İktidarın tutumu tamam da mekan sahiplerinin hiç mi suçu yok!

Bu hafta Ankara’da yeni yıl eğlencelerinin nasıl geçtiğini yazıp, yaşanan ilginç olaylara değinecektim.

Ancak, her sene biraz daha kötüye giden eğlencelerden kayda değeri çok azdı. Bir çok mekan rutin dışına çıkıp, özel bir program uygulamadığı için, az sayıda müşteriye hizmet verebildi. Measalarını dolduranlar ise fazla ücret istemeden, geniş bir mönü sunan işletmeler oldu. Bir de sahnesini tanınmış sanatçıyla süsleyen yerler.

Eğlencenin merkezi kuvvetli mönüsünü Linet ve Asena ile takviye eden Ankara Sheraton oteldi. Onu Gökhan Tepe ve Zeynep Dizdar ile balo salonunu hareketlendiren Siwss Otel takip etti. Fatih Ürek ise Salata’ya hayat verdi.

Her yıl daha da sönük geçen yılbaşı eğlencelerinin kötüye gidiş nedenini ise iki nedene bağlıyorum. Birincisi iktidardaki AKP’nin bu özel geceye soğuk bakmasıyla siyasiler ve bürokratların olumsuz tutumuna iş çevresinin de uyması; ikincisi ise özel bir hizmet vermeden çok para isteyen mekanların şımarık tutumu.

Normal günlerde ortalama 50 YTL hesap ödeyerek çıkabileceğiniz bir mekan, bu özel geceyi fırsat bilip, aynı mönü için 250 YTL isteyebiliyor. İnsan yılbaşı için iki mislini vermeye hazır da, 5 misli fiyat istenince kendini enayi gibi hissediyor. Üstelik, ne özel bir grup, ne bir sanatçı ve şov yokken. Unutulmamalı ki, almadan vermek Allah’a mahsus.

LÜKS HARCAMA İÇİN KUYRUK

Benim esas değinmek istediğim konu Ankara’dan firar edenlere yönelik. Meğerse biz AB’ye çoktan girmişiz de haberimiz yokmuş. Kurban Bayramı ve yılbaşı tatilini fırsat bilip İtalya ve Fransa’ya giden dostlarım anlattı... Özellikle İtalya’nın Milano ve Roma şehirleri Türklerin özerk bölgesi gibi olmuş. Kimi turistik, kimi iş için derken, pek çok kişi soluğu bu ülkelerde almış. Girilen birçok mağazada, ya da restoranda İtalyanca konuşandan daha çok Türkçe konuşana rastlamak mümkünmüş.

Anlattıklarının en ilginci ise mağazalarda yapılan alış-verişlerdi. Gucci, Fendi gibi mağazalarda bizim Türkler kuyruktaymış. En düşük rakamı 500 Euro olan çantalardan almak, kıyafetlerden birine sahip olabilmek için birbirleriyle yarışıyorlarmış.

O esnada Paris’ten dönen arkadaşımız söze girdi ve "Yahu, her gidişte Louis Vuitton mağazasının önünde Japonları görürdüm. Bu kez mağazayı dolduranlar bizimkilerdi. Bin, hatta üç bin Euro’ya çanta alacağım diye birbirlerini eziyorlardı." dedi.

Bir tarafta IMF ile para pazarlıkları yapan bir ülke, diğer tarafta sınırsızca para harcayan vatandaşları. Ne kadar dengesiz bir durum değil mi? Hele hele nüfusunun yüzde 70’ine yakını fakirlik sınırındayken.

ANKARA’DA BRUNCH KEYFİ

Yılbaşı gecesinin, daha doğrusu 1 Ocak gününün en güzel aktivitesi ise insanların yataktan rötarlı kalkış saatlerine denk geliyor. Zaten bu aktivite sırf yılbaşı sabahına değil her Pazar gününe hitap ediyor. O nedenle genelleştirerek konuyu aktarayım.

Bütün bir hafta yorulduktan sonra, Pazar günlerini sadece kendinize ve sevdiklerinize ayırmaya ne dersiniz? Pazar günleri, bir çok aile için, birlikte vakit geçirmenin, dinlenip, huzur bulmanın adıdır aslında. Haftanın bu son gününde, genellikle geç uyanılır, sabah kahvaltısı öğle yemeği ile birleştirilir; bol gazeteli bir masada, keyifli ve uzun bir sohbet başlar aile arasında. İngilizce’de kahvaltı anlamına gelen "breakfast" ile, öğle yemeği anlamına gelen "lunch" sözcüklerinin birleşimi ile oluşan "brunch" kelimesinin, Türkçe’deki karşılığı ise "geç kahvaltı".

Brunch, son zamanlarda Ankara’daki seçkin otel ve cafelerin, özellikle Pazar günleri, müşterilerine sunduğu keyifli ve huzur dolu bir aktivite halini aldı. Eğer, Pazar günleri evde yaptığınız kahvaltılı dakikalar yetmiyor ve daha fazlasını istiyorsanız, Ankara’daki pek çok otel ve cafe sizin için masayı hazırlıyor, çayı demliyor, müziği seçiyor, gazeteleri sergiliyor ve aileniz ile birlikte brunch’a bekliyor.

Dünyada ilk üçe giren merkez ve mayınlar

Geçenlerde
bazı komutan dostlarımızla oturmuş, AB’nin Türkiye’ye bakış açısı hakkında konuşuyorduk. Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne katılmasını herkesten çok istiyorlardı, ama bu süreçte yapılan muameleye kızgınlardı. Devletin belli kademesindeki kişi ve kuruluşlara hakarete varan eleştirilerini içlerine sindiremiyorlardı. Ancak bahsetmek istedikleri konu çok farklıydı.

