Bu sövmeyi hutbe falan bitirmez

DİYANET İşleri Başkanlığı önümüzdeki günlerde camilerde hutbe okutacakmış.

Maçlarda seyircilerin birbirlerine ve karşı takımlara topluca veya bireysel sövmelerinin dinimize ve insanlığa aykırı olduğu müminlere duyurulacak, sövmeye son vermeleri istenecekmiş.

Kimse kusura bakmasın ama bu iş tutmaz!

Örneğin camilerde ‘‘Ey cemaat, verginizi kaçırmadan verin’’ gibi hutbeler okunduğunda kaç kişi buna uyuyor! Ya da ‘‘Hayali ihracat yapmayın, rüşvet alıp vermeyin, ormanı yağmalayıp kaçak villa yaptırmayın, yolsuzluk yapmayın’’ diye her gün hutbe okunsa, kimin umurunda olur!

Maçlara, özellikle futbol maçlarına gidenlerin tamamı değilse bile çoğu, kendini ‘‘hasta taraftar’’ olarak tanımlıyor. Bunlara ‘‘Aman haaa sövmeyin, hem dinimize hem de insanlığa aykırıdır ve günaha girersiniz’’ derseniz gülüp geçerler. Hatta duymazlar bile.

Adamlar maça koro halinde veya bireysel sövmeye geliyor. Bunu yaparak rahatlıyor.

Bir hafta boyunca patronuna, amirine, karısına kızan adam maç boyunca hakeme ve karşı tarafa söverek içini boşaltıyor.

Kaldı ki, benim bildiğim kadarıyla cami cemaatinin maçla çok fazla ilgisi yoktur.

Maça sövmeye giden fanatiklerin de dinle imanla fazla bir ilgisi olduğunu sanmam.

Şimdi birileri bana ‘‘Yanılıyorsun arkadaş, bilmeden yazıyorsun’’ diyebilir. Saygı duyarım.

O zaman da şu öneriyi getiririm: ‘‘O halde maçlardan önce stat ve salon hoparlörlerinden din adamları bu hutbeyi okusun, sonucu görelim.’’

Eğer sövme duruyor veya azalıyorsa sevinirim, burada özür dilerim.

Ama -ne yazık ki- durmaz.

Sonucun sıfır olduğu görülecektir.

Türkiye'de spor alanlarında hep birlikte tanık olduğumuz bu büyük ayıbı, büyük çirkinliği durduracak bir güç bence yok. Taraftar, kulüpler, oyuncular, medya, polis... Hiçbiri durduramaz.

Son çare hutbe okutmaksa, o da denensin.

Diyanet İşleri Başkanlığı iyi niyetli de, gerçekçi değil.

AÇIKLAMA

Emin Çölaşan, 9 ve 12 Ağustos tarihli Hürriyet gazetelerinde, şahsımı PKK'yı destekliyor gibi gösteren bir yazı yazdı.

Çölaşan'a göre, 'eski ülkücü bir köşe yazarı', bir ay kadar önce 'DEHAP'ın üst düzey yöneticileriyle' görüşmüş, 'Öcalan'a saygılarını' iletmiş, hatta Türkiye, Irak ve İran'ın bölgelerini içine alan bir Kürdistan konuşulabileceğini ve Apo'nun serbest kalmak için '2-3 yıl daha sabretmesini' söylemiş!

Çölaşan bu bilgileri 'yurtdışından' aldığını yazıyor.

Yine Çölaşan 'PKK'nın Almanya'daki internet sitesinden' alıntı yapan birinden alıntı yaparak, hakkımdaki iddiaları tekrarladı. PKK'nın internet sitesine göre, Apo, Taha Akyol'un yazılarını bilimsel buluyor ve 'görüşlerinin çoğuna katılıyor'muş...

Görüşmenin aslı

DEHAP'ın yöneticileriyle kesinlikle görüşmedim. Bir ay önce Apo'nun iki avukatı, diğer bazı gazeteciler gibi, benim de ziyaretine geldi; genel af istiyorlardı. Ben şunu söyledim:

Sırf asker karşı diye değil. Asıl millet karşı olduğu için, hiçbir demokratik hükümet teröristlere genel af çıkaramaz. Hele Apo hapiste sıkıldığı için yeniden terörü başlatırsa, hem kendi aleyhine olur, hem AB sürecini tersine çevirir, bunu siz de istemezsiniz.

Biz bu görüşmeyi yaparken, PKK/KADEK'in terör tehdidi ve eylemleri olmuştu. Onun için bunları söyledim.

Konuşmamda elbette bölücülüğü eleştiren mesajlar verdim. Kürt milliyetçiliğinin şoven ve ayrılıkçı olduğunu, bunun Türkiye'nin gerçeklerine uymadığını anlattım.

İsmail Beşikçi'nin fanatik olduğunu söyledim. 'Türk sömürgeciliği' falan gibi şoven tezleri eleştiren Kürt aydını Tarık Ziya Ekinci'nin kitabından bölümler okudum.

