Paylaş
Nüfusu 5 milyon bile olmayan bir ABD şehri Los Angeles...
Ama 77 milyonluk Türkiye'den daha büyük bir ekonomiye sahip ve dahil olduğu California eyaleti dünyada yeni ekonominin kalbi...
Türkiye ekonomisinin başındaki Başbakan Yardımcısı Ali Babacan bugün o Los Angeles'ı "Altyapısı dökülüyor" diye eleştirdi.
Los Angeles'ın altyapı sorunlarına yönelik bir eleştiri New York Times'da geçen yıl çıkınca alay konusu olmamıştı.
Ama Babacan'ın açıklaması bizim sosyal medyada ve internet forumlarında alay konusu oldu hemen.
Neden?
Çünkü Babacan'ın yıllardır Türkiye'de iktidarın en önemli figürlerinden biri olarak yaşadığı Ankara, azıcık yağmurda yerebatan sarnıçlarına dönüşen alt geçitleri ve başka binbir türlü 'bug'ı ile altyapı konusunda dünyanın en başarılı başkenti sayılmaz.
Para yok diye mi? Hayır, bir idare meselesi bu.
* * *
Bakın, Ankara Belediyesi, inşa ettiği lunaparka reklam olsun diye etrafa dinozor heykelleri dikmek için 8.6 milyon TL ayırabiliyor.
Hem de belediye, bundan çok daha büyük bir parayı parkın kendisi için harcamanın yolunu, mahkemenin yürütmeyi durdurma kararına rağmen bulabiliyor.
Bu arada Mersin'de geçmişte CHP'li belediye başkanının yaptığı 35 milyon liralık park, "kamu yararı yok" diye yıkılıyor.
Dedim ya; paramız var, duruma göre "idare ediyoruz."
Siyasetçisi de, bürokratı da, mahkemesi de "idare ediyor."
İdare edemeyenler de var tabii ve sayıları giderek artıyor.
Mesela ekonomisi Los Angeles şehri kadar bile olmayan ülkemizde işsiz sayısı beş yılın zirvesine çıktı; artık neredeyse Latin Amerika ülkesi Uruguay'ın nüfusu kadar işsizimiz var: 3 milyon 259 bin.
Uruguay demişken...
1 Mart'ta görev süresi dolan Uruguay Devlet Başkanı Jose Mujica'nın, külüstür vosvosuyla gelip oturduğu o koltuktan, yine vosvosuna binip sessizce ayrılmasını hatırladım.
Ne diyordu "dünyanın en yoksul başkanı" Mujica?
"O eski manevi tanrılarımızı kurban ettik, şimdi Piyasa Tanrısı'nın tapınağını işgal halindeyiz. Hayatlarımızı o tanrı düzenliyor artık."
* * *
1 milyonluk makam aracı satın alan, ancak Hürriyet yazdıktan sonra "ibret-i alem için" aracı iade etme lutfunda bulunan Diyanet İşleri Başkanımız, yaldızlı cübbesi ve Dışişleri Bakanı'na denk protokol statüsüyle Mujica'ya hak verir mi acaba?
"Ne başkanlığı kardeşim ya, burası Uruguay mı?" diyen Prof. Dr. İlber Ortaylı gibi kızar mı yoksa Sayın Görmez bu sözleri duyunca, "jakuzi" lafını duyunca kızdığı gibi?
İstatistiklere göre dünyanın en çok çalışan halklarından birini yönetmesine rağmen bunca yoksulluğa, işsizliğe, israfa engel olamayan; yine de lüks içinde yaşamaktan gocunmayanların daha fazla güç istemesi ve ne pahasına olursa olsun bunu zorlaması çok normal.
"Filozof başkan" Mujica ise bu tür iktidar sahiplerinin acıklı halini şöyle tarif etmişti:
"Bir saraya, kırmızı halılara ve etrafınızda 'Evet efendim' deyip duran insanlara ihtiyacınız olduğunu düşünüyorsanız, bence bu berbat bir şeydir."
* * *
Ama merak etmeyin; devir değişiyor, dipten gelen bir dalga büyüyor ve zamanın ruhu başka kehanetler fısıldıyor artık...
Zaten bu yüzden Türkiye'de siyasi partiler de dönüşüyor, vaatleri çeşitleniyor, tartışma alanı tüm baskılara rağmen genişliyor.
İktidarından muhalefetine tüm seçim bildirgelerine baktığınızda, şeffaflılığı ve çoğulculuğu mecbur kılan bir toplumun gündelik taleplerine uyum çabasını görüyorsunuz. Bu, dünyaya da bir uyum çabası aslında.
Fakat ne tuhaf, 2000'lerin başında Türkiye'nin ve dünyanın değişen dinamiklerine en hızlı uyum sağlayan siyasi figür olan Cumhurbaşkanı Erdoğan, bugün zamanın ruhu ile pek uyumsuz bir tablo çiziyor. Adeta kavga ediyor onunla...
"Bakın İtalya koalisyonu yasaklayan yasa çıkardı. Bunların vaadi ise koalisyon," diyor bugün mesela...
Keşke bizlere İtalya'yı örnek göstermeden önce, çöp dağlarıyla meşhur Napoli'yi de Babacan'dan öğrenmiş olsaydı Cumhurbaşkanı...
Ve hep koalisyonlarla yönetilen Almanya'nın nasıl dünyanın en büyük, en etkin, en demokratik ekonomilerinden birine sahip olabildiğini de anlatsaydı bir toplu açılış töreninde..
* * *
Sonuçta, şüphe yok...
Gezi Parkı protestolarında tüm dünyanın tanıştığı, ama ilk sinyallerini tüm Avrupa'da olduğu gibi Türkiye'de de çok daha önce veren bu taze yerel dinamikler, uzun vadede ülkemizde demokrasinin "muasır medeniyeti" yakalamasını ve bir gün aşmasını da sağlayacak.
Çünkü meyvenin dalda geçirdiği süre nasıl hayatın doğal akışının gereğiyse, bizim demokrasimiz de bu tür sancılı dönemlerde zaman kaybetmiyor aslında; olgunlaşıyor. Büyürken onu korumak, ama ne olursa olsun dalından koparmayıp sabretmek gerekiyor.
Latin Amerika'nın en az yolsuzluk yapılan ülkesi olan, dünyada en özgürlükçü ve yaşam kalitesinin en yüksek olduğu ülkeler arasında sayılan Uruguay'ın "Harun gibi gelip Harun gibi giden" başkanı Mujica şöyle açıklıyor bunu:
"Öyle baharlar gördüm ki sonu korkunç bir kış oldu. Biz insanlar topluluk halinde yaşamayı sever, yalnız yapamayız. Hayatlarımız topluma bağlıdır. Sokaklara barikat kurmak, bir hükümeti değiştirmek başka şeydir; hep beraber daha iyi bir toplum yaratmak başka şey. İkincisi; örgütlenme, disiplin ve uzun vadeli çalışma ister. Bu ikisini karıştırmayalım. Şunu söylemek isterim: Gençlik dolu o enerjiye sempatim var, ama o enerji olgunlaşmadıkça bir hedefe varamaz."
Paylaş