Alkolsüz düğün töreninde bazı davetliler kafayı nasıl buldu
Paylaş
LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
Medyadan takip etmişsinizdir; Ankaralılar kısa süre arayla biri Sheraton Otel’de, diğeri de Rixos Otel’de gerçekleşen iki farklı düğüne tanık oldu.
İlkinde AKP Şanlıurfa Milletvekili Zülfikar İzol’un oğlu Mehmet Bozan İzol ile eski MHP Milletvekili Süleyman Sazak’ın kızı Ayşegül Sazak görkemli bir törenle evlendi, diğerinde de Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın oğlu Mücahit Arınç ile Ankaralı mütevazı bir ailenin kızı Kübra Yeliz Asker dünya evine girdi. Aslında her iki düğündeki gelin ve damat, modern yaşamın kurallarını özümsemiş gençlerdi. Eğitimleri, giyimleri, kıyafetleri ve yaşam tarzlarıyla çağdaşlığa dair tüm özelliklere sahiplerdi. Ama gel gör ki, düğün ve öncesindeki kına geceleri Ankara sosyal yaşamını gitgide teslim alan İslami tören modasının birer örneği gibiydi. Her ikisinin de kına gecesi Rixos otelde gerçekleşmişti ki gecede yaşananlar birbirinin kopyası gibiydi. Alkolün olmadığı gece boyunca kadın garsonlar, fotoğrafçılar ve teknisyenler sayesinde salona erkek sineğin bile girmesi engellenmişti. Hatta kadın dj bulanamadığı için müzik yayını yapılan kabin çarşaflarla kapatılıp, erkek dj’nin misafirlerle göz teması kesilmişti. Halbuki salonu dolduran hanımların yarıdan fazlası, tıpkı gelinler gibi çağdaş yaşamı özümsemiş hanımlardı. Zaten kına gecesine geldikleri kıyafetler de bunun en güzel ispatıydı.
EFSANE İSMİN TORUNU VE AŞİRET REİSİNİN OĞLU
Düğün törenleri ise ayrı bir alemdi... Salonların yarısında türbanlı eşler, diğer yarısında ise birbirinden şık saç modelleri ve tuvaletleriyle görüntü veren hanımlar boy gösteriyordu. Ben bunlardan sadece birine katılabildim ki o da yakın dostlarım olan Fatoş- Süleyman Sazak çiftinin kızları Ayşegül’ün mürvetini görmek için Sheraton Otel’de yapılana. Bilmeyenler için aktarayım, Süleyman Sazak, Gümrük ve Tekel Bakanı iken faili meçhul bir cinayete kurban giden MHP’nin sembol isimlerinden Gün Sazak’ın oğlu ve dünyanın sayılı inşaat firmalarından olan Yüksel İnşaat’ın ortağı. Damat ise en büyük Kürt aşiretlerden biri olan İzol aşiretinin lideri AKP Şanlıurfa Milletvekili Zülfikar İzol’un oğlu. Zaten her iki ailenin çapı bu kadar büyük olunca da nikah şahitlerinin Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Meclis Başkanı Mehmet Ali Şahin’in olması kaçınılmazdı.
IVANA SERT’İN DEKOLTESİ AŞİRET KADINLARININ TÜRBAN VE BİNDALLISI
Neyse biz dönelim düğün törenine. Sahnede, önce yöresel müzisyenlerin söylediği türküler ortalığı inletiyor, sonra da orkestranın icra ettiği yabancı şarkılara eşlik ediliyordu. Bir bakıyorsunuz davul, zurna ve zılgıtlar eşliğinde halay çekiliyor, bir bakıyorsunuz tempolu alkışlarla Seğmen oyunları oynanıyordu. Aslında ortaya çıkan görüntü tam bir Türkiye panoramasınıydı. Daha açık bir ifadeyle yaşananlar iki farklı yaşam tarzının ahenk içinde bir araya gelmesini yansıtıyordu. Üstelik gelenekçi ve çağdaş kesimin bir arada pek çok şeyi paylaşabileceğinin en güzel kanıtı gibiydi... Bir tarafta yırtmaçlı eteğiyle Ivana Sert, diğer tarafta bindallısıyla aşiret kadınları. Ancak o kısıtlamalar yok mu, o kısıtlamalar! İşte her şey o aşamada düğümleniyordu. Her iki düğünde de alkol yasaktı ve bazı hanımlar itinayla karşı cinsle el sıkışmaktan kaçınıyordu. Kaynaşmadaki ahengi bozan da bu ve buna benzer yaptırımlar oluyordu. Düğün töreni boyunca gördüğüm manzara şöyleydi: Başlarda tıka basa dolu salonun zaman ilerledikçe yarısı hep boş kalmaya başlıyordu. Üstelik nöbet değişimi gibi masalardaki birileri gelince diğerleri dışarı yöneliyordu. Türbanlı hanımların neredeyse tamamı bütün gece boyunca oturduğu yerden kalkmazken, diğer kesimin hanımları eşleriyle birlikte oturmaktan çok dışarıda olmayı yeğliyorlardı.