Rahmetli Orhan Kotan'ın 'Türkler ve Kürtler öyle iç içe geçtiler ki, artık Kürdistan kavramı marjinal Kürt örgütlerinin bir sloganından ibarettir' anlamındaki cümlelerini aktardım ve şöyle konuştum:

‘Şimdi madem barıştan bahsediyorsunuz, önce bu şovenizme sizler karşı çıkın. Üniter devlet ve ülke bütünlüğüne uygun düşmeyen bir çözüm olamaz. Bunu sizler anlatmalısınız.’

Türkiye'de demokrasinin geliştiğini, 6. uyum paketiyle artık ayrılıkçı fikirlerin serbestçe söyleneceğini söyledim.

Şovenlerin Güneydoğu'dan 'Kuzey Kürdistan' diye bahseden Pan Kürdist fikirlerini de konuşacağız. Ama Türkiye'de entegrasyon o kadar güçlü ki, büyük Kürt çoğunluğu bile buna itibar etmeyecek. Bakın DEHAP Kürtlerin bile çoğunun oyunu alamıyor, çünkü şoven bir parti!

Apo'nun avukatlarına, Erol Tuncer'in yeni çıkan 'Seçim 2002' adlı kitabındaki seçim haritasını gösterdim: DEHAP Güneydoğu'dan sadece yüzde 25, Doğu bölgemizden ise yüzde 20 oy almıştı.

Çünkü ileri derecede entegre olmuş Türkiye'de Kürt vatandaşlarımızın büyük çoğunluğunun da DEHAP'ın etnik ayırımcı çizgisini tasvip etmediğini anlattım.

Apo hakkında

Konuşmamızda 'bilimsel, entellektüel' gibi laflar geçince, avukatlara Apo'nun iki cilt halinde yayımlanmış savunmalarının ilk cildini okuduğunu söyledim. Anlaşılabilir bir heyecanla nasıl bulduğumu sordular. Şunu dedim:

Müvekkilinizdir, kusura bakmayın, kafası karışık. Bizim 1930'lardaki tarih kongrelerine nazire yapar gibi, Mitannilerin Kürt olduğunu, bütün medeniyetlerin Mezopotamya ve Kürtlerden çıktığını falan söylüyor. Kafası karışık...

Kürt kimliğinin inkar edilip bastırılmasının tarihi bir olay olduğunu, geleceğe bakmamız gerektiğini anlattım. Çözümü üniter devlet ve mülki bütünlük içinde demokraside aramamız gerektiğini, AB sürecinin bütün Türkiye'nin yararına olacağını söyledim.

Konuşmamızın başında, gerekli bir unsur görürsem, konuşmamızı telefonla MİT Başkanı Şenkal Atasagun'a ve hükümete anlatacağımı, köşemde yazacağımı söyledim. Çölaşan bunu 'AKP'ye anlatırım dedi' diye yazdı. İkinci yazısında da 'gazeteci devlete kuryelik mi yapar?' diye bana yüklendi. Devlet kuryeliğiyle Apo destekçiliği nasıl birleşir?

Terör tehdidinin gündeme geldiği ortamda konuştuğumuz için, terör bakımından önemli bir şey görseydim elbette hem yazardım, MİT Başkanı'na, ilgili bakanlara da bilgi verip dikkatlerini çekerdim.

Konuşmamızda kayda şayan bir şey görmediğim için anlatmadım ve yazmadım. Çünkü söyledikleri basına yansıyan Apo'nun talepleri idi.

Avukatlar geldiklerinde 'Apo'nun selamı var' dediler; olumlu, olumsuz cevap vermedim. Avukatlara samimiyetle çok kibar ve sıcak davrandım. Bu medeni bir tavırdır; ayrıca, sözlerimin psikolojik bir duvara takılmadan zihinlerine ulaşmasını istiyordum.

Avukatlarla görüşmeyi, Türkiye gerçeklerini anlatmak için bir vesile olarak değerlendirdim.

Ortamın yumuşamasına, kanlı bir terör döneminin ardından duyguların sakinleşmesine hepimiz katkıda bulunmalıyız. Silah bırakılmasından, çözümün etnik milliyetçilikte değil; üniter devlet ve kültürel çoğunlukta olduğunun benimsenmesinden Türkiye kazanır.

Bu aşamaya ilerlemek için her vatansevere düşen görev, meseleye kışkırtmalarla değil; bilgiyle ve anlayarak yaklaşmaktır. Ben bunu yapıyorum ve yıllardır izlediğim bu çizgiyi sürdüreceğim.

Taha AKYOL

EMİN ÇÖLAŞAN'IN NOTU: Taha Akyol'un açıklamasını yanıt verme hakkına duyduğum saygının gereği olarak, aynen kullanıyorum. Kendisine tavsiyem şudur: Bundan sonra yapacağı ‘‘özel görüşmelerde’’ dikkatli olsun, PKK'nın internet sitelerinde kendini kullandırmasın.
Yazarın Tüm Yazıları