Paylaş
Hemen hemen bütün meslek gruplarını saran bu moda, şimdilerde Facebook, Twitter gibi sosyal paylaşım ağlarında kendini iyiden iyiye hissettiriyor. Paylaşım sitesi üzerinden kişi ya da kurumlara salvo atışı yapanlar gündemin baş köşesine oturuyor, aynı hızla da kaybolup, gidiyor.
Bunun tek aykırı örneği var, o da 1994’den beri Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı olan Melih Gökçek’in söylemleri. Başkanlık koltuğuna ilk oturduğu günden beri, gerek icraatları, gerekse söyledikleriyle hep gündemde kalıyor. Gerçi son yıllarda karizması fena çizilip, söylemleri ciddiye alınmayan bir kişiye dönüşse de, eylemleri hepimizin yaşamını etkiliyor. Örnek mi?
Geçenlerde Twitter’den yolladığı bir mesajla, cadde ve sokakları sular altında kalan İzmir Büyükşehir Belediyesi’ni eleştiriyor ve şehrin Venedik’e dönüştüğünü yazıyordu. Güldüm... Zira aynı espriyi 2010 yılının Temmuz ayında, yani yaz ortasında sular altında kalan Ankara için ben yapmıştım. Ne ilginç değil mi? Anlaşılan benim kendisinin icraatları hakkında yazdığım yazıları beğenmese de, yaptığım esprileri taklit etmekten geri kalmıyor.
Hatırlayın, 2010 yazında protokol yolu da dahil Başkentin birçok yeri yağmur suları altında kalmıştı. Peki, o süreçte Melih Bey medya karşısına çıkıp ne demişti? Uzun yıllar Ankara’nın böylesine yoğun bir yağış görmediğini filan açıklayıp, çaresizliğini beyan etmişti. Zaten sonraki yağmurda alt geçitlerde arabalarıyla suyun için mahsur kalıp, boğulma tehlikesi geçirenler için de aynı açıklamalarda bulunmuştu.
ALLAHTAN ATAKULE IŞIKLANDIRILDI DA DENİZ FENERİMİZ OLDU
Aslında bunlar olurken herkes ondan, Zihni Sinir projelerinden birini örnek vererek açıklama yapmasını bekliyordu. Ne bileyim “Ankara’nın göbeğinde Venedik keyfi yaşattık, ulaşımı gondollarla sağlayacağız” diyebilirdi. Malumunuz metro, toplu taşımacılık derken 19 yıldır milleti oyaladığı Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı tarafından tescillendi ya? İşte o süreçte, kendisine, Ankara’yı Venedik’e çevirdiği için eleştiri bombardımanı yaĞdırmıştım. Hatta Atakule’nin ışıklandırılmasındaki başarısını alkışlayıp, “Gökçek’den vatandaşa büyük hizmet... Sular altındaki Ankaralılar artık deniz fenerine dönüşen Atakule sayesinde yönlerini bulabilecek” diye gırgıra bile almıştım.
Toplum olarak hafızamız kuvvetli olmadığını bildiğim için bir başka hatırlatma daha yapayım. 2007 yazı, Ankara’nın tarihine “Susuz yaz” olarak kazınmıştı. Su konusunda gerekli tedbirleri almayan ve yatırımları yapmayan Melih Gökçek, Ankara’yı susuz bırakmış, aylar boyunca, bir tek damla suya hasret kalmıştık. Gökçek’in gereksiz yere suyu kesmesi ise sıcaktan kavrulan Başkent’e Kerbela’yı yaşatmıştı. Su konusunda yağmur duasına çıkılmasını önermesi ise dün gibi aklımda... “Cenab-ı rabbim yağmur yağdırırsa, susuzluğa çare buluruz” diyerek, tarihi açıklamalarından birini daha yapmıştı.
MARİFET KURAK MEVSİMDE SUYUN ŞEHRİ TESLİM ALMASINDA
Su krizi Ankara’da giderek büyümüştü ki, günlerce süren su kesintileri devam ederken, susuzluktan kıvranan Ankara’yı sel basmıştı. Demetevler Cemre Parkı yanındaki boş arazinin altından geçen ana boru patlayınca, sular 10 metreye kadar fışkırmış; ağaç ve otomobilleri önüne katıp sürüklemişti. Cemre Parkı ve civarı ile Bağdat Caddesi’nin bir bölümü ve İstanbul Yolu’nda Çiftlik Kavşağı alt geçidi sular altında kalmış, trafik aksamıştı. Pek çok ev ve işyerini su basınca, bu kez devreye Başbakan Recep Tayip Erdoğan girmiş, daha doğrusu konuya girmek zorunda kalmıştı. Gökçek’i AKP Genel Merkezi’ne çağırıp, rivayetlere göre epey haşlamıştı. Hatasını da “Panik çıkartmak” diyerek eleştirmişti. Zaten ertesi gün de su kesintileri son bulmuş, birkaç günlük suyu kaldı denen Ankara’da da daha sonraki günlerde su kesintisi yaşanmamıştı.
OTOMOBİLE HOVERCRAFT MUAMELESİ YAPMAK
Kısacası sel bassa da, kuraklık yaşansa da bahaneler bulan Melih Gökçek, geçenlerde sular altında kalan İzmir’e salvo atışı yapmaktan kendini alamadı. O esnada biz Başkentliler ise kuvvetli olmayan bir yağış sonrası cadde ve sokaklara biriken suları yararak evlerimize gitmeye çalıştık. Yaya olanımız dizine kadar suya batmamak için balerin adımları attı, otomobil kullananımız ise Hovercraft kullanıyorum hissine kapılıp, suları yara yara yola devam etti.
