Paylaş
Laila olduğu günlerdeki dekorasyonu değişen mekanda Osmanlı motifleri ön plana çıkarken, açılış davetinde AKP’li milletvekilleri çiğköfte, içliköfte ve lahmacun gibi ikramlardan tattılar. Kebapçıda göze çarpan bir başka ayrıntı da giriş bölümünde yer alan mescitti.
Aslında Laila’nın yayla havası alıp, teslim bayrağını çekmesi uzun süreden beri yaşanan bir gerçeğin son halkası. Özellikle AKP iktidarıyla beraber Ankara’nın moderniteye açık restoranları yerine, kebap kültürüyle yoğrulmuş işletmeler ön plana çıkar oldu. İktidarın bu kebap ilgisine başta İstanbul olmak üzere, Türkiye’nin ünlü markaları da kayıtsız kalmayıp, pastadan pay kapmak amacıyla Ankara’da birer şubelerini açtı. İsterseniz bu değişimi Cumhuriyet’in ilk yıllarından ele alarak inceleyelim.
Ankara’nın kaderi, 1920’li yılların başında küçük bir Anadolu kasabasıyken, Başkent ilan edilmesiyle birlikte büyük bir hızla değişti. Siyasiler, bu şehrin gelişimini öylesine etkiledi ki, Cumhuriyet devrimleri Türkiye’de kendini ilk olarak Ankara’nın sosyal hayatında hissettirmeye başladı. Bir yandan opera, bale, tiyatro gibi çağdaş sanatlarla tanışan Ankaralılar, öte yandan modern yaşama cevap verecek mekánlara da sahip olmaya başladı. Tabii, büyükelçiliklerin İstanbul’dan taşınıp, Başkente gelmesi de bu gelişimi hızlandırdı.
47’Yİ 49 TAKİP ETTİ
Ankara’nın Batı’yı örnek alan kültürel gelişmesiyle Fransız ve İtalyan restoranları, gazinolar gözde yerler oldu. Dolayısıyla yemek ve eğlence mekánlarını meşhur kılan siyaset ve devlet adamları çıktı. Karpiç’in adı Atatürk’le, RV’nin adı İsmet İnönü’yle anılırken, Süreyya ve Yüksel Palas gibi mekánlar da Adnan Menderes ile Celal Bayar’ın tercihi oldu. Bu dönemlerde kebap kültürü ise ara sokaklara ve dar mekanlara mahkumdu. Bunlardan en önemlisi Kebap-47 ve Kebap-49’lardı. Biri 1947’de, diğeri 1949 yılında açıldığı için bu isimleri almışlardı. Kebap-47, bugünkü Karacaoğlu işletmelerinin atasıydı ve Cebeci semti’nde Siyasal’ın tam karşısında kurulmuştu.
Bu kebapçılardan en meşhur olanı ASPAVA idi. 1950’li yılların polisiye roman yazarı Ümit Deniz, yarattığı roman kahramanı Murat Davman ile ünlenmişti. Suçlulara karşı aman vermez bir detektif olan Murat Davman, aynı zamanda yabancı güçlere karşı mücadele eden ve milli duyguları yoğun sıkı bir ajan tiplemesiydi. Bu roman kahramanının ilginç yönlerinden biri de, özellikle içki sofrasında "şerefe" yerine "Aspava" diyerek kadeh kaldırmasıydı. Doğal olarak herkes, Murat Davman’a, Aspava’nın anlamını sorar, o da "Allah, Saadet, Para, Aşk Versin, Amin" diye kısalttığı dileğini açıklardı.
İnsanlar bu dileği zamanla çok benimsedi ve halk dilinde yaygın olarak kullanılmaya başlandı. Hal böyle olunca da, Aspava adıyla çok sayıda işyeri açılmaya başlandı ki, özellikle bir kebapçı bu isme çok rağbet etti. Ancak bu kısaltmanın açılımını biraz değiştirerek, "Allah, Sağlık, Para, Afiyet, Versin, Amin" şeklinde kullanmaya başladı. Aspava isimli kebapçıyı açan bu kişi ise şampiyon güreşçilerimizden Mahmut Atalay’dı.
KEBAP KÜLTÜRÜ VE GÜREŞ
Ucuz yiyeceğin adresi gibi görünen ASPAVA ve onu takip edenlerin sahipleri ise genelde milli güreşçilerdi. Nedeni ise çok ilginçti.
Anadolu’nun çeşitli yerlerinden Başkente gelen genç güreşçiler bazen günlerce aç gezerlerdi. O zamanlar karınlarını, sayısı sınırlı olan lokantalarda veresiye doyururlardı. Borçları çok birikince de gururlarından kimseye bir şey söylemeyip, aç gezerlerdi. Örneğin, Mahmut Atalay, üç gün aç gezdikten sonra bir güreş müsabakasını kazanınca yemek yiyebilmişti.
