GEÇEN hafta tüm medyada yer bulan caddelerdeki paralı park olayına farklı bir bakış açısıyla ben de değinmiştim.
Bahçelievler 7’inci Cadde, Kavaklıdere Tunalı Hilmi Caddesi, Yıldız Turan Güneş Bulvarı gibi ana arterlerde paralı park uygulamasına geçilmesine birçok kişi gibi eleştiri getirmiştim. İster 10 dakikalığına, isterse bir günlüğüne olsun yolun kenarına park eden araç sürücülerinden alınan 5 Lira’nın nelere yol açacağını da köşeme taşımıştım. Birçok okur ve sivil toplum örgütü de benimle aynı düşünceleri paylaşıyordu. Gelen iletiler arasında biri çok ilgimi çekti ki sizlerle paylaşmak istedim. Elektronik postayı atan okuyucunun adı Tuncer Yakut’tu ve şunları yazıyordu. “Sayın İpekeşen, caddelerin paralı park yeri haline dönüştürülmesi ile ilgili yazınız beni 1950’lere götürdü. İstanbul Aksaray’da Millet Caddesi’nin yapımına başlanmış, güzergahı kapatan asırlık çınar ağaçları kesilmişti. Doğal olarak basında (medya yoktu o zamanlar) kıyamet kopuyordu. Bu gibi olayları ağır eleştirisi ile tanınan Ref’i Cevat Ulunay’ın şu mealde bir yazısını hatırlıyorum: “Okuyucularım Aksaray’daki çınar katliamı için neden yazı yazmadığımı soruyor. İçim sızlayarak bu defa ağaç kesimini doğru buluyorum...” Burada hemen araya gireyim; Turhan Bey, adı ister Ref’i Cevat Ulunay olsun isterse başka biri, doğa katliamına sessiz kalan kişi benim gözümde bir hiçtir. Hele ki asırlık çınarların yok edilmesi tam bir cinayettir. Kısacası bu örneğiniz hiç hoşuma gitmedi. Neyse kaldığımız yerden devam edelim. “Ben de sizin yazınızdaki eleştirilere ve özellikle son 15 yılda iskân edilen Turan Güneş Bulvarı çevresinde neden park alanları ayrılmadığı yolundaki görüşünüze tamamen katılıyorum. Ama ne var ki: evim Turan Güneş’de… Ofisim de Tunalı Hilmi’de. Her sabah ve akşam 7,5 km. olan ev-ofis arasını arabamla en az yarım saatte alabiliyorum. Turan Güneş’de ilk iki trafik ışığı arasındaki bölümde ve Tunalı’da flâşörünü yakan istediği yerde istediği kadar duruyor. Sizin ne çektiğiniz umurlarında bile değil. Birinci sıra işyeri sahiplerince devamlı işgal altında olduğundan ikinci sıra yetmiyor üçüncü sıra, trafiği de keserek rahatça yapılıyor. Müdahale etmek için ya dayak ya kurşun yemeyi göze almak gerek. Polis ise ortada yok.” YORULDUĞU YERE HAN İSTEYEN GENÇLİĞE İYİ Mİ OLDU? “Çaresiz katlanıyoruz (ya da katlanıyorduk). Birden buralar paralı parka dönüştürüldü. Aman yarabbi caddeler tertemiz! Yol tam 15 dakika fark etti. 50 metre yürümeyi zul sayan, istediği yerde durmayı adet edinmiş, “Yorulduğu yere han isteyen” BMW ve Audi kuşağı gençlerimiz beş lira vermemek için artık durmuyor. Para her şey... Ne saygı, ne sevgi, ne usul ve nizama riayet... Akıl edenden Allah razı olsun, demek ki bu ülkede saygı sevgi ve vatandaşlık şuuru para ile satılan bir meta haline gelmiş. Umarım sürdürülebilir. Pek ümidim yoksa da, tamamen haklısınız, kendi hatasını vatandaşa yıkan bir uygulama, haksız, paramızla yaptıkları yerlerden bir kere daha para alıyorlar ama ben “içim sızlayarak” öyle mutluyum ki bilemezsiniz...” Tuncer Bey’in yazısının bu bölümü de ilgimi çekti. Zira bana “Okullar olmasaydı Milli Eğitim Bakanlığını ne güzel yönetirdim” diyen bakanı hatırlattı. Öncelikle Turan Güneş Bulvarı’na park edenler sırf lüks araçlar değil, Skoda, Fiat gibi otomobil markalarına sahip sürücüleri de var. Sonuçta onlar da