Paylaş
*
Pek çok insan, dünya hayatının geçici ışıltısına aldanıp istek ve arzularının peşinde yok yere tüketir ömrünü. Tıpkı bir yaprak misali savrulur durur yaşam içinde. Bir gün öleceği gerçeğini unutup ölüm sonrası için kayda değer bir hazırlık yapmadığı gibi, değersiz ve anlamsız bir şekilde yaşar hayatını. Oysaki ölüm, yaşamın ikiz kardeşidir. Yaşamla birlikte var edilmiştir. Alınan her bir nefesin yarısı yaşam, yarısı ölüm için alınır. Ölüm, bize bu kadar yakındır.
Ömür, anne karnı ile toprak altındaki iki karanlık arasında yakılan bir kibrit alevi gibidir.
CESARETİMİZ VAR MI?
Alev almasıyla sönmesi an meselesidir. Göz açıp kapar gibi geçecek ve bir gün son bulacaktır. Uyanmak için uyumak gerekiyordu önce. Ölmek için yaşamak. Ve biz yaşıyorduk. Yaşıyorken de uyuyorduk. Derin bir uyku içindeyken kendimizi yaşıyor sanıyorduk.
Bu gerçek ile yüzleşmeye, dünya uykumuzdan uyanmaya ve yaşamımızı sorgulamaya cesaretimiz var mı? Eğer yok ise yaşantımıza kaldığımız yerden devam ederek bizim için ayrılan sürenin sonuna gelebilir ve hiç ölmeyecekmiş gibi yaşayıp hiç yaşamamış gibi ölebiliriz. Kaçınılmaz olan ölüm ile yüzleşmeden önce, yüzleşelim kendimizle.
FARKLI HİKÂYE, AYNI SON
Bir su damlacığı olarak anne karnında başlayan ve koşuşturmaca içinde geçerek bir göz açıp kapama misali son bulan yaşamlarımız. Aynı başlangıç, farklı hikâyeler, aynı son. Peki, bizi farklı kılan ne? Nasıl bir hikâyemiz olsun ve bu hikâyemizin sonu nasıl bitsin istiyoruz? Ölümle yüzleşmeden önce, yüzleşelim kendimizle.
*
İnsanların gündelik yaşantılarına baktığınızda nelere ilgi duyduklarını, ne tür sorular sorduklarını görüyor ve nasıl olup da asıl sorulması gereken soruları sormadan yaşamlarını sürdürebildiklerine hayret ediyorsunuz.
Dünyevî pek çok şeye karşı yoğun bir ilgi ve merak duyar insan. Kendine fayda sağlayıp sağlamayacağına bakmadan sayısız şeyi merak eder de hayatı boyunca bir kez olsun ‘Neden var oldum?’ ya da ‘Varlığımın bir amacı var mı?’ diye sormaz kendine. Oysa ünlü filozof Sokrates’in de hatırlattığı gibi: ‘Sorgulanmamış bir hayat yaşanılmaya değer değildir.’
DÖVİZ Mİ, ALTIN MI DERKEN
Öyle ya kaçımız sorgulamışızdır hayatı? Kimim ben? Neden varım? Varlığımın bir amacı var mı? Varlığımın sonsuz olmadığını biliyorum, peki ya öldükten sonra bana ne olacak gibi pek çok soruyu sormadan, göçer gideriz bu hayattan.
Aslında insan için daha önemli bir soru yoktur hayatta. Çarçabuk geçecek olan dünya hayatıyla ilgili soruların ve cevapların hiçbir değeri bulunmamaktadır, sonsuz yaşamını belirleyecek soru ve cevapların yanında. Dünyevî tüm soru ve cevaplar ölümle birlikte anlamsızlaşacak ve kişiye hiçbir fayda sağlamayacaktır. Hangi yatırımın daha kârlı olacağı; dövizin mi yoksa altının mı yükselişe geçeceği, bu senenin modasının ya da popüler renklerinin ne olduğu, derbi maçlarının nasıl sonuçlanacağı, bu yıl kimin şampiyon olacağı ya da müptelası olduğumuz bir dizinin izleyenlerine nasıl bir final hazırladığı gibi pek çok soru anlamsızlaşacaktır. Şöyle söylüyordu meşhur Gazzâlî: ‘Mezardakilerin pişman olduğu şeyler için, dünyadakiler birbirini yiyor.’
MIZRAKTAKİ KEFEN
BÜYÜK Hükümdar Selahattin-i Eyyübi, dünyadan göçme zamanının geldiğini anlayınca Şeyh-ül İslâm’ı çağırır ve şöyle sorar ona: m “Bir insan öldüğü zaman ne kadar kefen gerekir?”
