HER kürsüye çıktığında "değişik-uçuk" bir şeyler söylüyor. Mantıklı-mantıksız, gerçekçi-hayalci, onun için hiç fark etmiyor. Hele yaptığı konuşmaları, örneğin Meclis konuşmalarında olduğu gibi önündeki görünmez cam levhalardan okumuyorsa, çoğu zaman pot kırıyor, gaf yapıyor.
"Askerlik yan gelip yatma yeri değildir... Al ananı da git... Densizler, şuursuzlar, nasipsizler" falan demeye başlıyor.
Son konuşmasında İstanbul’a vize konusunu ağzından kaçırmasın mı! Aynen şöyle dedi: "Ben bu konuyu 1995 yılında belediye başkanı iken de gündeme getirmiştim. O zaman beni topa tuttular." Ya neye tutsalardı!
Kim, hangi yasal yetkisiyle ülkenin bir kenti için vize koyabilir?
Vatandaş Ankara’dan, Ağrı’dan, Samsun’dan, Adana’dan, Edirne veya İzmir’den İstanbul’a gidecek. Gezmeye gidecek, iş aramaya gidecek, hastasını doktora götürecek, mal alacak, mal satacak falan filan. Kime ne.
Vize mi alacak? Kimden alacak, nasıl alacak, nerede alacak?
Böylesine uçuk bir öneriye şimdiye kadar tanık oldunuz mu?
***
Gerçi Türk insanı vize beklemeye alışıktır. Yabancı elçiliklerin ve konsoloslukların önünde yaz kış kuyruklar oluşturur, bekletilir, hakarete uğrar. Kendisinden tapuları, banka cüzdanları, davet mektupları, aklınıza ne geliyorsa istenir. Üstüne de para istenir ve vize verilmese bile paranız size iade edilmez.
Acaba bunların İstanbul’a vize uygulaması benzer sonuçlara yol verir mi! Günün birinde şöyle bir karar açıklanır mı!
"Ey vatandaş, İstanbul vizeni Ankara’da ABD ve AB ülkeleri büyükelçiliklerinden, öteki kentlerde konsolosluklardan alabilirsin. Yabancı temsilcilik olmayan yerlerde AKP il ve ilçe örgütlerine başvuruda bulun. Üç günlük 20, bir haftalık 50 Euro. Bir aylık vize için tapu, banka hesap cüzdanı, İstanbul’daki hemşerinden davet mektubu gerekir!.."
Şaka elbette! Bu kadarını yapamazlar.
Aynı konuşmasında aynı uçukluk düzeyinde bir öneri daha getirdi! İstanbul’da araç sayısı 2.5 milyon olmuş. Bu sayının 2 milyonda dondurulması gerekiyormuş. Aksi takdirde trafik rahatlamazmış. Sonra ekledi: "Yine beni tefe koyacaklar..."
Estağfurullah, zat-ı álinizi tefe koymak kimin haddine. Buna kalkışan olursa hemen mahkemeye verip tazminat istersiniz, olur biter...
Ve daha sonra şunu şöyledi: "Bu, hükümetin tek başına yapabileceği bir şey değildir. Toplum olarak hep birlikte yapmalıyız."
Bak büyük Allah’ın işine ki, koskoca AKP hükümeti son dört yıl içerisinde her şeyi tek başına becermiş, fakat İstanbul’da plaka sayısı için aczini itiraf ediyor. Anayasa’yı değiştirmiş, yasaları altüst etmiş, vatanın bütün altın yumurtlayan limanlarını, tesislerini, fabrikalarını, bankalarını, arazilerini yabancılara, Arap şeyhlerine, İsrailli işadamlarına, Yunanlılara, eşe dosta, partili yandaşlara satmayı başarmış ve son olarak, şimdi İstanbul’da ilköğretim okullarını ve lise binalarını satışa çıkarmış. Tek başına...
Ama iş İstanbul’da plaka kısıtlamasına gelince, "Bunu ben hükümet olarak tek başıma yapamam" diyor!.. Çünkü gündeme getirdiği çelişkiyi kendisi bizden daha iyi biliyor.
Bunları yapamaz da, eğer yapabilirse başkalarını kullanacak ve sonra onların arkasına sığınacak.
Sen bir yanda "liberal ekonomi" uygulayacaksın, öbür yanda (eğer sıkıysa) İstanbul’da 500 bin adet araç plakasını yok edecek, plaka karaborsası yaratacaksın. O takdirde adama sormazlar mı:
"Beyefendi, İstanbul belediyesi 1994 yılından beri sizin partilerinizde değil mi? Siz dört yıldan beri iktidar değil misiniz? Yandaşlara verilen ve bitmek bilmeyen altgeçit-üstgeçit rezaletleri dışında bu sorunları çözmek için ne yaptınız? Onu da bırakın, ülkede motorlu araç fabrikalarının kurulmasını teşvik ederken, oralarda üretilen araçların en az dörtte birinin İstanbul trafiğine girdiğini yeni mi öğrendiniz? Aklınız neredeydi?"
Günaydın bayım, günaydın!
Yeni Nobel adayı!
TÜRKİYE’de ikamet eden ve Türkçe konuşan romancı, Nobel Edebiyat Ödülü’ne adaydı. Ancak bunun altyapısını hazırlamak zor işti! Kulisler yapılırken, arkadaş Avrupa medyasına konuşup "Türkler bir milyon Ermeni, 30 bin Kürt öldürdü" gibi inciler döktürdü... Ve ödülü hak etti! Ödül sonrasında ise sustu!.. Çünkü amaca ulaşmıştı.
Uzun yıllar boyunca Nobel hayaliyle yaşayan, ancak bir türlü alamayan Yaşar Kemal de şimdi PKK teröristleri için konuşmaya başladı:
"Biz ne yazık ki gerillaya terörist dedik!"
Bu sözlerin kendisine en kısa zamanda Nobel ödülü getirmesini umuyorum, başarılar diliyorum.