BİLİNEN fıkradır. Çiftlik sahibi kahyasıyla birlikte yolda yürürken, sağda solda hayvanların dışkılarını görüyor.
Bunlardan bir avuç alıp kahyaya "Ye şunları, sana l00 altın vereceğim" diyor. Fakir adam bunları yiyip 100 altını alıyor.
Patron pişman! Altınlar gitti. Birazdan kahyaya dönüp "Şimdi bir avuç pisliği ben yesem l00 altını geri verir misin?" diye soruyor. Kabul! O da yiyor ve altınlarını alıyor.
Birazdan patronun jetonu düşüyor: "Ulan oğlum, az önce benim 100 altınım vardı, şimdi yine var. Senin hiçbir şeyin yoktu, yine yok. O halde biz ne halt etmeye bu pislikleri yedik?"
Bizdeki mal varlığı açıklamaları da buna döndü! Birileri açıkladı. Peki ne oldu? Başbakan 10 gün önceki grup konuşmasında "Mal varlığını açıklamak yasaktır, o yüzden açıklamıyorum" demişti. Hatta bu konuda Anayasa ve yasalardan -kendince- örnekler vermiş, hiç ilgisiz maddeleri kürsüden okumuştu. Aradan geçen günlerde ne değişti de açıklamak zorunda kaldı? Bu sorunun yanıtını bilen yok!
Peki bundan sonra ne olacak? Mal beyanları, çıkarılacak bir yasa ile "şeffaf" olacakmış. Bunu nasıl sağlayacaklar? Kimler, neyi, nasıl açıklayacak?
Mal beyanlarını otomatik olarak devlet mi açıklayacak? Ya da ilgili kişiler mi açıklama yapmaya zorlanacak?
Siyasetçiler, askerler, bürokratlar, belediye başkanları, belediye meclisi üyeleri, aklınıza kim gelirse...
Pekiii, yurtdışına istiflenmiş ya da gizli kasa olarak bilinen kimselerin üzerine kaydırılmış karanlık servetlere nasıl ulaşılacak? Bu mümkün mü? Değil.
Atasözümüz çok anlamlıdır: "Minareyi çalan kılıfını hazırlar."
Teknoloji gelişti. Pek çoğu aldığı rüşveti, avantayı, komisyonu Türkiye’de tutmuyor. Tutması için enayi olması gerekir.
Bir düğmeye bastın mı ver elini İsviçre, AB, ABD bankalarındaki şifreli şifresiz hesaplar!
Ya da güvenilir tanışlardan oluşan gizli kasalar!
Minareyi çalarken kılıfını ustaca hazırlayanlar nasıl yakalanacak?
Parti liderleri açıkladı da ne oldu? Şimdi "eksik açıkladın, yanlış açıkladın" tartışmaları sürüp gidiyor. Bu işin de cılkını çıkarmayı başardık.
Bir yanda bütün bu gerçekler karşımızda dururken ve öbür yanda yasal yolla "şeffaflık" (!) sağlanması düşünülürken Türkiye’de başka büyük tartışmaların ve kavgaların yaşanmasına mı neden olunacak? Gerçek hırsızları mı bulacağız, yoksa toplumun ve aynı kurumdaki insanların birbirine girmesine mi neden olunacak?
Bu duyarlı konular nasıl çözülecek?
Hükümetin önünde son derece karmaşık ve riskli bir tablo var.
TALAT BEY’E MAŞALLAH!
KKTC Cumhurbaşkanı Bay Talat’ın elinden gelse, Kıbrıs’ı en kısa zamanda satışa getirecek. Beyefendi son olarak Rum tarafında yayınlanan bir gazeteye demeç verdi. Sözleri komik:
"Rum tarafından çözüm için gerçek adımların atıldığını görürsek, Türk askerinin Kıbrıs’tan hızlandırılarak çekilmesi dahil her şeyi görüşmeye hazırız."
Bay Talat bu sözleri elbette ki kendiliğinden söylemiyor.
Bu sözler Ankara’daki AKP hükümetinin görüşü. Ancak hükümet bunları açıktan söyleyemiyor... Çünkü oluşacak tepkilerden korkuyor. O zaman ne oluyor?
Hükümetin söylemesi mümkün olmayan sözler Bay Talat’a söyletiliyor!
Talat, AKP’nin hem gizli kapaklı, hem de açıktan sözcülüğünü yapıyor.
Kendisi ve onu seçenler Kıbrıs’taki Türk askerinin varlığından rahatsız. Türkiye Cumhuriyeti’ni işgalci olarak görüyorlar.
Rumlar Talat’a yanaşacak, aralarında bir anlaşmaya varılacak ve beyefendi sonrasında AB’yi de arkasına alıp Türkiye’ye baskı (!) yapmaya başlayacak!
"Askerinizi çekin!"
Emrin olur!
Türk askerinin Kıbrıs’tan çekilmesi önemli bir konudur. O konuda kararı ne Talat verebilir, ne de AKP iktidarı.
Onları çok aşan bir konudur.
Bu şahıs ya ne söylediğini bilmiyor, ya da ağzından çıkanı kulağı duymuyor.
Unvanı "KKTC Cumhurbaşkanı" olan şahıs konuştukça inciler yumurtluyor. Türk askerinin Kıbrıs’tan çekilmesini yıllardan beri isteyen Yunanistan ve Kıbrıs Rum yönetiminin ağzına bu mamayı, eline böyle bir kozu veriyor.
Rumlara ve dolayısıyla AB’ye böyle yaltaklanmanın sonu gelmez.
Acaba kimlere hizmet ettiğini biliyor mu, bilmiyor mu?