Burberry gibi dünya markaları Ankara AVM’lerine geliyor savaş daha da kızışıyor

İkİ hafta üst üste TÜRK Hava Yolları’nı ve alt marka olarak yarattığı Anadolu Jet’in Ankaralılara reva gördüğü muameleyi yazmıştım.

Özellikle de Avrupa ödüllü bir havalimanımız olmasına rağmen birkaç tarifeli sefer dışında Ankara’dan yabancı ülkelere neden direkt uçuş olmadığını sormuştum. Daha sonraki günler, benim bu haykırışıma birçok toplum örgütü de katılmıştı. Başta Ankara Giyim Sanayicileri Derneği Başkanı Canip Karakuş ve Ankara Sanayi Odası Başkanı Nurettin Özdebir olmak üzere birçok meslek odası THY yönetimini eleştirmişti.
Geçenlerde yol kenarlarındaki birçok dev reklam panosunda asılı duran Anadolu Jet afişleri dikkatimi çekti. Anlaşılan o ki, yazılarım ve beni bu konuda destekleyen örgütlerin başkanlarının eleştirileri etkili olmuş. Afişlerde Anadolu Jet, yurtdışına direkt uçuşların başlayacağı müjdesini veriyordu. Londra, Paris gibi dokuz önemli Avrupa şehrinin yanı sıra Tahran’a yakın bir zamanda direkt uçuşların başlayacağı duyurusunu yapıyordu. Gerçi bu seferlerin ne zaman başlayacağına yönelik bir tarih yoktu ama belli ki Anadolu Jet yönetimi alelacele duyuru yapma ihtiyacı hissetmişti. Alelacele diyorum, zira daha önce yeni uçuş güzergâhlarını tarih vererek günler öncesinden açıklayan yetkililer, ilk kez tarih belirtmeden direkt uçuşların yapılacağı şehirleri listeliyordu.
AVM’LERE DÜNYA MARKALARI GELİYOR GELMESİNE DE...
Gelelim esas konumuza... İngiltere’de doğup, ardından tüm dünyaya yayılan Burberry markası ülkemizdeki beşinci mağazasını Ankara’da açıyor. Sadece o mu? Ralph Laureen, Louis Vuitton, Harvey Nichols gibi dünya markaları da kısa bir süre sonra Başkentte boy gösteremeye başlayacak. İşte bu aşamada benim aklıma birkaç soru takıldı. Cevabını aradığım sorulardan ilki; ekonomik krizin etkilerinin halen atlatılamamış olmasına rağmen nasıl oluyor da lüks tüketime yönelik ciddi yatırımlar yapılabiliyor. Daha da açmam gerekirse, memur kenti olarak bilinen Ankara’da bu markaları satın alacak finansal yönden güçlü kitle var mı?
İkinci sorum ise daha farklı bir içerikte... Bu markaların hepsi neden cadde ve bulvarlar üzerindeki bağımsız yapılara değil de, alışveriş merkezlerinin içine açılıyor? Zira tüm dünyada üst sınıfa yönelen markalar o şehrin hareketli caddeleri üzerinde kendine ait bina ya da mağazada hizmet verirler. Buna karşın Ankara’daysa, her biri alışveriş merkezinin içinde yer alıyor. İsterseniz önümüzdeki dönem Ankara’ya yapılacak yatırımların neler olacağına da göz gezdirerek bu soruların yanıtını bulmaya çalışalım.
YAŞANAN REKABET MARKALAR SAVAŞINA DÖNÜŞMÜŞ DURUMDA
Bu markaların alışveriş merkezleri bünyesinde yer almasının başlıca sebebini şöyle açıklayabiliriz; Ankara’daki alışveriş merkezi rekabeti tam bir markalar savaşına dönüşmüş durumda. Mümkünse dünyaca ünlü bir marka, yoksa İstanbul da nam salmış bir işletme, AVM’lerin en büyük silahı olarak savaştaki yerini alıyor. Bunun için de AVM yönetimleri üst sınıf yatırımcılarla bir hayli avantajlı sözleşmeler imzalıyorlar. Örneğin Burberry, Ralph Laureen ve Louis Vuitton markalarını getiren Panora Alışveriş Merkezi, icraatını kira indirimiyle sınırlamayıp, bünyesinde özel düzenlemelere de gidiyor. Ana giriş kapılarının yanı sıra sadece bu mağazalara direkt olarak girilebilecek özel kapılar açıyor, VIP hizmet sunan valeleri devreye sokuyor. Tıpkı Harvey Nichols’u getiren Kent Park Alışveriş merkezi’nin uygulaması gibi.