Ne demişler, insan önce aynada kendine bakmalı! İzmir tıpkı Samsun, İstanbul, Rize gibi deniz kenarında ve bu mevsimde bol yağış veren iklim kuşağında. Ankara ise karasal iklime sahip bir bozkır kenti. Oralarda deniz taşabilir, dereler çağlayabilir ve şehre su yığılabilir ki, sık sık yaşanıyor. Ankara’da ise en büyük su birikintisi Gölbaşı ve Susuz Göleti’nde var ki, bırakın taşmayı kendine bile yetmiyor. Maharet denizi ve su kaynakları bol şehirlerde şehri Venedik’e çevirmek değil, kaynağı olmayan, hatta susuzluktan kırılan şehri sele teslim etmek de. Haksız mıyım Sayın Melih Gökçek!
YAP SATÇIDAN SAT YAPÇIYA
Son zamanlarda çevremizde olup bitene bakıyorum da, sanıyorum biz geleceğe yatırım kavramını yanlış anlamaya başladık. Nasıl mı? Örneğin konutta. Eskiden ev yapan müteahhitlere “Yap satçı” derdik, şimdi hepsi “Sat yapçı” oldu.
Bu yap satçı müteahhitler apartmanı inşa eder, en azından ince işlere geçerken daire satmaya başlardı. Arsa üzerinden satanlar ise kooperatifler olurdu ki, önce arsa alınır, sonra para toplanır ve ne zaman tamamlanacağı belli olmayan bir süreçte evler teslim edilirdi. Gerçi aralarında çakma ve işi yarım bırakan kooperatifler de olurdu, ama en azından üyelerin elinde nakte çevirebilecek arsa kalırdı.
Şimdi öyle mi? “Sat yapçı”lar maket üzerinden daire ya da villa satıyor, üç hatta dört yıl sonrasına anahtar teslimi sözü veriyor. Televizyon ekranları, gazete sütunları ve sokak billboardları bu sat yapçıların reklamlarıyla dolu. Bana öyle geliyor ki, sanki konut satışı üzerinden saadet zinciri kurulmuş gibi.
DİKKAT! ELDE BİR TEK MAKET KALABİLİR
Elbette ki “Sat Yap” işini layıkıyla yapan güvenilir birçok kişi ya da kurum var, ama bir yanlış dört doğruyu götürür misali aralarında işin sonunu getiremeyecekler de bulunuyor. Son yıllarda çok büyük, hatta finansmanı sağlam dediğimiz bir kaç kişi ve grup paraları kapıp, ortadan kayboldular. Tabii arkalarında mağdurlar bırakarak. Ben bu işi 1980’lerdeki bankerlik faciasına benzetiyorum. İçinde onlarca çalışanı barındıran lüks ofisler, albenisi yüksek reklamlar filan derken bankalardan daha fazla faizler veren bankerler bir anda ortadan kaybolmaya, bavulunu kapıp, yurt dışında soluğu almaya başlamıştı. Birikimlerini kaptıranlar ise çaresizlik içinde arkalarından baka kalmıştı. İşte konut işinde de bu tip kokular almaya başladım. Para musluğunun kesildiği bir süreçte gelecekte sahip olacağı konuta para yatıranlar iştah kabartan maketlerle yetinebilirler.
NE ERKENİ? TATİL İÇİN ÇOK GEÇ OLABİLİR
Konudan konuya atlıyorum, ama geleceğe yatırımda bir başka tehlikeyi de tatil turizmindeki “Erken rezervasyon” kampanyalarında görüyorum. Biliyorsunuz, beş ile 10 ay sonra yapmayı planladığınız tatil için şimdiden para ödemeye başlıyorsunuz, karşılığında da yüzde 40’lara varan indirimler kazanıyorsunuz. Yani kampanyayı düzenleyen seyahat şirketi ya da otel çok önceden aldığı parayla doluluk oranını garantilerken, sizlerde yüzde 40 indirimi garantilemiş oluyorsunuz. Aslında her iki taraf açısından da güzel bir girişim. Ancak madalyonun bir de diğer tarafı var. Erken rezervasyon yapan topladığı bu parayla sırra kadem basarsa ne olacak? Paranızın uçup, gittiği bir tarafa, programladığınız tatil de hayal olabilir. Onun için rezervasyonu yapacağınız seyahat şirketleri ile otellerin güvenilir olup, olmadığına bakmanızda fayda var. Allahtan bu kampanyayı yürütenlerin büyük kısmı güven telkin ediyor da şahit olduğumuz mağduriyetler azınlıkta kalıyor.
Tüm bu örneklerden sonra devlet yetkililerine de seslenmek istiyorum. Gerek konut işinde, gerekse erken rezervasyon işinde mağduriyetleri önleyecek yasalara ve denetimlere ihtiyaç var. Örneğin erken rezervasyon kampanyasını denetleyecek hiçbir mekanizma gelişmemiş durumda. Son söz , siz siz olun erken rezervasyon yaptırırken, sigorta yaptırmayı asla ihmal etmeyin. Hiç değil mi tatil yapacağınız oteli kaybetseniz bile paranızı garantilemiş olursunuz.
Paylaş