Ülkemizde birçok yere ziyaretlerde bulunan AB yetkililerinin, terör mağduru gazilerimizi hiç ziyaret etmemesini eleştiriyorlardı. "Askeri hastanede yatanları bir kenara bırakın rehabilitasyon merkezimizde tedavi görenleri ziyaret edebilirdi" diyorlardı.

Küçük bir not; Dünyada ilk üç arasına giren bu merkezde sadece askerler değil, terör ya da başka nedenlerden dolayı zarar gören siviller de tedavi görüyor.

"İyi niyetli olsaydı burayı günün birinde mutlaka ziyaret ederdi" derken de, rehabilitasyon gören terör mağdurlarının içler acısı durumlarına dikkat çekiyorlar. Gözü görmeyen, elleri ayakları olmayan terör mağduru yüzlerce gencin yaşamlarından örnekler veriyorlar. ABD ve İsrail’le beraber dünyada ilk üçe girdiğimiz bu merkezi İsrailliler kurmuş.

Halen yaralı askerlerin gelip, gelmediğini soruyorum. Derin bir iç çekip yanıtlıyorlar;

Eskisi kadar olmasa da, bölgeden yaralılarımız gelmeye devam ediyor. PKK’nın döşediği mayınlar bizim için halen büyük tehlike. Son zamanlarda asker ya da sivillerimizin büyük kısmı bu mayınlar yüzünden yaralanıyor"

Devlet elindekileri sattı, Ata yadigarı kenara atıldı

Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu’nun (YDK), devletin işlettiği altı otelin, özel sektörün işlettiği bir otelin onda biri kadar bile kar edemediğini ortaya koyan raporu, sonunda devlete otelleri sattırmıştı. Raporda, özel sektörün işlettiği İstanbul Hilton Otel, yılı 5.2 trilyon TL (o yıllardaki eski TL hesabıyla) karla kapatırken, devletin işlettiği altı otelin karı sadece 490 milyar TL olmuştu. Bu durum karşısında devlet, elindeki 6 oteli; yani İstanbul Tarabya ve Maçka, Ankara Stad ve Büyük Ankara, İzmir Büyük Efes ile Bursa Çelik Palas’ı özel sektöre devretmişti.

Emekli Sandığı, bu otellerden 2000 yılında yaklaşık 1 milyon dolar gelir elde ederken, 2001’i ise zararla kapatmıştı.

Buraya kadar herşey iyi güzel de, devlet geçmişi unutmamalı. Atatürk Orman Çiftliği bünyesinde bulunan Marmara Otel, 1984 yılında Emekli Sandığı’nın elinden alınmış ve işadamı Tahsin Kaya’ya verilmişti. Bilenler iyi hatırlayacaktır, bu otel Başkentin sosyal yaşamında önemli duraklardan biriydi. Odalarında konaklayan ünlüler bir kenara, lobisi ve salonları buluşma noktası gibiydi. O enfes manzarının karşısında düzenlenen beş çayları, balo salonunda yapılan görkemli düğün ve davetler dilden dile dolaşırdı. Zaten Marmara Otel’de davet vermek bir ayrıcalıktı.

Tahsin Kaya, buram buram tarih kokan bu oteli yenileyip turizmin hizmetine açacaktı. Ancak, aradan 24 yıl geçti ve o canım otel binası yenilenmek bir kenara, mezbelelik gibi kaldı. Üstelik, neredeyse orta halli bir apartman dairesinin bedeli kadar komik bir kira rakamına. Şimdi herkes ihaleye çıkan ve bir kısmı yeniden hizmete açılan bu altı otelin turizme daha iyi katkı sağlayacağını söylüyor da, Atamız’ın göz bebeği gibi baktığı A.O.Ç arazisinin incisi Maramara Oteli’ni aklına hiç getirmiyor.

Psikoseksüel bozuklara askeri üniforma yok

Başımıza, bir de Avrupa Eşcinseller Derneği ve hazırladıkları rapor çıktı. "Eşcinsel haklarına saygı göstermeyen ülke" olarak tanımladıkları ülkemizde, eşcinsel, transseksüel ve travestilerin asker ya da polis olamadıklarından şikayet ediyorlar. Kaynak olarak da Türk Silahlı Kuvvetleri Sağlık Yeteneği Yönetmeliği’ni gösteriyorlar.

Yönetmeliğe göre, eşcinselliğin "psikoseksüel bozukluk" biçiminde tanımlandığını ve "askerliğe engel olarak görüldüğünü" söylüyorlar. Söz konusu yönetmeliğin 17. maddesinde yazan hüküm ise şöyle;

"Seksüel davranış bozukluklarının tüm yaşamında ileri derecede belirgin olması, duygu ve davranışlarına yansımış olması gereklidir. Ayrıca silah altına alınanların, askerlik ortamında sakıncalı bir durum yarattığının veya yaratacağının resmi belgelerle tespiti gereklidir"

Bu yönetmelik nedeniyle eşcinsellerin subay veya sivil memur olması mümkün değil. Ayrıca, eşcinsel olduğunu heyet raporuyla kanıtlayanlar da askerliğe alınmıyor. "Seksüel davranış bozukluğu tespit edilen" ancak düzeyi "ileri derecede olmayan" kişilerin askerliğe alınmaları bir yıl erteleniyor. Bu durumdaki kişiler, yıl sonunda yeniden muayene ediliyor. Askerde olduğu gibi poliste de durum farklı değil.

Rapor hep bunları işliyor ve eşcinsellerin haklarına saygı duyulması isteniyor. Tüm dertlerimiz bitti, bir tek eşcinsellerin üniforma giyip, giymediği kaldı. İster misiniz hiç eşcinsel belediye başkanınız ya da parlamenteriniz yok diye bizi protesto etsinler.
Yazarın Tüm Yazıları