Paylaş
Aklıma hemen Kadir İnanır’ın yaptığı espri geldi. Yılların oyuncusu Kadir İnanır, bir gün Necef Uğurlu’ya gelip, “Fransızlar bana, ülkelerine yaptığım katkıdan dolayı Legion d’Honneur nişanı takacaklar” demiş. Başta Necef Uğurlu olmak üzere etrafındakiler ünlü sanatçıyı kutlama gayreti içine girerken de nedenini açıklamış: “Fransızca kökenli motivasyon kelimesini Türkçeye kazandırdığım için bu ödüle layık görüldüm” İşte Gökçek’in ödülleri de böylesine bir şey.
Gelelim esas konumuza. Tilkisi, kargası derken çeşitli hayvanlarıyla tanıdığım La Fontain’den Masallar kitabını, bir daha elime almamak için artık iki nedenim var. Birincisi Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’in icraatları, ikincisi ise Ritz Carton Otel’in sergilediği tutum. Ritz Carton’u sona bırakıp, Gökçek’le La Fontain’in ne gibi bir bağlantısı olduğunu aktarmaya başlayayım.
Safariden vazgeçtik eldeki kalsın yeter
Belediye Başkanı Melih Gökçek’in her yerel seçim öncesi yeniden seçilmesi halinde yapacağı işleri sıraladığı bildirgelerine tekrar göz gezdirdim. Aralarında “Zihni Sinir“ projelerini çağrıştıran bölümler bir hayli fazlaydı ama uçuk kaçık projeler arasında bir maddeyi dört seçimde de hiç ihmal etmeden kullanmıştı. Şimdi uçuk kaçık projeleri nelerdi diye soranınız çıkabilir; İçinde neler yok ki! Ankara’nın sekiz ayrı girişine dev heykellerden restoranlar yapmak, Ankara Kalesi’nin 150 metre uzağındaki Hıdırlık Tepe’de iki tane dev yolcu uçağını yaklaşık 50 metre yüksekliğindeki özel direkler üzerine oturtarak seyir terası ve restoran yapmak, Dısneyland kurmak, say say bitmiyor.
Peki, her seçim dönemi söz verdiği proje ne? Çubuk Barajı’nın yanında bulunan binlerce dönümlük ormanlık arazinin etrafını çitlerle kapatarak safari alanı haline getirmek ve başka bir bölgede de maymunlar cenneti yaratmak. Ancak üstü kapalı araçlarla gezilebilecek parkta, Afrika’daki safari alanlarında bulunan zürafa, fil, aslan gibi vahşi hayvanlardan oluşan sürüler dolaştırma hayali önümüzdeki seçimlerde de sürecek mi, bilemiyorum ama bugün hiçbiri Sayın Gökçek tarafından telaffuz bile edilmiyor.
Onları görmek ücretsiz ama!
Sanıyorum Tarım Bakanı Mehdi Eker sözlerin fazlaca havalarda uçuştuğunu anlamış olacak ki 19 Ekim 2011’de AOÇ içerisindeki hayvanat bahçesini Ankara Büyükşehir Belediyesi’ne devretti. Gökçek ve ekibi de bu devirden sonra temizlik, düzen ve hayvanların bakımına özel ilgi anlamında sözüm ona kolları sıvadı. Hatta devir esnasında büyük laflar bile edildi. Yaklaşık iki bin dönüm arazi üzerine inşa edilecek olan Ankara Hayvanat Bahçesi tamamlandığında, mevcut hayvanların yanı sıra pek çok değişik hayvan da getirilecek. Bunun yanı sıra hayvan gösteri merkezleri, safari alanları, hayvan hastanesi, lunapark ile tema park gibi tesisler de yer alacak. Proje tamamlanıncaya kadar da içinde 160 tür hayvan barındıran bahçeye giriş ücretsiz olacak.
Sizce bütün bunlar yapılır mı? Bence zürafaların bulunduğu alana üst geçit, aslanların olduğu yere alt geçit, kaplumbağaların gezindiği yere çok katlı bina yapılır da, doğal yaşamlarını sürdürecek yuva yapılması Allah’a kalmış. Neden mi? Biz Başkentte yaşayan vatandaşlar olarak belediyeden ne hizmet aldık ki, hayvanlar alsın.
Ata yadigarı unutulmaya gelmez
Hâlbuki Atatürk Orman Çiftliği Müdürlüğü’ne bağlı Hayvanat Bahçesi, ilk defa 1933 yılında kurt, tilki, çakal, ayı, domuz, süne, kımıl gibi tarıma ve halka zarar veren hayvanların teşhiri amacıyla kurulmuştu. Halk ilgi gösterince de Ulu Önder Atatürk, zamanın Tarım Bakanı Muhlis Erkmen’e, daha modern bir hayvanat bahçesi kurulması için direktif vermişti. O dönemki adıyla, Gazi Terbiye Enstitüsü’de 29 Ekim 1940 yılında bugünkü hayvanat bahçesini halkın hizmetine açmıştı.
Neyse biz dönelim Ankara’mıza... Kaç seçim dönemidir bizlere La Fontain’den masallar okuyan ve dolayısıyla uyutmayı beceren Gökçek, inşallah aynı tutumu AOÇ Hayvanat Bahçesi için sergilemez. Zira diğerleri hayaliydi ama AOÇ Atamızdan yadigar.
