OSMANLI döneminde gariban köylünün birinin sekiz oğlunu, çeşitli savaş dönemlerinde askere almışlar. Savaş meydanlarında çocuklar şehit düşmüş, aile perişan olmuş.
Günün birinde yeniden savaş çıkınca zaptiyeler yine köye gidip fakir köylünün son oğlunu da askere çağırmışlar.
Baba demiş ki, ‘Padişahınıza benden selam söyleyin, başka erkek evladım kalmadı. Ayrıca yaşlandım. Benden bu kadar. Bundan sonra benim s..’ime güvenip kimseye savaş ilan etmesin.’
Bizimki de aynı hesaba döndü. Başkalarına güvenip gerdeğe giriyoruz. Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi üyesi Azeri milletvekilleri o sırada başka yerdeymiş ve oylamaya katılmamışlar. Gelip lehimize oy vermedikleri için KKTC konusunda kaybetmişiz!
Şimdi Azerileri suçluyoruz. Dışişleri Bakanlığı bile devrede, Azerbaycan’a üzüntülerimizi bildiriyor!
Gelselerdi oylamada belki kurtaracaktık ama insaf yani! Hatayı kendimizde aramak yerine onların üzerine gidiyoruz.
Kendi ulusal sorunlarımızı kotarmayı bile başkalarına ihale etmişiz.
* * *
Elin oğlu oralarda kendi ülkesini dört dörtlük, çok iyi yabancı dil bilen, canavar gibi kulis yapan milletvekillerine emanet etmiş.
Bizimkilerin çoğu ise Strasbourg’a gidince önce alışverişe çıkar, bazıları daha sonra camilere gider, eş dost ziyaretleri yapar ve zaman bulunca görüşmelere katılır.
Hangisinin hangi yabancı dilleri bildiği meçhuldür!
Oylamalarda tam kadro bir araya gelebilmeleri çok enderdir. (Örneğin Zülfü Livaneli bu son oylamada yok).
Yabancı milletvekilleri arasında hangi dostluk bağlarıyla, nasıl ve hangi doğrultuda kulis yaptıkları bilinmez. Onları alıp bir yemeğe götürseler, ceplerinde sadece harcırah paraları vardır ve bunun hesabına düşerler. Bu gerçek, diplomatlarımız için de geçerlidir. Devletten bu gibi işler için ek para verilmez.
Dahası var! Biz oylamadan önce Azerileri uyarmış mıyız? Hayır! Onlardan oylamada mutlaka hazır bulunmalarını istemiş miyiz? Hayır!
Bu gibi yenilgilerde başkalarını suçlamayalım. Azeri milletvekillerini hiç suçlamayalım. Bu devirde kimse kimsenin babasının oğlu değil.
Kaldı ki, o Azeri kardeşlerimiz de belki Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın sözlerinin etkisi altında kalmışlardır!
‘Kıbrıs olayı, son 50 yılda kazandığımız en büyük diplomatik başarıdır.’
Belki onlar da biraz gülmüşlerdir ama olsun varsın!
Sonra demişlerdir ki, ‘Tayyip Bey böyle dediyse iş tamamdır. Türkler bu olayı nasıl olsa kotarmış. Bize yapacak bir şey kalmadı’.
Hey gidi hey, ne günlere kaldık. Kendi görevlerimizi başkalarına ihale etmekten, kendi başarısızlığımızı başkalarına fatura etmekten bile sıkılmaz duruma geldik.
Umudumuz Azerbaycan! Kurtar bizi Azerbaycan! Yaktın bizi Azerbaycan!
KOLSUZ FOTOĞRAF
Dünkü Hürriyet’te Nurettin Kurt’un haberini okudunuz. Avukat Ezgi Velidedeoğlu noter olmak için Adalet Bakanlığı’na başvuruyor. Başvuru formuna eklediği vesikalık fotoğrafı dün bizim gazetede gördünüz.
Boğazına kadar kapalı bir kazak. Kolları açık.
Adalet Bakanlığı bu fotoğrafı ‘açık’ olduğu gerekçesiyle kabul etmiyor, Velidedeoğlu bir arkadaşından kollu kazak alıp yeniden fotoğraf çektiriyor.
Kolları kapanınca fotoğraf işleme konuluyor!
* * *
Bunlar bireysel gibi görünür, ancak ‘önemsiz’ olaylar değil. Türkiye’de her gün böyle yüzlerce olay yaşanıyor. Türkiye yavaş yavaş değiştiriliyor.
‘Alışırlar, alışırlar’ anlayışı egemen kılınıyor.
Fırsat buldukları anda, örneğin bu gibi başvurularda ‘başı örtülü fotoğraf getir, saçların görünmesin’ denilecek de, zamanı henüz gelmedi.
Merak etmeyin, o da gelecek! İşin acelesi yok. Her şey yavaş yavaş, sindire sindire olacak.
Toplumun üzerine ölü toprağı serpilmiş. Kimse tepki vermiyor. Bana dokunmayan yılan bin yaşasın anlayışı bütün hızıyla sürüp gidiyor.
Avukat Ezgi Velidedeoğlu yürekli çıktı, yaşadığı olayı basına yansıttı. Faturasını öder! Noter olmayı bundan sonra rüyasında görür!