydu...
İKRAM ZAYIF OLSA DA MİKROLİGHT KOLTUKLAR GELİYOR
Geriye kaldı ikramlar ve uçaktaki koltuk aralıklarının emsallerine göre daha kısa olması sorunu. İkramlarda halen kek ile sandviç ve bir bardak çaya talim ediyoruz ama en azından yiyecekler poşet içinde verilmeye başlandı. Eh bu da bir adımdır. Koltuk aralıkları ise yavaş yavaş düzelmeye başladı. Anadolujet’in başkanı Sami Alan, THY’ye göre koltuk aralıklarının 29 inç indirilmesinin maliyette yüzde 10 düşüş sağladığını söylemişti. Gerçi bilet fiyatları üst ile alt markada aynıydı ve bu kısalmadan yolcu lehine bir sonuç çıkmamıştı ama olsun değerli büyüğümüzün bir bildiği vardır.
Şimdi aynı Sami Bey,  bir yıl   içerisinde tüm Anadolujet      uçaklarındaki koltukların değişerek    yerine, daha konforlu, hafif ve     ergonomik mikrolight koltuklar takılacağını söyledi. Kısacası aralardaki darlık giderilmiyor ama daha rahat koltuklarda seyahat edeceğimiz kesin.
İSRAİL İŞGALİNDEN KURTULDUK SIRADA ABD VAR
Bir diğer konu da Ankara’nın girilemeyen cadde ve sokakları üzerine yazdığım yazılardı. Örneğin, Başkentin en lüks semtlerinden biri sayılan GOP’nın Mahatma Gandhi Caddesi’ndeki İsrail Elçiliği’ni ele almıştım.  Kiralık bir binada faaliyet gösteren elçiliğin önündeki yol bariyerlerle kapanmış, ne araçlar, ne de yayalar geçebiliyordu. Barikatın öteki tarafına ulaşmanız içinse gerisin geri dönüp, caddenin diğer ucundan girmeniz gerekiyordu. Cadde ve sokaklar kentte yaşayan tüm vatandaşların ortak malı olduğu için semt sakinleriyle beraber bu haksız yasaklara karşı çıktım. Sonuçta o bariyerler kalktı ve gerek yayalar, gerekse otomobiller cadde üzerinde özgürce gezinebildi.
Bildiğiniz üzere benzeri bir durum da Amerikan Elçiliği’nin bulunduğu Paris Caddesi’nde yaşanıyor. Orayı da defalarca yazdım, mahkeme kararlarını hatırlattım ama Melih Gökçek sayesinde bir arpa boyu yol alamadık.
Sanıyorum İsrail Elçiliği’nin   önündeki engelleri de “Mavi       Marmara Baskını” sayesinde kaldırabildik, ki bu da Gökçek’in çifte standardının en güzel örneğiydi.
BU ETKİLİ SİLAHTAN KOPAMAYACAKLARI AŞİKAR
Caddelerdeki paralı park uygulamasının yanlışlığını yazdım, görüyorum ki Belediye’nin UKOME denilen birimi kararı tekrar gözden geçirip daha insaflı icraata geçecekmiş. Kimi zaman erzak, top, kömür yardımlarının israfa kaçacak   şekilde oy avcılığına dönüştüğünü yazdım ama bu konudaki ısrarımdan vazgeçmek üzereyim. Zira son referandumdaki oylara bakınca bile yerel yönetimlerin bu etkili silahtan kopamayacağını ve bizim paralarımızla hovardalığın süreceğini kesin olarak anladım. 
Daha birçok konuya daha girdim ki birkaç örnekle fikri takipte olduğumu vurgulamak istedim. Ben halen iyi şeylerin yanında, kötü şeylerin karşısında olmayı sürdürüyorum. Zira bu şehir hepimizin ortak alanı ve bizler iyi şeylere layığız.

 

Yazarın Tüm Yazıları