Sansürsüz sansür tarihi ve tablete giren balık mönüsü
Paylaş
LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
Niyetim, bu aylarda hangi balıkların daha lezzetli olduğunu öğrenmek için Trilye Restoran’ın sahibi Süreyya Üzmez’in görüşlerine başvurmaktı.
Malumunuz, kendisi konusunda kitaplar yazacak, televizyon programları yapacak kadar bilgi küpü. Sonuçta Akdeniz’den girdik, Karadeniz’den çıktık ve balık lezzet liginin üst sıralarında yer alanları sıraladık. Bu araştırmayı da Tempo Travel Dergisi’nin sayfalarına aktardık. Şimdi tüm sıralamayı, nedenlerini filan köşeme taşıyacak değilim. Yalnızca Ocak ve Şubat ayının en gözde balıklarının listesini vereyim, yeterli olacaktır. Süreyya Üzmez’e göre bu ayların gözde balıkları şunlar: “Ocak ayında uskumru, lüfer, palamut, istavrit lezzetini korur. Ancak palamut ve lüfer’de Eylül ayından beri yoğun rağbet gösterildiği ve bol tüketildiği için eski lezzetini bulamayabilirsiniz. Hamsi tam yağlı durumdadır. Kofana çok sık görülür. Tekir, kırlangıç ve dil boldur. Özellikle Bodrum’da 600 gramın üzerinde dil balıkları avlanır. Midye mevsimi başlamıştır. Şubat ayında ise Kalkan mevsimi başlar ve mayıs sonuna kadar devam eder. Uskumru, lüfer, palamut yağını kaybetmeye başlar. Gümüş ve tekir bol çıkar. Dil balığı şubat sonuna kadar devam eder.”
BALIK MÖNÜSÜ TABLETE GİRERSE
İşte size liste, balıkçıdan alırken ya da restoranlarda sipariş verirken bu sufleler aklınızın bir köşesinde bulunsun. Anlatmak istediğim esas konu ise başka; Süreyya Üzmez’in başlattığı yeni bir uygulama çok hoşuma gitti. Mönüsündeki tüm yemekleri ve balığa dair bilgileri bir bilgisayar programında toplamış. Artık Trilye’de isteyene mönü defteri geliyor, isteyene de tablet bilgisayar. Tabletteki mönüye bakanlar listedeki yemeklerin hem görselini görüyor, hem detaylı bilgilerini okuyor, hem de fiyat listesini çıkarıyor. Tabakta nasıl bir ürün servis edileceği bir kenara, fiyatlarına bakarak o geceki hesap pusulanızın rakamını kontrolünüzün altında da tutmanız ise büyük avantaj. Örneğin listede yazan karides güvecin üzerine dokunuyorsunuz, servis edilecek şeklinin görseliyle beraber, yapılış şeklini ve fiyatını da okuyorsunuz. Üstelik tabletteki dil seçeneğinden sadece Türkçesini değil, İngilizce, Fransızca ve Almancasını da tercih edebiliyorsunuz. İnşallah bu uygulama tüm restoranlara yayılır da yiyeceğinizi ve hesabınızı bilip, gönül rahatlığıyla masadan kalkarsınız.
DEĞİNMEYECEKTİM AMA İLETİ SAHİBİ CEVABI HAK ETTİ
Geçen hafta, çok başarılı işlere imzasını atan Hacettepe’nin eski rektör Prof. Dr. Uğur Erdener ile dört dönemdir rektör olabilmek için aday olan Prof. Dr. Murat Tuncer yarışına değinmiştim. Üniversite çalışanları oy çokluğu ile Uğur Erdener’in yeniden rektör olmasını istemiş ama, önce YÖK, sonra da Cumhurbaşkanı Abdullah Gül büyük oy farkıyla ikinci sırada yer alan Murat Tuncer’i tercih etmişti. Bu konuyu dile getirdiğimden dolayı çok sayıda teşekkür içeren elektronik posta aldım. Onlarca kişi arasından tam tersi görüş bildiren bir e-mail ise dikkatimi çekti. Sizinle paşlaşmak istedim. “Sevgili Kardeşim, yazında Uğur Erdener’in aldığı ve aslında fakülte, yüksekokul, enstitü, bölüm, birim, anabilim, anasanat dalı vb. üniversitenin birimlerinin tüm yöneticilerini ve onların yardımcılarını toplasanız elde edilen rakamdan çok da farklı olmayan 657 oya itibar ediyorsun. Ancak bu toplam -ya da takım- elbette ellerindeki (maddi ya da temsili anlamda) koltuk, yetki ve bütçe olanaklarını yitirmek istemeyen ve “statüko”yu temsil eden bir çıkar grubudur. Buna rağmen yaklaşık 1500-1600 oydan Murat Tuncer’e verilen 501 oy ve geri kalan oylarla birlikte toplam yaklaşık 900 oyu 657’den daha mı değerli buluyorsun? Dürüst gazetecilik adına ona methiyeler düzmek yerine “Neden yaklaşık 900 kişi Uğur Erdener’e karşı?” diye araştırmalı ve onun yaptığı haksız uygulamaları irdelemelisin. Sevgilerimle. Doç. Namık Kemal Sarıkavak!”