DAVETLİLER NEDEN SALONDAN OTELİN LOBİSİNE AKTI?
Bir ara ben de onların peşine düşüp salon dışına doğru hamle yaptım ki birçoğunun kapalı alanda sigara yasağından dolayı bahçe ve terasta duman gereksinimlerini karşıladığını anladım. Ama sigara içmek bu kadar uzun sürmese gerek diyerek daha bir alıcı gözle baktım ki ne göreyim; otelin barı ve lobisi iğne atsan yere düşmeyecek kadar kalabalık. O alanlar düğün töreni kapsamına girmediği için alkol yasağından etkilenmemenin avantajını sunuyordu.. Herkes kendi kesesinden parasını bastırıp içki siparişi veriyor ve bir iki kadeh içtikten sonra tören alanıyla bar arasında mekik dokuyordu. Zaten birçok davetlinin sahnedeki o dans figürleri ayık kafayla yapılacak cinsten değildi. Kısacası o düğünde Sheraton Otel, hem yemekli törenin yapıldığı salondan para kazanıyordu, hem de lobideki bar hizmetinden. Hatta diyebilirim ki lobideki bar faaliyete geçtiğinden beri en büyük cirosunu yapıyordu.
MESCİT TAMAM DA 5 YILDIZLI OTELLERİN BİR TEK MİNARESİ EKSİK
Bülent Arınç’ın oğlunun düğünündeki gelişmelerde bundan farklı değildi. Sanıyorum Rixos’un lobi barı da en çok işi alkolsüz düğün törenlerinde yapıyor. Şimdi aranızdan bazıları “Düğünde alkol şart mıdır ki bunu yazıyorsun” diyebilir. Cevabım; elbette ki değil... Benim vurgulamak istediğim AKP iktidarıyla beraber bazı şeylerin değiştiğini göstermek. Yıllardan beri beş yıldızlı otellerdeki düğünlere giderim ama son zamanlarda yaşananlara hiç tanık olmadım. Daha önceleri insanlar alkolsüz bir düğün yapacaksa ya buraları tercih etmez, ya da yapıyorsa da yasaklar koymazdı. Çok değil bundan birkaç yıl önce medya ‘beş yıldızlı otelde de mescit açmak olur mu?’ diye ortalığı inletiyordu. Ancak gel gör ki şimdi birçok otelin bu açılımdaki tek eksiği minare. Hatta kimi yedek bardak çanak takımlarını ‘hiç alkol değmemiştir’ diye öne sürerek toplantı salonunu pazarlamaya çalışıyor. Kına geceleri için de hanımlardan oluşan garsonlar ordusu kuruyor. Ne ilginçtir ki, bu hanım garsonların çoğunu normal zamanlarda otelin restoran ya da balo salonlarında gören yok. Belli ki büyük kısmı sadece bu tür organizasyonlarda kullanılıyor. Şöyle bir 10- 15 yıl öncesini bir hatırlayın. Kentsel yaşam da kına gecesi, çok şahitli nikah töreni gibi alışkanlıklar var mıydı? Daha da önemlisi ‘İslami sosyete’ diye bir kavram var mıydı?
