TÜRKİYE'de uygulanan motorlu taşıtlar vergisi iyice komik bir hale geldi.
Esas itibariyle, motorlu taşıtlar vergisi bir servet vergisidir. Motorlu taşıt, alım ve satımı vergilendirildikten sonra, her yıl yeniden vergilendirildiğinde, sahip olunan servetin vergilendirilmesidir. Servet vergisi servetin değeri üzerinden alınır. Bizde ise, motor gücü verginin matrahını oluşturuyor.
Bildiğim Batı ülkelerinde ne bu çeşit bir vergi vardır ne de olan yerlerde bu çeşit vergiler bizdeki kadar yüksek oranlardadır. Bir çok arabanın kasko sigorta değeri göz önüne alındığında, yeni düzenlemeler sonunda motorlu taşıtlar vergisi bir arabanın kasko sigorta değerinin yüzde 8'ine ulaşabiliyor. Arabanın kasko değeri düştükçe bu oran daha da yükselebiliyor. Birçok ülkede katma değer ya da satış vergileri dahi bu denli yüksek değildir.
Gelir üzerinden vergi toplayamayan Türkiye giderek servet ve dolaylı vergilere abandı. Ekonomide çarpıklık yaratan en önemli vergiler de bu çeşit vergilerdir. Otomobil piyasasını canlandırmak için daha geçenlerde ikinci el arabaların satımındaki katma değer vergisini yüzde 1'e indiren devlet, bugün aynı arabanın yıllık vergisini yüzde 8'e çıkarmıştır. Bu yaklaşım tutarlı değildir. Eğer otomobil sektöründeki canlanma frenlenmek isteniyorsa, alım-satımdaki katma değer vergisi dahil, motorlu taşıtlar üzerindeki tüm vergiler artırılmalıdır.
Marjinal değişikliklerle vergi mevzuatında yapılan değişikliklere 'vergi reformu' demek giderek zorlaşmaktadır. Türkiye vergi mevzuatını A'dan Z'ye yeniden düzenlemek durumundadır.
Ücret artışları Merkez Bankaları için de çok önemli
İLGİLİ ya da ilgisiz, herkes asgari ücretin ne olması gerektiği konusunda fikir beyan ediyor. Aslında, asgari ücretin ne kadar artırılması konusunda en fazla fikri olması gereken kurumların başında Merkez Bankası gelir. Çünkü, fiyat istikrarını sağlamak ve kollamakla görevli Merkez Bankası'nın işini asgari ücretteki ayarlama zorlaştırabilir de, kolaylaştırabilir de. IMF'nin bu konuda dolaylı da olsa bir fikir beyan etmesi bu nedenledir.
1970'li yıllarda, tarihsel olarak fiyat istikrarını kollamakla ün salmış Bundesbank'ın (Alman Merkez Bankası) başına 1980 yılında dönemin Başbakan'ı Helmut Schmitt'in basın ve halkla ilişkiler danışmanı Karl Otto Pöhl getirildi. Bu atama çok tartışıldı. Merkez bankacılığını bilmemesi bir yana, iktisatçı dahi değildi.
Çok kısa zamanda Pöhl kurumsal geleneğe uydu. Fiyat istikrarını tehlikeye atabilecek hükümet uygulamalarını eleştirmeye başladı. Helmut Schmit'in adamı diye bilinen Bundesbank'ın yeni Başkanı herkesi şaşırttı. Bundesbank'ın en başarılı başkanlarından biri olarak tarihe geçti. Efsane oldu. İki Almanya'nın birleşmesi sırasında Doğu Alman Markı'nın Batı Alman Markı ile bire bir değiştirilmesi kararını yanlış buldu ve görevinden kendi isteğiyle ayrıldı. Avrupa petrol krizleriyle sarsılmıştı. Enflasyon tırmanma eğilimindeydi, işsizlik giderek artıyordu. Gelişmiş Batı ekonomileri ilk kez enflasyon ve işsizliği bir arada görmenin şaşkınlığını yaşıyordu.
Almanya'da durum pek parlak değildi. Enflasyon iki haneli rakamlara tırmanıyordu. İşsizlik kaygı vericiydi. İşçi sendikalarıyla ücret müzakerelerinde hükümet yüzde 5 gibi bir artış yapma eğilimine girmişti.
Bu ortamda, Bundesbank Başkanı Pöhl bir ticari bankanın düzenlediği bir seminere sürpriz konuk oldu. Alman Hükümeti'nin ücretlerin yüzde 5 artırılması yönündeki düşüncelerinin fiyat istikrarını büsbütün tehlikeye atacağını vurgulayarak hükümetin tutumunu eleştirdi. 'Eğer ücretler yüzde 3'ün üzerinde artarsa, Bundesbank da fiyat istikrarını sağlama adına gerekeni yapmaktan çekinmeyecektir' dedi. Pöhl'ün söylediklerini piyasalar ciddiye aldılar, hükümet almadı.
Alman Hükümeti Bundesbank'ın uyarılarını dinlemedi. Toplu sözleşmelerde ücretler yüzde 5 artırıldı. Artışın açıklandığı günün ertesinde Bundesbank kısa dönemli faizleri 1 puan artırdı. Hükümet zor durumda kaldı. Fiyat istikrarından ödün verilmedi. Ama, Almanya'da işsizlik olabileceğinden daha yüksek seyretti.
