Paylaş
New York Times Magazine'de 31 Ocak'ta yayınlanan bir makalede, "House of Cards" dizisi ve yaratıcıları ele alınırken, "umut sonrası siyaset" kavramı ortaya atılıyordu.
ABD Başkanı Barack Obama'nın "umut" söylemiyle iktidara gelmesinden altı yıl sonra Washington DC'nin siyaset koridorlarında pek bir şey değişmiş sayılmıyor.
Söz konusu dizi, halkın "var olmasını istediği değil, var olduğundan gizlice korktuğu" bir Amerikan hükümetini karanlık bir dille resmediyor.
İkinci sezonunun tüm bölümleri şubatta Netflix'ten yayınlanan (ki bu açıdan geleneksel televizyonu sarsan bir devrim de yaratan), özellikle başroldeki Kevin Spacey'nin döktürdüğü bu büyük prodüksiyonu sanki günümüzün Machiavelli'si yazmış, Shakespeare'i yönetmiş gibi...
Spacey'nin canlandırdığı Frank Underwood karakteri tüm acımasızlığıyla siyasette hızla yükselirken birçok aforizma yumurtluyor. İkinci sezonu da bitirdikten sonra not aldıklarım şunları:
"Gıda zincirinin tepesine tırmanmaya çalışan bizim gibileri için merhamet diye bir şey söz konusu olamaz. Tek bir kural vardır: Avlamazsan avlanırsın."
"Benim ikiyüzlü olduğumu mu düşünüyorsun? İtiraz edemem. Çünkü iktidara giden yol, ikiyüzlülükle döşenmiştir. Ve zayiatla..."
"İktidar, emlak gibidir. Tamamen lokasyona bağlıdır. Kaynağa yaklaştıkça, değeri artar."
"Bazıları iktidara biraz yakın olduklarında, onu bizzat kullandıklarını zannederler."
* * *
İktidarın nihai amacı iktidarı sürdürmek olduğunda, kamusal siyaset bunu örtmeye yarayan bir araçtan, içi boş bir söylemden ibaret hale gelir.
"Millete hizmet" veya "ülke çıkarları" gibi muğlak ifadelerle örülür bu söylem...
Ve ancak nihai hedef olan iktidarın sürdürülmesiyle örtüştüğü ölçüde eyleme geçirilir.
Sadece bugünün ABD'sinde değil; her zaman, her yerde bu işin doğası böyledir:
Mesela, Avrupa'nın Machiavelli'sinden bir asır önce İslam dünyasını aydınlatan İbn-i Haldun, asabiyet (birbirine kenetlenmiş toplumsal güç) sayesinde liderliğe yükselmiş standart bir siyasetçinin dönüşümünü Mukaddime'de şöyle anlatır:
"Bu makama geldikten sonra (insanda mevcut olan) hayvani tabiatın bir sonucu olarak büyüklenme ve kibirlenmeye kapılır, (yönetimi) diğerleriyle paylaşmaya yanaşmaz ve onlar üzerinde tahakküm kurarak despotluğa yönelir. (...) Böylece diğer asabiyetlere yönetimde hiçbir söz hakkı tanınmaz ve tahakküm altında olmalarından dolayı onların da yönetime katılma ve bunun için mücadele etme cesaretleri yok olur."
* * *
Tüm bunları yazdıktan sonra konuyu 30 Mart yerel seçiminin sonuçlarına bağlayıp House of Cards'dan da karanlık bir tablo çizecek değilim.
Tam aksine, tüm bunlar doğru olsa da iyimser olmayı sürdürmek için hâlâ yeterince neden var.
Şöyle ki...
Buraya kadar anlattıklarım, sadece siyasetçinin bir birey olarak varoluşuna ve öz niteliklerine dairdir.
Ama bir de siyasetçinin ötesinde, onu denetleyen, yüzyıllar içerisinde farklı kurumlar ve süreçler geliştirerek "asabiyetini" güçlendiren bir toplum var.
Türkiye'de siyasetin tüm odakları kendi iktidarlarını sürekli hale getirmek için ne denli çaba harcıyor ve bu iktidar mücadelesinde birbirlerine ne kadar acımasızca saldırıyor olursa olsunlar...
...toplum bu seçimde de gerekli "balans ayarını" sandıkta sessizce yaptı.
İktidar partisi, anti-demokratik eğilimleri ve yolsuzluk iddiaları nedeniyle milyonlarca oy kaybetti.
Buna karşın toplum, muhalefetin büyük partilerine de sırtını dönerek net bir mesaj gönderdi:
Liberal Parti'nin ve TKP'nin ilk kez belediye kazanması...
...kadınların ilk kez büyükşehir belediye başkanı olması...
...ve Türkiye ilçe haritasına bakıldığında adeta bir mozaiğin görülmesi, toplumun, tek tipleştirici siyasetçiye sessizce verdiği çok seslilik mesajıydı.
İlçe ilçe seçim sonuçları haritası. pic.twitter.com/gzvkF7SdxJ
— Y. Emre Kocabasoglu (@Kocabasoglu) March 31, 2014
O yüzden, Türkiye'de bugünün siyasetçileri ne yaparsa yapsın, bunca devleti kurup gerektiğinde yıkmış bir asabiyete sahip bu toplum var oldukça siyasetten umut kesilmez.
...ki kendileri de o toplumun bir parçasıdırlar...
Paylaş