Paylaş
Önceki gece otomobil radyosundan dinlediğimiz BBC Dünya Servisi bülteninde Türkiye'deki cezaevi olayları ikinci haberdi...
Sadece dünyanın rutin felaketlerle dolu nispeten sakin bir gün geçirmesiyle izahı mümkün görülmeyen bu haber sıralaması kanımızca yeni bir küresel eğilimin işaretiydi...
İkinci Dünya Savaş yorgunu Batılı ülkeler ancak devletleri saldırgana karşı koruyarak barışı sürdürebileceği inancındaydı.
Birleşmiş Milletler'in temel işlevi bu çerçevede çizildi.
Ancak devletlerin birbirine saldırmaması savaşı önlemeye yetmedi...
Soykırımlar, insan hakları ihlalleri, gerilla savaşları...
Neredeyse büyük bir dünya savaşı kadar zayiata yol açar oldu.
O yüzden artık bireyler, vatandaşlar devletlere karşı korumaya alındı.
Önce Kuzey Irak'ta Kürtler, Bosna'da Müslümanlar, Kosova'da Arnavutlar. Onları korumak için ‘‘saldırgan devlete’’ karşı Birleşmiş Milletler bayrağı altında savaş açıldı, kan döküldü...
Onlar adına anlaşmalar imzalanıp savaş suçluları ilan edildi.
Tabiri caizse tek tek ağaçlar için orman yakıldı.
* * *
Dünyanın Türkiye'deki cezaevi olaylarına bakış şablonu da devlet-vatandaş eksenine oturuyor ve iki soru ön plana çıkıyor:
1) Tutuklu ve hükümlüler hangi yasalara göre cezalı?
2) Cezaevi koşulları insanca yaşam standardına uygun mu?
Demokrasisinde düşünce suçu gibi bir ayıp taşıyan Türkiye Cumhuriyeti haydi diyelim ki ilk soruyu ‘‘Hapistekiler terör suçlusu’’ diye geçiştirdi... Peki ya ikinci soru ne olacak? Meseleyi sadece devletin cezaevine egemen olması düzeyine indirmek doğru mu?
Cezaevi dediğiniz yer devletin arada sırada kontratakla koğuş basıp adam öldürdüğü... Kalan zamanlarda örgüt ve mafyanın hüküm sürdüğü düşman kalesi midir... O topraklarda ‘‘hukuk’’ ve ‘‘düzen’’, yani hukuk düzeni ne zaman kurulacaktır.
* * *
Bırakın vatandaşı polisin bile cezaevine bakışı bellidir:
‘‘Cezaevlerine, gerek idari gerekse güvenlik açısından bakıldığında birçok problem ortaya çıkmaktadır. Koğuş sistemi ile tutuklu ve hükümlülerin muhafaza edildiği bu yerlerde cezaları infaz olan kişilerin dışarıdaki faaliyetlerine hemen hemen yakın olarak hayatlarını sürdürmekte oldukları birçok kez müşahade edilmiştir. Polis takibinden uzak ve yakalanma korkusu olmadan, dışarıda henüz operasyona muhatap kalmamış elemanlarını da cezaevinden yönlendirmek suretiyle eylem yaptıkları görülmüştür. Yakalanmadan önceki hiyerarşik yapı içerisinde yer alan suçluların yakalandıktan sonra bir arada ve aynı koğuşta bulunmaları organizasyonun daha rahat hareket etmesini sağlamaktadır.’’
(Tolga Şardan, Milliyet Gazetesi 26 Nisan 1999)
* * *
Eğer bu devlet gerçekten devletse... Arada sırada efelenip cezaevlerine hákim olmaya çalışmaz. Kurar modern ve insanca yaşama uygun oda/hücre sistemini. Tutuklusunu, hükümlüsünü her gün sayar, islah eder.
En azından cezaevinde kan dökülmesi ayıbı da tarihe karışır.
Ama nerede öyle devlet...
Paylaş