BİR BİLİM ADAMINA RAKAMLARLA CEVAP
Yargıyı ilgilendirecek bir iki kelam daha etmiş ki, iddiadan öteye gitmeyen bu satırları aktarmayı uygun görmedim. Kendisi belli ki eski rektörden ve ekibinden hoşnut olmayan bir kişi. Hacettepe Güzel Sanatlar bölümünde doçent olduğunu ise sonradan yaptığım araştırmada öğrendim. Beyefendinin yazdıklarını satırı satırına okudum. Açıkçası Hacettepe’de akademik kariyer yapan bir doçentin hezeyan dolu görüşleri beni derin düşünceye sevk etti. Hitap şeklinin dozunu ayarlayamayan, yanlış sentezler üreten bir öğretim görevlisi ‘Öğrencilere ne verebilir?’ diye üzüldüm. İsterseniz tek tek cevap vereyim de hem kendisi, hem de anlamayanlar ne demek istediğimi anlasın. Öncelikle “Kardeşim” diye başlayan girişine itirazım var. Zira kendisinden en az 3-4 yaş büyük birine hitabı bu olmamalı ki, kendisiyle en ufak bir tanışıklığım dahi yok. Kaldı ki bu hitap şeklini kendisinden küçüklere de kullanmamalı. Bir bilim adamına bu tür girişi hiç yakıştıramadım.
KEŞKE SOYUT DEĞİL SOMUT VERİLERE YÖNELSE
Gelelim yazdığım konu hakkındaki itirazına. Sanıyorum Hacettepe Üniversitesi’nde çalışmasına rağmen kurumun iç yapısını ve seçim sistemini kendisinden daha iyi biliyorum. Oy kullanan sayısı iddia ettiği gibi 1500- 1600 kişi değil, sadece 1338 kişi. Seçime katılmayan ya da boş oy veren kişi sayısı ise topu topu 100 civarında. Ufak bir not: bu yüz kişiden bir kısmı yurt dışında, ya da akademik bir toplantıda olduğu için sandık başına gitmemiş. Gelelim oy dağılımına:: 1238 kişiden 657 kişisi Uğur Erdener’in lehine oy kullanmış ki oy oranı yüzde 50’nin üzerinde anlamı çıkar. Geriye kalan 581 kişiden de sadece 501’i Murat Tuncer lehine oy kullanmış ki, buna da azınlık denir. Ne birinciye, ne de ikinciye oy vermeyen kişi sayısı ise sadece 80... Velev ki bu oylar ikinci olmasına rağmen rektör olarak atanan Prof. Dr. Murat Tuncer’e gitse dahi 580 oyla yine azınlıkta kalacaktı. İşte benim ve birçok kişinin itirazı bu rekamlara rağmen çoğunluğun sesine kulak verilmemesine. Ayrıca Prof. Dr.Tunçalp Özgen dönemiyle başlayıp Prof. Dr. Uğur Erdener dönemiyle devam eden Hacettepe’deki yenilenmeyi, gelişmeyi yakından takip etmiş kişiler bu süreci hep takdirle anlatırlar. Üstelik Erdener’in sportif alandaki başarıları ülke sınırlarının dışında da çok iyi bilinir. Son olarak Güzel Sanatlarla uğraşan Doçent Dr. Namık Kemal Sarıkavak’ın soyut değil, somut verilerle doğru sentez yapmasını tavsiye ediyorum.
BAZI EKLEMELER YAPMAK ŞART OLDU
Bir diğer konuya geçelim. Rahmetli Aydın Menderes’le ilgili olarak geçen hafta yazdığım yazıya yönelik bir kaç eleştiri geldi. Hassasiyeti yüksek bazı okurlarımca daha iyi anlaşılabilmesi için ekler yapmam şart oldu: Tarihi olaylara ve somut gerçeklere kızılmaz! Onları anlamak, yorumlamak ve duygulardan arınarak zamanın süzgecinde damıtmak gerekir. Cebeci Mezarlığı’ndaki kabirlerin hazin görünümü, aile bireylerinin olduğu kadar insani hassasiyetlerini muhafaza eden herkesin ilgi alanına girerdi bence... Belki de bu olgunun yazılması, kabirlere ilgiyi somut olarak güçlendirir. Ne dersiniz? Definin yapıldığı yer ile define yakışan yer bazen aynı olmayabilir... Belki de, üç acılı kardeş Ankara’da yanyana ebedi uykularında uyusalardı iyi olurdu diye düşünülemez mi? Menderes severlerin, bağımsız bir gazeteciye bu kadarlık değerlendirme özgürlüğünü de çok görmeyeceklerine inanıyorum... Hepimiz için zaman geliyor ve geçiyor... Acılar tarihin malı oluyor... Aydın Menderes’e tekrar rahmet diliyorum. Huzur içinde yatsın!
SANSÜRSÜZ SANSÜR TARİHİ
Osmanlı İmparatorluğu’ndan günümüze kadar Türkiye’de medya-iktidar ilişkileri, iki gazeteci Serhat Hürkan ile Nuri Kayış’ın yazdıkları kitapta inceleniyor. Hürkan ve Kayış’ın yazdıkları ve 2011’de yayınlanan Meraklısına Medya Dersleri’nden sonra, aynı serinin ikincisi olan Sansürsüz Sansür Tarihi (1795-2011) adlı kitap Sinemis Yayınevi tarafından yayınlanıyor. Kitabın Serhat Hürkan’ın yazdığı ilk bölümünde, Osmanlı’nın son yüz yılından 12 Mart 1971’e kadar geçen süredeki uygulamaların öyküsü anlatılıyor. Nuri Kayış’ın kaleme aldığı ikinci bölümde de, 12 Mart 1971’den günümüze kadar olup bitenin panoraması yer alıyor. “Sansürsüz Sansür Tarihi”, “Basın Mesleğinde Çalışanlarla Çalıştıranlar Arasındaki Münasebetlerin Tanzimi Hakkında” 212 sayılı yasanın kabulünün 51. yıldönümü olan 10 Ocak 2012 tarihinden itibaren kitap evlerinde okurlara sunuluyor. Serhat vasıtasıyla önceden edindiğim bu kitabı meraklısına tavsiye ederim. Hatta her konuda iktidarı elinde tutan güçlere de!