Paylaş
Columbia Üniversitesi ve Fransız Ulusal Enstitüsü’nün 2016’da yaptığı bir araştırma, internette paylaşılan linklerin yüzde 59’unun tek bir kez bile tıklanmadığını gösteriyor.
Yani paylaşımı yapanların kendisi bile o sayfaya gitmemiş....
Örneğin 30 yıl öncesini düşündüğümüzde böyle bir durum herhalde pek söz konusu olamazdı.
Yani örneğin vapurda yanındakine bir gazete uzatıp “Şu habere baksana” diyen adamın o haberi okumadan bunu yapacağı düşünülebilir mi?
Bu durum insanların büyük bölümünün (bazı araştırmalara göre yüzde 80’den fazlasının) içeriklerin yalnızca başlıklarını okumasından kaynaklanıyor olmalı ki sosyal medya paylaşımlarında da içerik başlıkları ve bazen giriş cümleleri görünür oluyor.
Belki de insanların daha az vakte sahip olması, örneğin hareket halindeyken cep telefonlarından içerik tüketmesi bu noktada bir etkendir ama bence en önemli faktör, yeni medyada seçeneklerimizin alabildiğine çoğalması.
Zira dijitalin fiziksel mecralardan en büyük farklarından biri, okura/kullanıcıya çok daha fazla kontrol sunması.
Malum, dijitalde tam olarak istediğiniz içeriğe doğrudan ulaşabildiğiniz gibi, bu içeriği nasıl tüketeceğiniz konusunda da daha fazla imkana sahipsiniz.
Ekranı aşağı kaydırmak veya videoyu ileriye sarmak tek bir parmak hareketinize bağlı.
Göz ucuyla okumak, sayfada şöyle bir göz gezdirmek kuşkusuz kağıt gibi fiziksel mecralarda da mümkün. Ancak araştırmalar, “casual” (rahat, kayıtsız) tüketim alışkanlıklarının dijitalde daha yoğun gözlendiğine işaret ediyor.
Kağıtta araştırmacıların “odaklı” ve “derinlemesine” diye nitelediği bir okuma tarzı hakimken, dijital ekranlarda “göz gezdirme” ile anahtar kelimeler aranıyor, “çizgisel olmayan bir okuma” yöntemi nedeniyle insanı zaman zaman bağlamdan uzaklaştıran bir “tünel görüşü” ortaya çıkabiliyor.
Buradan hareketle dijitalde okurun kağıt okura göre tembel olduğu sonucuna ise varılmamalı.
Aksine, araştırmalar eğer dijital bir metin “hakkıyla” okunuyorsa, kağıtta okunan bir metne göre beyni daha fazla çalıştırdığını, çünkü bunun “bilişsel olarak daha karmaşık bir süreç” olduğunu söylüyor.
Dijital medyanın bence en devrimsel unsuru olan hyperlinkleri, yani tıklanabilir bağlantıları düşünürseniz, bunun neden böyle olduğunu anlamak kolaylaşır.
Çocukken Meydan Larousse veya Brittanica gibi ansiklopedilerde bir sayfadan diğerine atlardım.
Bugün benzer bir okumayı Wikipedia’da yapmak fiziksel olarak çok daha kolay olmak ve sizi çok daha büyük bir bilgi dağarcağına, daha hızlı ulaştırmakla beraber, beyninizi de daha fazla dolduruyor ve belki yoruyor.
Ama bu süreçte, kağıt gibi fiziksel mecraların sınırları belli “çerçevesi” yok olup, bunun yerine sayısız bağlantının ve düğüm noktasının oluşturduğu dallı budaklı bir tür ağaç, karmançorman bir sinir sistemi geliyor.
Bu yeni sistemde süreçler bilgiye erişmeyi kolaylaştırırken, onu hazmetmeyi zorlaştırıyor.
Çünkü sizin yerine düşünen, araştıran ve size hazır paketler olarak bilgiyi sunanlara (mesela ansiklopedi yayıncılarına) artık pek ihtiyaç yok.
Peki ya gazeteler?
Belki de okuru son 150 yıldır daha fazla tembelleştiren şey, kağıt gazetelerin birinci sayfalarıydı.
New York Times muhabiri John Darnton, “İleri yaştaki okurların gazetenin birinci sayfasını ‘dünün haritası’ gibi gördüklerini düşünüyorum. Times size en önemli şeylerin neler olduğunu anlatmak üzere tasarlanmıştı. Manşetin şeklinden, bir haberin sayfanın sağına mı soluna mı konulduğuna kadar birçok tipografik sinyalle doluydu” diyor.