Bozkırı mesken edinen yüzgeçliler
Gelelim hayal dünyasından gerçek dünyaya. Medyadan takip etmişsinizdir, Avrupa’nın ikinci, Türkiye’nin en büyük akvaryumu Başkent’te açıldı. Üstelik altı bin metrekarelik akvaryumda 12 bin balık çeşidi var. Ayrıca Adrenalin Bölümü’nde de Ağaç Pitonu’ndan İmparator Akrebi’ne, Tarantula’dan Zehirli Ok Kurbağası’na, Komodo Ejderi’nden Tek Gözlü Kobra Yılanı’na kadar 250 çeşit sürüngen bulunuyor. Kısacası Türkiye’nin en büyük “Alışveriş Vadisi” nde bulunan NataVegaOutlet, Ankara’ya okyanusu getirmiş durumda.
98 metrelik uzunluğuyla Türkiye’nin en büyük, Avrupa’nın ise, ikinci büyük tünelli akvaryumu gerçekten görülmeye değer. Belki de hatırlatmama da gerek yok, zira başta çocuklar olmak üzere her gün binlerce ziyaretçinin akınına uğruyor. Hele hafta sonları iğne atsan yere düşmeyecek kalabalıklar oluşuyor. Önceleri ben de AVM’ye ziyaretçi çekmek için hazırlanmış küçük bir akvaryum zannediyordum, meğer kazın ayağı öyle değilmiş. Nata Holding’in sahibi Namık Tanık’ın anlatımına göre 17 milyon Euro’ya mal olan akvaryumdaki 4,5 milyon litreyi bulan su boşaltılıp da tekrar doldurulmaya başlanırsa 15 gün gibi bir süreye ihtiyaç duyuluyormuş. Bu hacmi şöyle de tanımlayabiliriz; Ankara’nın bozkırında içinde binlerce deniz canlısı bulunan küçük bir göletimiz var.
Akvaryumdaki adrenalin dünyasına dikkat!
Akvaryum bölümü belgesellerde izlediğimiz balık ve omurgasız canlıları yakından görebilme imkanın yanı eğitmenler eşliğinde dokunabilme olanağı da sağlanıyor. Dalış okulunda isteyen herkes balıkadam kursu da alabiliyor ve akvaryumun içinde eğitmenler eşliğinde köpek balıklarıyla dalış yapabiliyor. Burada akvaryum manzaralı aquacafe, hediyelik eşya mağazaları, dalış okulu, pet shop, balık besleme yem satış stantları, tuz mağarası ve fotoğraf çektirme alanları da var. Tuz Mağarası dedim de, astım hastalığı gibi birçok solunum yolu problemlerinin tedavisinde kullanılan Çankırı’nın meşhur tuz mağaralarının ufak bir örneği burada kurulmuş. Sizlere ufakta bir ikazım olacak. İçinde dünyanın en zehirli kertenkelesi Gila Canavarı’nın da bulunduğu Adrenalin Dünyası’nda gezinti, heyecanlandıracağı için, kalp hastaları ve hamileler için hiç uygun değil.
Pahalı konyağa ve boş vaatlere elveda
Son olarak La Fontain’den uzak durmamın ikinci sebebini de aktarayım. Yolunun İstanbul’daki Ritz Carton Otel’e hiç düştü mü bilemeyeceğim ama gittiğimde boğaz manzaralı akşam yemeğim, bir çok ünlü isimle aynı havayı solumamı sağlamıştı. Yemek sonrası, caz konserini dinlemek için otelin bar kısmına geçerken de iki meslektaşım bana eşlik etmişti. Ardından garsona içeceklerimizi sipariş etmiş ve koyu bir sohbete dalmıştık. Zamanın nasıl hızlı aktığını ise hesap pusulasıyla burun buruna gelince anlamıştık.
Hesap pusulasında yazan rakam karşısında önce şaşırıp, sonra da panik halinde garsona seslenmiştik. Birer bardak rakı ve kolanın fiyatı normaldi, ama bir kadeh konyağın karşısına yazılan 240 dolar oldukça abartılıydı. Alışmış olacak ki garsonun yüksek rakamı izah etmedeki seansı gecikmedi.
“Efendim, siz La Fontaine De La Pouyade Cognac içmişsiniz. 90 ile 110 yıllık bu konyağın şişesinin fiyatı iki bin 500 dolardır.”
Sinir sistemimiz felç olmuş bir halde: “Yahu insan ikaz edilmez mi? Biz size konyak dedik, siz bize adını bile yeni duyduğumuz bu içkiyi getirdiniz” itirazımız gecikmedi.
Sonuçta otel yönetimi, müşteri memnuniyetini gözeterek, özür dileyip, hesap pusulasındaki rakamı indirip rahat bir soluk almamızı sağladı. Buradan çıkacak ders, siz siz olun adını sanını bilmediğiniz yemek ve içeceklerden uzak durun. Şahsen, adını bile ilk kez duyduğum bir içki markasının sayesinde gözüm artık açık. Dahası tilkisi ve kargasıyla tanıdığım La Fontain’den Masallar kitabını, pahalı konyak ve Gökçek’in vaatleri yüzünden okumaya tövbe ettim.
Paylaş