Atalay, gençliğinde yaşadığı bu olumsuzluklar nedeniyle şampiyon olduktan sonra pide ve kebap salonu açmaya karar vermişti. Onun bu girişimini başka güreşçiler de takip edip, kebapçı açmakta gecikmemişti. Güreş, o dönemlerde halk arasında çok rağbet gören spor olduğundan, şampiyonların kebapçıları dolup taşmıştı. Ankara’nın ünlü kebapçılarından Kebabistan’ın sahibi Sadrettin Özkan ve TK Kebap’ın sahibi Tevfik Kış da eski şampiyon güreşçiler arasında yer alıyordu.
ANKARA’YA GÖZ DİKTİLER
Ve bu günlerde Kebap salonları daha büyük, daha dekoratif ve daha donanımlı mekanlarda boy gösteriyor. Dahası, son yıllarda Ankara’da resmen kebap savaşları yaşanıyor. Uzun zamandır Ankaralılara hizmet veren Çırağan, Altınşiş, Kubbealtı, Köz, Park, Adana Sofrası, Planet, Uludağ, Hacıbaba, O1 Adana, Etrak gibi kebapçıların yanı sıra, İstanbul ve Adana’nın ünlü kebapçıları da Ankara’ya gözünü dikmiş durumda. Tike’nin ardından hizmete giren Zarifi, Köşebaşı, Onbaşılar, Başkent’e transfer olan ünlü isimler. Kısacası, bir süreç yaşanıyor ve özellikle AKP İktidarıyla beraber Ankara’nın moderniteye açık işletmeleri yerine kebap kültürüyle yoğrulmuş işletmeler ön plana çıkıyor.
Şimdi, beni kebap düşmanı ilan edenler çıkabilir. Ancak, şunu bilmeliler ki, büyük bir iştahla beğeni listeme aldığım kebap kültürüne karşı değilim, ama beraberinde getirdiği zihniyete fena halde kafam takık. Tavana yapıştırılan çiğköfte’nin yanında içilen viskiye de, mönüsünde alkol bulundurmayan mekanlarda sunulan hizmete de karşıyım. Bir de, zengin Osmanlı Mutfağı’nı pide ve kebapla sınırlı tutup, müşterisini kandırmaya çalışan uyanıklara... Tabii, kendini birinci sınıf ilan edip, turistik belge alan işletmelerden söz ediyorum.
Businessman trendi
CEPA, ardından da Armada alışveriş merkezindeyim. Fastfood, elektronik katları derken, giyim mağazalarının bulunduğu koridorlarda tura başlıyorum. Bu bölümdeki mağazaların özenle seçildiğini ve ünlü markaların bulunmasına dikkat edildiğini öğrenmem ise vitrinlerine başka bir gözle bakmamı sağlıyor. Hal böyle olunca da gezinenlerden daha çok vitrinlerde sergilenen kıyafetlerin etiketlerine bakıyorum. Fiyatı 600 YTL’den başlayıp 9 bin YTL’ye kadar yükselen takım elbiseleri, 100 YTL’den başlayan kravatları inceliyorum. Hatta yanımdakilere bu rakamların şaka olsun diye mi yazılıp, yazılmadığını soruyorum. Elbette ki hepsi gerçek, ama satın almanın keyfini yaşayamasam da, sormanın hazzını tadıyorum.
Sonra da kendime sormaya başlıyorum. "Acaba marka giyinmediğim zaman modadan uzaklaşıp, karizma kaybına uğrar mıyım?"
Son günlerde moda dergilerine bakıyorum, erkek giyimine yönelik mağazaları geziyorum ve bizzat şık giyimli beyleri süzüyorum... Evet, artık kararımı verdim. Sonbahar-kış sezonunun erkek trendi masum görünmek. Aslında milenyum biz erkeklere yaradı. Daha düzenli, daha bakımlı olmaya çalıştığımız bir gerçek. Hatta businessman trendi ülkemizde de yavaş yavaş oturuyor. Laptoplı, kulaklıklı ve ille de waplı telefonlar en önemli aksesuarlar. İki düğmeli takım elbiselerde siyah, gri ve kahverengi hakimiyeti çok fazla olmasının yanı sıra, klasik çizgiler de korunuyor. Kravatların genişliği azalıyor, takım elbise içine triko ve kumaş yelekler geri dönüyor.