Kağıt gazeteler son 20 yıldır dijitalleşmeyle beraber küçülürken, bugün de sitelerin anasayfaları benzer bir soruna doğru ilerliyor.
Bu sorunun temelinde, düşük giriş bariyerleriyle beraber üretimde artan rekabet ve dağıtım kanallarının bilhassa sosyal medya ile beraber elden çıkıp parçalanması var kuşkusuz.
Ama anasayfalar asıl büyük krizi, yapay zeka ve makine öğrenme ile beraber kişiselleştirmenin mükemmelleşmesiyle yaşayacaklar.
Tıpkı kağıt gazete birinci sayfaları gibi bir editör elinden çıkan anasayfaların da “ileri yaştaki okurlar” için bir gün bir nostalji vesilesine dönüşmesi mümkün.
Buna karşın gazeteler, ansiklopedi üreticilerinin aksine, hayatta kalma ve hatta büyüme imkanlarına da pekala sahipler.
Ama bunu başarmak için yukarıda saydığım dinamikleri esas alan dönüşüm süreçleri gerekiyor ki dünyada birçok başarılı örnek var.
Bu hafta yayınlanan ve Yeni Medya İletişim Ağı’nda paylaştığım iki yazı bu konuda farklı perspektifler sunuyor ( Gazetecilik öğrencileri, iletişimcilik profesyonelleri ve akademisyenlerle oluşturduğumuz bu ağa katılmak için bir e-posta göndermeniz yeterli: ekizilkaya@hurriyet.com.tr )
Editor & Publisher’da çıkan ilk yazıda, kağıt gazetelerin tasarımının ve örneğin kategori mantığı gibi farklı özelliklerinin dijital veriler göz önüne alınarak nasıl yeniden tanımlandığı anlatılıyor.
Eski medya, işlevini kaybettiği halde sırf geçmişten kaldığı için sorgulanmayan özelliklerle dolu, ki artık elimizde, kağıt dünyasına kıyasla çok daha fazla veri var.
Örneğin bu veriler, ister dijital ister kağıt ortamlarda olsun, en hızlı ve rahat okuma için gereken satır uzunluğunu net olarak söylüyor.
Bu verilerden yola çıkarsak, kağıt gazete sayfasının dokuz değil beş sütuna ayrılması lazım; ama fi tarihinde linotip dizgi makinelerinin kalıplarına göre tasarlanan ölçüler bugün de sırf gelenek olduğu için aynen sürüyor.
Bill Ostendorf adlı uzman, “Kağıt gazete yüzünü geleceğe dönmelidir. Tarihe dünü kayıt düşen belge olmak yerine, en premium ürünümüzü en güzel sunumla aktardığımız mecra olmalıdır” diyor.
İkinci yazı ise The Guardian’da çıkan bir röportaj: LA Times’ı satın alan Çin asıllı milyarder Patrick Soon-Shiong “tık avcılığı yerine kaliteli gazeteciliğe yatırım yaptığını” ve bunu “yüz yıllık bir plan olarak gördüğünü” söylüyor.
Ve şakayla karışık şöyle ekliyor: “Bugün çocuklar (eskiden olduğu gibi) plak almak istiyor. Hipster gençler de yakında kağıt gazete aramaya başlayabilir.”
Birçok ülkede, o ülkenin en büyük gazetesi olan köklü yayınların artan başarı eğrisi veya Amazon kurucusu Jeff Bezos’un Washington Post ile yaptıkları düşünüldüğünde, uzun vadede ne okurlar ne de yayıncılar için endişe etmeli.
Dijitalde ne istediğini bilen okur da, yayıncı da taşlar yerine oturduğunda çok şey kazanacak ve kağıt -kendini yenileyebildiği ölçüde-- anlamını koruyacak.
Peki ya işin “anlatı” tarafında “yaratıcı” roller üstlenenler, yani mesela yazarlar veya videograflar?
Yazıları okumadan paylaşan, spottan sonra ekranı hızla aşağı kaydırıp beşinci paragrafa göz gezdiren ve videoyu daha ikinci saniyesinde ileriye saranların çoğunlukta olduğu bir dünyada, özenle kurguladıkları bir hikaye anlatmaya çalışanların işi daha zor.
Ama yaratıcılık zaten zorluklardan beslenmez mi?
Paylaş