- “Altı arşın hükümdarım.”
Bir mızrak ve bir kefen getirilmesini ister. Bir asker çağırıp:
- “Bu kefeni mızrağa tak. Bağdat sokaklarında dolaş ve şöyle de: ‘Ey ahali! Ülkeler, servetler sahibi Selahattin-i Eyyübi yalancı dünyadan ebedi âleme şu kefenden başka servet götüremiyor, ibret alın!..’
LÜTFEN ÖLÜMÜ HATIRLATMAYIN
ŞÖYLE söylüyordu meşhur yazar Tolstoy: ‘Hayatı anlamayanlar ölümü hatırlamayı arzu etmezler. Çünkü bu hatırlama onlara, yaşadıkları hayatın aklî vicdana uygun düşmediğini gösterir.’
Pek çok insanın Allah’a inandığını ifade ettiğini ancak yaşantılarına baktığınızda sanki Allah yokmuş gibi bir yaşam sürdükleri görüyorsunuz. Derin bir uykudalar sanki. Ölümü hatırlamak ve ölüm üzerine düşünmek istemiyorlar. Çünkü ölümü düşünmenin yaşadıkları anın tadını kaçıracağına inanıyorlar. Bu durum, insanların hem yaşam hem de ölüm hakkındaki bilgisizliklerinden kaynaklanıyor. Ölümü düşünmemek, ölümden kurtarır mı insanı? Biz ölümü düşünmesek de ömür sermayemiz tükendiğinde gelip el koyarlar bizdeki emanete. Pek çok insan yaşarken mezar yeri satın alıyor kendine. Öldükten sonra ortada kalmayalım, yerimiz belli olsun diye. Kendine yer hazırlıyor ama kendini o yere hazırlamıyor çoğu kimse. Şöyle söylüyordu Shakespeare: ‘İnsanların çoğu ölmekten korkuyor, ölüme hiç hazırlığı olmadığı için.’
- “O kaçmakta olduğunuz ölüm, işte o, size mutlaka ulaşacaktır. Sonra, görülmeyeni de görüleni de bilene döndürüleceksiniz. O, size yapıp etmiş olduklarınızı haber verecektir.” (Cuma suresi 8)
CANLILARLA ORTAK PAYDAMIZ
ÖLÜM bize sandığımızdan çok daha yakın. Aslında insanın bırakın geleceğe dönük olanları günlük planlarını bile gerçekleştirebileceği garanti değildir hayatta. Sabah evden çıktığımızda eve tekrar döneceğimiz, uygun fiyatlı olsun diye erken rezervasyon yaptığımız tatilimize çıkabileceğimiz garanti değildir. Diğer tüm canlılarla ortak olan tek bir paydamız vardır: Ölüm! Şöyle söylüyordu Gazneli Mahmut: ‘Yoklansın kafası mezarda her ölenin. Farkı var mı bakalım, hükümdarla kölenin?’
Ölüm, ortak kılar tüm canlıları. Üstünlükleri ortadan kaldırarak herkesi eşit hale getirir. Kişi ayrımı yapmaz. Gelmeden önce randevu almaz. Şarkılardaki gibi ‘bir ihtimal daha’ değildir. Kesindir. Hatta hiç farkında olmasak da bu satırları okuduğunuz birkaç saniye içinde, birkaç insan öldü bile yeryüzünde.
ÖLÜMÜN YAŞI YOK
Araştırmalara göre her saniye ortalama bir insan hayata gözlerini yummaktadır. Bugünün sonunu getirdiğimizde on binlerce kişi daha buna katılacaktır. Peki, bu insanlardan biri olmamamız için ne sebep var sizce?
Erken ya da geç değildir hiçbir ölüm. Olması gerektiği zamandadır sadece. Vakti dolup da bittiğinde kula verilen ömür, insanlar onu genç ya da ihtiyar görür. Bu gerçeğe şu sözleri ile dikkat çekiyordu Ebû Türâb Nahşebi: ‘Bugününü düşünme, dün geçti, yarın var mı? Gençliğine güvenme, ölenler hep ihtiyar mı?’
Ölen kişi kim olursa olsun ister bir devlet başkanı, zengin bir iş adamı ya da sıradan biri. Geride bırakır şanı, şöhreti, unvanı, malı. Er kişi ya da hatun kişi niyetine kılınır namazı. Victor Hugo’nun da söylediği gibi: ‘Ölüm bu, ne hükümdar tanır, ne soytarı; herkesi aynı iştahla yutar.’
Paylaş