İSLAMİ BURJUVAZİNİN OLMAZSA OLMAZI HALİNE GELDİ
Gelelim satın alan kitleye. Elbetteki sanayi, inşaat, tarım sektörleri derken gelir düzeyi yüksek bir kesim var ama hızla çıkış yapan başka bir kitlede lüks tüketime yöneliyor. Son yıllarda, klasikleşen kareli çizgileriyle vitrine çıkan Burberry’in en büyük alıcı kitlesinin İslami burjuvazi olduğu bilinen bir gerçek. Giyim, ayakkabı, çanta, eşarp, aksesuar başta olmak üzere, Burberry’nin birçok ürünü, tesettürlü yaşamı benimsemiş hanımlar tarafından kapış kapış satın alınıyor. O kadar ki, ürünün orijinali kadar taklitleri de piyasada leblebi gibi satılıyor.
Markanın yöneticileri de Müslüman ülkelerdeki bu trendin farkına varmış olacak ki, İngiltere’deki sezon açılışı defilelerinde mankenlerin başını süsleyen eşarplara sıkça yer veriyor. Hatta bu yılın modası boyunları saran snoodlar mağazalarının en görünür raflarında yerini alıyor. Hal böyle olunca, siyaset ve bürokrasinin AKP iktidarıyla bütünleştiği bir dönemde Ankara’nın Burberry için iyi bir pazar konumuna geldiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Zaten işin erbapları da Ankara sosyal yaşamına damgasını vuran tesettürlü hanımların en önemli alıcı kitlesini oluşturacağına kesin gözüyle bakıyor. Keza, Louis Vuitton gibi diğer markalarda da...
BU GİDİŞTE YÖNLENDİRME TABELALARI BİLE İNGİLİZCE OLACAK
Benim dikkatimi çeken bir diğer konu ise AVM’ler içindeki yerli markalara ait mağazaların gitgide yokolması. Gezdiğiniz koridorlarda mağaza isimlerine şöyle bir bakın, Türkçe isim taşıyanlar parmakla sayılabilecek kadar azaldı. Bunların bir kısmının özentiden ya da pazarlama stratejisinden dolayı yabancı isimler koyduğunu kabul etsek de, inanın çoğu yabancı menşeyli ürünleri satan mağazalardan oluşuyor. Özellikle çok iddialı olduğumuz tekstilde yerli üretimin ve markaların can çekişmesi, yerine yabancı markaların boy göstermesi ekonomimiz adına çok üzüntü verici bir durum.
Dahası, AVM sahipleri de yangına körükle gidercesine, yabancı markalara özel avantajlar sağlamayı marifet sayıyor. Bakıyorsunuz, yabancı markaları bulunduran işletmeler, kiradan reklamasyona kadar her konuda yerli markalarımızdan daha avantajlı imkanlara ulaşıyor. Bu gidişle de yakın bir süreçte alışveriş merkezlerinde Türkçe isme rastlamanız imkansız hale gelecek. Sinemanın ‘Cinema”, kulübün ‘Club” olarak yazıldığı bir bina da yönlendirme tabelaları bile İngilizce olursa şaşırmayın.
Gelelim işlek cadde ve sokaklara egemen olan savaşa... İster giyim, isterse yeme içme üzerine olsun kıyasıya bir rekabet almış başını gidiyor. Rekabet ise komşu dükkanlarla değil, AVM’lerle yaşanıyor. Bu sebepten dolayı birçok esnaf mağazasına kilit vurma aşamasına gelmiş durumda.