bu 5 lirayı ödemek zorunda. Kaldı ki ben de evimden çıkıp aynı güzergahı kullanıyorum ve olağanüstü bir şey yoksa 8 ile 10 dakika arasında gideceğim yere ulaşıyorum. Sizin düşüncenizdeki en büyük yanlışa gelirsek. Vatandaşlık bilinciyle, ikaz tabelalarıyla, emniyet güçleriyle ve nihayetinde cezalarla bu sorun çözülemiyorsa çözümün parada aranması ne kadar üzücü... Bu yüzden bazı manevi değerlerini yitirmiş, maddiyatı ön planda tutan bir toplumsal yaşamın pençesinde değil miyiz? Bedava kömür, erzak ve gıda ürünü alıp oyunu bu avantalara göre atan vatandaşlarımız sayesinde birçok değerlerimizden fedakârlık etmiyor muyuz? Bu maddi getiriler yüzünden Başkent Ankara her geçen gün sevimsiz bir şehir haline dönüşmüyor mu? Caddelerin otobana, toplu taşımacılığın eziyete, sosyal hayatın tek düzeliğe dönüştüğü bir şehirde yaşamaktan mutlu musunuz? Bu rant ekonomisinin bizi nerelere götürdüğünün farkında mısınız? En iyisi sizlere birkaç ilginç örnekle işin nerelere vardığını anlatayım. RANT İŞİ ÖYLE BOYUTLARA GELDİ Kİ CADDE TEKSAS’A DÖNDÜ Cadde ve bulvarlarda toplanan bu otopark paralarının çok az bir kısmı vatandaşa hizmet götürmesi gereken belediyeninin kasasına giriyor. Esas parayı kazananlar buraları ihaleyle işleten kişiler. Nedense de bu kişiler Gökçek’lere yakın bir camiadan oluşuyor. Yakın diyorum, zira böyle bir uygulamanın ihalesi günler öncesinden herkese bilidirilip, üç gün önce kurulan şirketlere verilmezdi. Eminim ki böylesine yağlı ballı bir iş için yüzlerce girişimci kıyasıya yarışırdı. Ankara’nın cadde ve sokaklarında öylesine bir rant dönüyor ki dudaklarınız uçuklar. Örneğin son zamanlarda taksi durakları arasındaki kavgaları duymuşsunuzdur. Hele ki Arjantin Caddesi’ndeki silahların bile kullanıldığı son kavga işin hangi boyutlara geldiğinin tam göstergesi. Şu an mahkemesi görülen olayda iki taksi durağı caddeyi paylaşma kavgasına girmiş ve iki grup arasında silahların da kullanıldığı sokak kavgaları yaşanmıştı. Sebep ise ranttı. O caddenin kaymağını ben yiyeceğim çekişmesiydi. BUNA EKMEK DEĞİL HAVYAR PARASI DENİR Ortadaki rantın büyüklüğü ise ekmek parasının çok üzerindeydi. Zaten taksi, dolmuş ve Halk otobüsü sahiplerinin ekmek parası da bana biraz garip. Bir taksi devir plakasının 300 bin, dolmuş plakası devrinin bir milyon, halk otobüsü devrinin ise 1,5 milyon lira olduğu yerde buna ekmek değil, pasta değil, havyar parası kazanma denir. Bu kadar yüksek paraların ödendiği bir sektörde mal sahiplerinin dar gelirli olmasından bahsedilebilir mi? Ulaşım sektöründe ekmek parası peşinde koşanlar ise sadece ücretli olarak çalışan zavallı şoförler ve durağa kapağı atacak parayı bulamayan taksi esnafı. Bugün kurulu duraklardan birine gidip, satın almak istediğinizi söyleyin, bakalım ne cevap alacaksınız? İstenilen devir parası karşısında emin olun şaşkına döneceksinizdir. Sizi fazla merakta bırakmadan yeni AVM’lerden birinde yaşananlarla cevabını aktarayım. Bu AVM’nin önünde kurulan taksi durağına bir takım adamlar gelir ve bu durağı satın almak istediklerini söylerler. Alıcının arkası bir hayli güçlü olacak ki durak sahibi satmama fikrini sürdüremez. Sonuçta da çaresizlikten 700 bin lira ister. Israr, baskılar, üstü kapalı tehditler derken de 400 bin liraya el sıkışır. SADECE DURAK İÇİN 70 BİN LİRA ÖDEYEN TAKSİLER VAR Yeni durağın sahipleri ilk iş olarak bu AVM