Tamamdır; Bilgilerimi şöyle bir tazeledikten sonra markasız moda anlayışımdan bir şeyler kaybetmediğimi görüyorum. Ayrıca parası olanın almasını da hiç mi hiç yadırgamayacağımı, Ramazan sofralarını tamamlayacak yiyeceklerin fiyatlarına zam gelmesinin bu konuyla hiçbir ilgisi olmadığını anlıyorum! Zira, orta sınıfın ezildiği bir Türkiye’de insanların çok uçlarda yaşadığını, Ramazan pidesine 10 kuruşluk zamdan bile etkilenen çoğunlukla, takım elbiseye neredeyse 10 bin YTL veren azınlığın sorunlarının aynı olmadığını iyi biliyorum.
Ankaralı zenginlerin profili
İki haftadır Ankara’nın en zengin 30 kişi ve ailelerinin listesini verip, sıralamaya girenleri tanıtıyorum. Bu hafta da listeye giren kişilerin kısa biyografilerini aktarmaya devam ediyorum.
SÜLEYMAN SAZAK VE YÜKSEL İNŞAAT
1963 yılında Sazak ve Sert ailelerinin ortaklığıyla kurulan Yüksel İnşaat, bu gün ulaşım, enerji, endüstri, finans alanlarında iş yapan dev bir büyüklüğe ulaştı. Babasından devraldığı işi daha da büyüten Yönetim Kurulu Başkanı Süleyman Sazan, Yüksel İnşaatı dünyanın ilk 100 müteahhit şirketi arasına soktu. Suudi Arabistan’da büyük faaliyetleri bulunan Yüksel Grubu’nun kendi adıyla anılan, seramik fabrikası, beton boru fabrikası ve menkul değerler firması var. Ayrıca modern yat filosuyla Türk denizciliğine katkı sağlıyor.
İDRİS YAMANTÜRK VE GÜRİŞ HOLDİNG
1958 yılında, İdris Yamantürk tarafından kurulan Güriş Holding, Türkiye dışında Ortadoğu, Yakın ve Orta Asya, BDT ve Kuzey Afrika ülkelerinde faaliyet göstererek, inşaat sektörünün hemen her alanında projeler gerçekleştiriyor. Güriş, günlük şehir içi ulaşımı sağlayan metro, tramvay ve hafif raylı sistemler ile yol, otoyol, köprü gibi birçok ulaşım altyapısı inşaatında çalışmalar yapıyor. Ayrıca dev fabrikalarıyla makine ekipmanları imal ediyor. Antalya Kemer’deki Mirage Park Resort Otel ve Kemer Turban Marina Otel ise turizm sektöründeki yatırımları.
KAZIM TÜRKER VE TÜRKERLER GRUP
Ticaret hayatına konfeksiyon imalatıyla 1973 yılında başlayan Kazım Türker, baba mesleğini uzun süre devam ettirdikten sonra 1993’te Türkerler İnşaat’ı kurdu. İnşaat sektörüne hızlı bir giriş yapan şirket, bir çok devlet ihalesini aldıktan sonra, Ladik ve Şanlıurfa Çimento fabrikalarını alarak yeni bir sektöre de adım attı. Grup şirketlerinden Petsel Petrol, enerji sektöründe, Ankara Giyim Sanayi ve Selen Giyim ise mağazacılık ve tekstil sektörlerinde çalışmalarına devam ediyor. Ramsey mağazalarının sahibi Remzi Gür’e yakınlığıyla da bilinen Kazım Türker, Ankara’da açılan 3 Ramsey mağazasının da bayiliğini yürütüyor.
MİTHAT YENİGÜN VE YENİGÜN GRUP
1974 yılında Diyarbakır ’da faaliyetlerine başlayan ve Fenerbahçe Kulübü yönetim kurulu üyesi olmasıyla tanınan Mithat Yenigün, iş yaşamına 1982 yılında inşaat sektörüne geçiş yaparak bu günlere geliyor. Özellikle NATO ile ilgili bazı büyük projelere imza atmasının yanı sıra bir çok alandaki inşaatları ile büyüyor. Antalya Belek’te 5 yıldızlı Hotel Sun Zeynep ile yaptığı turizm yatırımına yine aynı bölgede inşa ettiği Carya Golf Otel devam ediyor.
MUSTAFA GÖÇEN VE GÖÇAY İNŞAAT
1979’da inşaat taahhüt işleriyle adını duyurmaya başlayan Mustafa Göçen, turizm sektöründeki hamleleriyle adını duyurdu. 1989’da Kuşadası’nda Pine Bay oteli hizmete sokarken, Kuzey Kıbrıs ve Bodrum başta olmak üzere büyük turizm merkezlerinde tesisler kurdu. Pine Bay Holiday Resort, Pine Bay Marina Hotel ve Pine Bay Beach Club otellerinin sahibi olan şirketin en önemli yatırımı ise 49 yıllığına kiraladığı Sait Halim Paşa Yalısı’nı turizme kazandırmak oldu.
Paylaş