CAN ÇEKİŞEN HAREKETLİ CADDELERE DESTEK GELİYOR
Örneğin, Kızılay’ın Atatürk Bulvarı, Kavaklıdere’nin Tunalı Hilmi Caddesi, Bahçelievler’in yedinci caddesi ve bünyesinde barındırdığı mağazaları eski şaşalı günlerini özlemle anıp, ayakta kalmaya çalışıyorlar. Ancak bir gerçek de var ki, markasına yatırım yapan ve yeniliklere açık firmalarımız ise hareketli caddelerde daha avantajlı konuma geçiyor. Buna en güzel örnek de Beymen ve Vakko gibi yerli markalarımız.
Armada Alışveriş Merkezi’ndeki yerini francaise yöntemiyle bayisine terk eden Beymen, Tunalı Hilmi Caddesi’ndeki müstakil binasına geçince hem cirosunu, hem de müşteri sayısını arttırdı. Yine Armada da konuşlanan Vakko, işlek bir yolda bağımsız bina avantajının farkına varıp, Arjantin Caddesi’nin hemen girişinde yeni mağazasını açmak için kolları sıvadı. AVM içindeki yerini de muhafaza edecek olan Vakko’nun rekabet piyasasındaki mevzi sayısını artırıp, güçlendireceği yadsınamaz bir gerçek.
Yeme içme mekânlarında yaşanan rekabet ise biraz farklı seyrediyor. İstanbullular başta olmak üzere ülkemizin isim yapmış markaları ile uluslararası zincirin şubeleri Başkentte boy gösterdikçe Ankara doğumlu işletmeler vizyonunu geliştiriyor. Aslında bu rekabette müşteri olarak daha kaliteli hizmet almamızı ve mönü zenginliği yaşamamızı sağlıyor. Bunun yanı sıra Ankara’nın bağrından çıkıp, markasını oturtan işletmelerden bazıları da rekabeti başta İstanbul olmak üzere ülkemizin birçok şehrine yayıyor.
Medyadan takip ediyorsunuzdur; bu günlerde Gamze Cizreli’nin yarattığı Big Chefs ve Boğaç Üner’in kurduğu Quick China gibi markalarımız İstanbul’da fırtına gibi esiyor. Çok yakın bir zamanda onlara Bebek de açılacak Eat’n Joy kafe ile ünü tüm Türkiye’ye yayılan Mahmure- Süreyya Üzmez çiftinin hayat verdiği Trilye Balık restoranı da katılacak. Üstelik Ankara’dan doğan ve tüm Türkiye’ye yayılan yeme içme mekânlarımız bu kadarla da sınırlı değil.
BAŞKENT’TE DOĞDULAR İSTANBUL’DA BİLE ZİNCİR KURDULAR
Ünlü kukla ve gölge oyunu sanatçısı Hadi Poyraz’ın 1958’de açtığı Kukla Kebap, Adana, Mersin, Eskişehir, Konya derken tüm ülkeye yayılıyor. 1984 yılında küçük bir restoranda başlayan Tadım Pizza’nın ise İstanbul’da üç; Bursa, Adana, Antalya, Bolu ve Mersin’de birer restoranları bulunuyor. Karadeniz mutfağının vazgeçilmez lezzetlerinden olan pideyi, 1989 yılında Başkentliler ile buluşturan Sampi, bu lezzeti sadece Türkiye’ye değil, yurtdışına da ulaştırıyor. Sampi zincirinin şimdilerde 20 tanesi İstanbul’da olmak üzere 34 halkası bulunuyor.
TED Koleji’nden arkadaş Mehmet Ali Ertuğrul, Semih Apa ve Melih Özbayram’ın 2003 yılında kurdukları Kaptan Gıda, Türkiye’de bir ilke imza atarak, deniz ürünlerini Myfish ismiyle fastfood zincirine taşıdı.Bildiğim kadarıyla da Myfish’in bu günlerde Ankara ve İstanbul’da 4’er, Kayseri ve Eskişehir’de birer limanları bulunuyor.
Kuruluşu 1919 yılına dayanan Kocatepe Kurukahvecisi, 1996 yılında itibaren birbiri ardına açtığı kahve evleri ile dikkat çekiyor Yabancı kahve zincirlerine alternatif olarak açılan Kahve Evi   Kocatepe, franchise sistemi ile büyüdükçe büyüyor. Ankara, İstanbul, Denizli, Antalya, Kocaeli derken zincir mağaza sayısı 20 rakamına ulaşmış durumda.
Yazarın Tüm Yazıları