önünde çalışmak isteyen taksicileri karşısına toplar ve isteklerini bildirir. Bu istekler arasında taksi başına 70 bin lira ortaklık payı da vardır. Sonuçta yaklaşık 40 taksiciyle anlaşır ve 2,5 milyon lira para toplar. Yani verdiği 400 bin lira çok kısa sürede kendisine 6 katıyla geri döner. Ayrıca bu paraya her ay toplanan aidat dahil değildir. Şimdi elinizi şakağınıza koyup, bir düşünün bakalım. Sadece hava parası olarak 70 bin lira veren bir taksicinin boğaz tokluğuna çalıştığını düşünmek saflık değil midir? Tamam bütün duraklar bu kadar yüksek paralara üye almayabilir ama hepsinin de bir bedelinin olduğu aşikar. Gelelim madalyonun diğer yüzüne. Sizce ana arterlerin neredeyse her köşesine leblebi gibi dağıtılan durakların gelirinden Belediye, dolayısıya da vatandaş ne kazanıyor olabilir? Bizim vergilerimizle yapılan cadde, sokak ve kaldırımlardan bazı taksi esnafı rant sağlarken hepimizin sahibi olduğu belediye ne kazanıyor? Cevabı gayet basit... Koca bir hiç! O DA ESNAF BU DA AMA İMTİYAZLAR FARKLI Taksi esnafının, kasaptan, manavdan, bakkaldan farkı ne? Adam bir dükkan açacak, iskan ruhsatı, tabela vergisi derken birçok vergi veriyor, hatta kaldırıma işgaliye parası ödüyor. Ya taksiciler? Hepimizin olan caddelerde park edip, 5 kuruş ödemeden gelir sağlıyor. Pek ala bu işler Avrupa’daki gibi olabilir. Taksi durakları boş bir arsayı ya da garajı kiralayabilir, satın alabilir ve tüm vatandaşlara ait yolları işgal etmeyebilir. İsteyen telefonla ya da sokaklara konulan ziller yardımıyla taksi çağırabilir. İnanın Ankara’nın toplu taşım sorunları hallolsa bütün bunlar oluşacak ama Melih Gökçek sayesinde bir türlü hallolmuyor. Ücretli çalışanlar hariç, şoför esnafının neden Melih Gökçek’i çok sevdiklerini ve desteklediklerini anladınız mı? O yüzden de caddelerdeki 5 liralık otopark parasına karşıyım. ÇANKAYALI UYUMA ÇÖPÜNE SAHİP ÇIK Hazır yeri gelmişken başka bir konuya daha değineyim. Çankaya Belediyesi’nin çok güzel bir uygulaması var. Karton, naylon, cam gibi çöp gibi çöpler için ilçenin değişik yerlerine özel toplama varilleri koyuyorlar. Böylece de hem dönüştürülebilir artıkları ayıklama derdinden kurtulunuyor, hem de belediyeye gelir sağlanıyor. Sanıyorum bu atıkları da üç günde bir topluyorlar. Ancak bazı uyanıklar bu biriken atıkları kamyon, kamyonet gibi araçlarla akşam saatlerinde toplayıp, haksız kazanç sağlamaya başladı. Bu çöp toplama yerlerine dadanan bu hırsızlar para edecek bütün atıkları el çabukluğu ile araçlarına yükleyip, çalıyorlar. Benim esas dikkatimi çeken ise semt, mahalle, sokak derken orada yaşayanların sesini çıkarmaması. Hadi bu hırsızlara bulaşıp da başlarına bela almamak için ikaz etmiyorlar, en azından belediyeye bir telefon açıp ihbarda bulunamazlar mı? Göz göre göre hırsızlığa son vermek için bir telefon yeterli. Ben Oran semtinde oturuyorum ve akşam saat 22 sıralarında çöp toplama yerine dadananlarla mücadele ediyorum. Kaç kez ikaz edip, uzaklaşmalarını sağladım. Hatta bir süre de orada bekleyip, caydırıcı olmaya çalıştım. Ancak evime çıkıp, camdan baktığım da aynı hırsızların iş başında olduğu fark ettim. Belediye ye tavsiyem o saatlerde Oran tarafında bir gezinmeleri. Özellikle 27 ile başlayan plakaya sahip beyaz renk bir kamyoneti göz hapsine almaları. Adamlar o kadar yüzsüz ki topluca gelip, çevrede ne varsa alıp götürüyorlar.