Paylaş
Uğur Mumcu suikastına en azından bir ucundan karıştıkları kesinleşen eski tetikçi-yeni itirafçıların ifadeleriyle alınacak mesafe bellidir... Bu piyonlar cinayetin ancak nasıl işlendiğini anlatabilir, niçin sorusuna yanıt vermelerini beklemek mümkün değildir... Uğur Mumcu suikastında sadece polis tekniğiyle yetinilerek kurulacak neden-sonuç köprüsü Ankara-Tahran fay hattının oynaklığına dayanamaz.
Faili elde, nedeni meçhul siyasi cinayetler serisine bir yenisinin eklenmesi fazla anlam ifade etmez... Üstelik neden eksikliği bu ülkede Mumcu gibi düşünmeyenleri kafa akrabalarının cinayet işlediğine iknaya yetmez... Korkarız ki fikri cepheler arasında sağırlar diyaloğu yakındır.
* * *
Gelin tetikçilere, ifade açmazlarına takılmayalım... Çünkü, Türk polisi üstüne düşen görevi yerine getirmiş, cinayete karışan zanlıları yakalamıştır, tamam...
Ama unutmayın ki İran'la ilgili kuşkular çok daha eskidir.
İzninizle 28 Şubat sürecinin en tartışmalı günlerine dönelim...
Yer Genelkurmay, tarih 11 Haziran 1997, öğle suları...
Medyaya irtica tehdidiyle ilgili brifing sunan Genelkurmay İstihbarat Başkanı Korgeneral Çetin Saner'in İran'la ilgili analizini aynen aktarıyoruz:
‘‘Bunun yanı sıra; irticai kesimin, hedefine ulaşmak için İslami terör örgütleri ve başta İran olmak üzere uluslararası terörizme destek veren ülkelerle olan bağlantıları incelendiğinde durum özetle şu şekildedir. Şeriat esaslarına dayalı bir rejimin Türkiye'de kurulması için planlı olarak maddi ve manevi her türlü desteği sağlamaktadır. Bu çerçevede;
Terör eylemleri de icra eden radikal İslamcı gruplardan Hizbullah, Selam ve İslami Hareket örgütlerinin İran tarafından yönlendirildiği ve üst düzey yöneticilerinin İran'da eğitildiğine dair tespitler mevcuttur. Bir örnek olmak üzere, yakalanan bir İslami Hareket militanı, verdiği ifadede İran'da eğitildiğini ve Türkiye'deki İranlı diplomatlarla ilişki kurduklarını beyan etmiştir.
İran, Türkiye'de eylemlerde bulunan İslami terör örgütü militanlarına maddi destek, pasaport ve İran'da barınma imkánları vermektedir. Yakalanan bir Hizbullah terör örgüt militanı açıklamasında; Tahran'a dönen Ankara Büyükelçisi Ali Rıza Bagheri'nin Türkiye ile İran arasındaki tüm bağlantıyı sağladığını, elçinin ayrılışından sonra Ankara'daki bu görevi İstanbul'da bulunan İran başkonsolosunun üstlendiğini, kaçaklara para ve pasaport sağladığını, İran'da barınma ve bütün ihtiyaçlarının karşılanması için, görevlilere talimat verdiğini ifade etmiştir.
İran, Türkiye'deki irticai unsurları motive etmek için her türlü gayreti göstermektedir. Nitekim İran Devrim Muhafızları Komutanı General Rızai, televizyonda yaptığı bir konuşmada; iki cephede birden savaşabileceklerini bunlardan birinin ABD, diğerinin de batı komşusu olduğunu söyleyerek Türkiye'deki irticai unsurlara destek verdiğini açıkca ortaya koymuştur.’’
* * *
Peki her siyasi cinayetin arkasında İran'ı aramak sadece Türkiye'ye özgü bir paranoya mı?
Pek sayılmaz... İran'daki İslami rejimle mücadele eden muhaliflerin 1996 yılında internette açtıkları ‘‘İran kurbanları’’ sayfasında 48'inci sırada Uğur Mumcu'nun ismi var... Yine benzer amaçlı bir başka kuruluşun, İran Demokrasi Vakfı'nın 6 Mayıs 1996 tarihli açıklamasında daha fazla ayrıntı yer alıyor: ‘‘24 Ocak 1993, Ankara. İran rejimine karşı çıkan ünlü gazeteci Uğur Mumcu'nun Karlı sokak 63 numaralı evinin önünde aracına konulan bomba 13.36'da patladı. Baş zanlılar İran'ın desteklediği İslami Hareket örgütü ile üç İranlı diplomat.’’
Gördüğünüz gibi bu ülkedeki bir terör eyleminden İran'ın sorumlu tutulması ilk kez değil, sanki bir gelenek... Peki ama haklı veya haksız bu tür suçlamalar neden iç ve dış kamuoyunun en azından bir bölümüne son derece inandırıcı geliyor hiç düşündünüz mü?
Bu soruya yanıt ararken Türkiye'de siyasi İslam'ın silahlı propaganda ve suikastlara yöneldiği 1990'lı yılların başına dönmekte, o tarihteki Türk-İran bölgesel rekabetini anımsamakta yarar var... Yine belgelerle, analizlerle, ama yarına...
Paylaş