BURBERRY VE HARVEY NİCHOLS GELİYOR YERLİ MARKALAR FERYAT EDİYOR
Daha önce de yazmıştım, Ankara’daki alışveriş merkezi rekabeti tam bir markalar savaşına dönüşmüş durumda. Mümkünse dünyaca ünlü bir marka, yoksa İstanbul da nam salmış bir işletme, AVM’lerin en büyük silahı olarak savaştaki yerini alıyor. Bunun için de AVM yönetimleri üst sınıf yatırımcılarla bir hayli avantajlı sözleşmeler imzalıyorlar. Örneğin Burberry, Ralph Lauren ve Louis Vuitton markalarını getiren Panora Alışveriş Merkezi, icraatını kira indirimiyle sınırlamayıp, bünyesinde özel düzenlemelere de gidiyor. Ana giriş kapılarının yanı sıra sadece bu mağazalara direkt olarak girilebilecek özel kapılar açıyor, VIP hizmet sunan valeleri devreye sokuyor. Tıpkı Harvey Nichols’u getiren Kent Park Alışveriş merkezi’nin uygulaması gibi. İşte bu yazımdan sonra posta kutuma birçok bilgi aktı ve madalyonun diğer yönüne bakmam için ikazlar geldi. Ankara üretimli markasını, bırakın Türkiye’nin dört bir tarafını, dünyanın bir çok ülkesine taşıyan ve başarıdan başarıya koşan tekstilci bir dostum, Alışveriş merkezlerinde izlenen politikalara değinmemi istiyordu. Büyük markaların dünya genelinde yüzlerce, hatta binlerce mağazası olduğundan dem vurup, üretimlerinin yüzde 90’ını Uzakdoğu’da yaptırdıklarını belirtiyor ve şunları söylüyordu:
YA FASONCU OLACAĞIZ YA DA UZAKDOĞU’YA TAŞINACAĞIZ
“Orada işçi maliyetleri Türkiye’dekinin onda biri oranında... Ayrıca hammaddeyi de çok ucuza alıyorlar. Bu sebeplerden kaynaklı maliyet farkı zaten var. Alışveriş merkezlerinde en iyi noktalar, çok düşük kira bedelleriyle yabancılara veriliyor. Bu şartlar altında bizim yabancılarla rekabet edebilmemiz çok zor. Yanlış uygulama sonucu, ortaya haksız rekabet çıkıyor. Biz bu ülkeye hizmet ediyoruz. Katma değeri bu ülkeye bırakıyoruz. Ancak yabancı firmalar, bütün ayrıcalıklardan yararlandığı gibi dekorasyonu bile kendi ülkelerinden getirerek hiçbir katma değer bırakmıyorlar. Alışveriş merkezleri ile ilgili yasal bir düzenleme lazım. Devletin yabancı markaların Türkiye’de daha güçlü olmasının önüne geçmesi gerekiyor. Bu şekilde devam ederse, Türk üreticiler ya fasoncu olacak ya da yabancılar gibi fabrikalarını Uzakdoğu’ya taşıyacak”
PERSONAL SHOPPING’DE BU GİZLİLİK NİYE?
Bir başka dostum ise gazetelere manşet olabilecek bir konuya eğilmemi istiyordu. Bu markaların etiket fiyatları bir kenara özel bölümlerinin incelenmesi gerektiğini vurguluyordu. Örnek olarak da Kent Park Alışveriş Merkezi’nde açılacak olan Harvey Nichols’un “Personal Shopping” yani kişiye özel bölümünden bahsediyordu. Bu markayı getiren firma AVM’nin girişinde tuttuğu büyük mağazaya ilaveten dört bin metre kare kapalı alana sahip özel bir bölümde yaratıyordu. Ana girişten farklı bir kapısı olan personal shopping’e kapalı garajdan özel asansörle girilebiliyordu. Daha doğrusu girileceğini söylüyordu. Yani aracıyla garaja giren kişi özel asansörle yukarı çıkıp, servis alacakmış. Kapıdan geçen müşteri ile elini kolunu sallayan herkesin alınmayacağı bu bölüm sadece VIP müşterilere hizmet verecekmiş. Şu sıralar da bu bölümde çalışacak seçmece personele özel eğitimler veriliyormuş.
KİMLER ÖZEL ASANSÖR VE GARAJI KULLANACAK?
İçinizden “parayı veren düdüğü çalar” diye geçirdiğinizi duyar gibiyim. Ama kazın ayağı öyle değil. İnsanlar lükse ve markaya neden yönelir? Başta başkalarına hava atıp, kendisini farklı bir yerde göstermek için. Eh bu kişiye özel bölümden alışveriş yapacak müşteri neden gizli gizli gelsin ki? Bilakis bu tip insanlar giydiğini, taktığını göstermek için can atmaz mı? Çevrenize şöyle bir bakın, marka saatini göstermek için ikide birde kollarını sıvayıp, saatine bakanlar, ayakkabısının tabanında yazan markayı göze sokmak için ayaklarını sehpaya uzatanlar yok mu? Hele burası sıcak deyip üzerindeki ceketi ya da hırkayı çıkarıp iç kısmını görünür şekilde asarak etiketi görünür hale getirenler az mı? O halde bu gizlilik niye? Ben kısmen de olsa cevabını biliyorum. Ankara’daki lüks ürün satan mağazaların birçoğu sokaktan geçen müşterilere değil, hatırlı dostlarına hediye almak için kolları sıvayan iş adamlarına hizmet veriyor. Bu hatırlı kişiler arasında bürokrat ve politikacılar kadar eşler de önemli bir yer tutuyor. Zaten eşlerdeki bu marka merakı inanın her şeye iç geçiren genç nesilde bile yok. Bakalım Harvey Nichols’un personal shopping’ine kimler gelip alışveriş yapacak?