BUGÜN dünya tenisinin zirvesinde bulunan yıldızların çoğu tenis akademilerinde yetişmiş veya en azından akademilerde antrenman yapmışlardır.
Agassi, Williams'lar, Seles, Sampras, Pierce, Capriati, liste uzayıp gider. Ülkemizdeki tenisle ilgili herkesin bildiği en ünlü tenis akademisi BOLİTTİERRİ'dir.
Yetmişli yıllarda, o zamanın iyi tenisçilerinden Mert Ertunga ilk Türk tenisçisi olarak Florida'ya Nick Bolittierri'nin (Dünyanın en ünlü tenis teknik direktörü) yanına gitmişti. Ardından Gülberk Gültekin, Efe Üstündağ, Serra Olgaç, Büçke Yavuz, Erdem Yılmaztürk gibi ilk anda aklıma gelen bazı tenisçilerimiz de kısa süreli de olsa bu akademiye devam ettiler.
Burada Erdem'in babası Şakir Yılmaztürk'ün Bolittierri ile ilgili bir anısını kendi ifadesiyle anlatmak istiyorum: ‘‘Akademiye gittik. Nick bizzat Erdem'i izledi. ‘Oğlunuz çok iyi bir kabiliyet' dedi. Tam sevinmiştik ki,‘Bizde yüzlerce, dünyada onbinlerce böyle kabiliyet var. Önemli olan olağan üstü çalışmak ve sabretmektir. Bunu yapabilecek misiniz?' diye ekledi. Bunun mevcut eğitim sistemimize uymadığını anladık ve vazgeçtik.’’
Akademinin yerini tutmaz
Görüyorsunuz adamlar para gelsin diye önüne geleni tenis akademisine almıyorlar. Şimdi bizde de tenis akademileri dönemi başlıyor. Son on yılda tenis okullarının sayısı inanılmaz derecede arttı. Ama Türktenisiningelişimi için bu okullarkafi değil. Tenis okulları, tenis akademilerinin yerini tutmaz. Tenis okullarına genelde 6-14 yaş arası yetenekli, yeteneksiz her çocuk katılabilir. Ama tenis akademilerine, tenisten başarı beklentisi olan yetenekli ve daha önemlisi çok çalışmayı aklına koyanlar devam eder. Yaş ve kariyer farkı da vardır. Akademilerin çalışma düzeninden en ünlü profesyoneller bile yararlanıyorlar ve burada, genelde sorun olan antrenman partneri sıkıntısı çekmezler. Çünkü akademilerdeki oyuncuların çoğu, belirli bir tenis seviyesine ulaşmışlardır. Akademilerin diğer önemli farkı yatılı ve çok disiplinli bir kamp atmosferi sunuyor olmalarıdır.