Petrol krizlerinin oluşturduğu ekonomik ortamda, enflasyonu en düşük ülkelerden biri Almanya olmuştu. İşsizliği en yüksek ülkelerden biri de Almanya'ydı. Hükümetler siyasi konumları dolayısıyla, bazı tasarrufları yapmakta serbesttirler. Ama, yasayla kendilerine verilen sorumlulukları yerine getirmek durumunda olan bağımsız kuruluşlar da seçimle gelmiş hükümetlerin yaptıkları tasarrufların maliyetlerini ödettirirler, ödetmelidirler.
Bugüne kadar Türkiye'de enflasyonla mücadelede başarısız olunmasının en büyük nedenlerinden biri hükümetlerin uygulamalarından doğan maliyetlerin sorumlu kurumlarca ödettirilmeyip piyasalarda oluşan ekonomik dengeler yoluyla pasif şekilde ödettirilmesindendir. Maliyet hep enflasyon olmuştur. Bu konuyu bir başka yazıda işleyeceğim.
Yıl biterken piyasalar sakinleşir
YILBAŞLARI şirketler için yarışın bir etabının bittiği ve yeni bir etabın başladığı dönemlerdir. Biten yılın muhasebesi kapanacaktır. Şirketin resmi çekilecektir. Yıl sonlarında elden geldiğince iyi poz vermeye çalışılır.
Şirketler üçüncü kişilere yıl sonu bilançolarıyla tanıtılacaktır. Bankalar yıl sonu bilançolarına bakarak şirketleri değerlendirecektir. Bağımsız denetim kuruluşları şirketlerin yıl sonu bilançolarını irdeleyeceklerdir. Kurumlar vergisi matrahı yıl sonu bilançoları üzerinden hesaplanacaktır.
Tüm yıl içinde yapılan faaliyetlerden bazıları kar sağlamıştır, bazıları zarara neden olmuşlardır. Riskler alınmıştır. Alınan kimi riskler çok paralar kazandırmıştır. Bazıları uykuları kaçırmıştır. Neden olunan zararlar başka işlerden kapatılmaya çalışılmıştır.
Yıl sonunda elden geldiğince iyi poz verebilmek için artık yeni riskler almanın zamanı geçmiştir. Aksine, elde edilen karlar bir kenara konur. Yeni pozisyonlar alınmaz. Yılın bitimine birkaç gün kala bilançonun görünümünü değiştirebilecek risklerden kaçınılır.
Bu davranışın piyasalara yansıması hacimlerin düşmesi şeklinde olur. Yıl sonuna doğru, para piyasalarında da, menkul kıymetler piyasalarında da hacimler düşer. Fiyat oynamaları azalır. Herkes hesabını son dönemdeki geçerli faizler ve kurlarla yapmıştır. Yıl sonu için kurlar da, faizler de herkesin kabulü haline gelmiştir.
Memnun olsun ya da olmasınlar, şirketler hesaplarını kapatacakları kur ve faizi bilmek isterler. Dolayısıyla, piyasaların oynaklığına yıl sonuna doğru izin verilmez. Bu piyasalarda çalışanlar için yıl sonuna doğru olan günler can sıkıcı bir dönemdir. Onlar için de, bugün yapacakları heyecanlandırmaz, yıl boyunca yaptıkları karlarla öğünürler ya da zararlara üzülürler.
Sicil affı geçmişi silmez
VERGİ affı, sosyal güvenlik primleri affı ve stok affı derken hükümet sicil affını da çıkarıyor. Yani, bir kez daha, şimdiye kadar yükümlülüklerini yerine getirmeyenler akıllı, getirenler aptal yerine konuyor.
Vergi affında vergilerini zamanında ödemeyenler kurtuldu. Sosyal güvenlik affında çalıştırdıkları kişiler adına primleri zamanında yatırmayanlar kurtuldu. Stok affında satışlarını kayıt dışında tutup masraflarını gösterip bilançolarında hayali stoklar tutanlar kurtuldu. Kar ettiği halde karlarını göstermeyip vergi de vermedikleri halde, hayali stokçular kurtuldu.
Sicil affında da, geçmişte verdikleri çek ve senetleri ödemeyenlerin kayıtları silinecek. Yani, kişi ve şirketler borçlarına sadık olmadıkları halde, sadıklarmış gibi muamele görmeleri sağlanmaya çalışılacak.
Sicil affı diğerlerinden biraz daha farklı. Devletle olan ilişkilerde, sicil affından yararlananlar mutlaka avantajlı olacaklardır. Çünkü, borçlarına sadık olmadıkları halde, devlet bu aftan yararlananları itibarlı olarak görmeye başlayacaktır. Ama, durum özel sektörde biraz farklıdır. Bir banka karşılıksız çek yazmayı adet haline getiren bir müşterisini sicil affı çıktı diye farklı muameleye tabi tutmaz. O kişiler bankalardan yine çek alamayacaklardır.
Çek ve senetleri geçmişte ödenmeyen firmalar sicil affı diye bankaların itibarlı müşterileri arasına giremezler. O şirketler kredi bulmakta zorlanmaya devam edeceklerdir.
Geçmişte aldıkları tüketici kredilerini ödeyemeyip hükümete baskı yapıp tüketici kanununda değişiklik yaparak faizleri indirten, buna rağmen borçlarını ödeyemeyen kişilere sicil affı çıktı diye yeni tüketici kredileri açılmayacaktır.
Sicil affıyla geçmişi iktisadi açıdan pek temiz olmayanların yeniden devletle çalışmasına olanak verilmektedir. Yani, devletin biraz daha çarpılmasının önü açılmaktadır.
Bunun dışında, sicil affı kişilerin ve şirketlerin geçmişini değiştirmez.