GEÇTİĞİMİZ pazartesi günü Dışişleri Bakanlığı önünde bir cenaze töreni vardı. Türkiye’nin Bratislava Büyükelçisi Suna Ilıcak vefat etmişti. Bakan Abdullah Gül ortalıkta yoktu.
Gazeteciler bu durumu merak edip araştırmaya başladılar. Acaba Abdullah Bey neredeydi? Bu sorunun yanıtını hiç kimse bilmiyordu. Ortalıkta dolaşan bir tek söylenti vardı:
İstanbul’a bir toplantı için gitmişti!
Ne toplantısı, belli değildi. Salı günü gerçekler ortaya çıkmaya başladı. Gül, İstanbul’da değildi. Peki neredeydi? Herhalde yer yarılıp içine girmemişti. Merak bu ya, gazetecilerin araştırması sürüyordu.
Özel Kalem, korumalar, kendisinin resmi konutu, yakın çevresindeki diplomatlardan sorulara bir açıklama gelmiyordu.
Çoğunluk bilmiyor, bilenler ise korkuyor ve söylemiyordu.
Sonra gerçek ortaya çıktı.
Bakan Bey, Antalya’da tatil yapıyordu. Bu nedenle, zahmete girip büyükelçisinin cenaze törenine katılmamıştı.
İyi de, tatil yapmak herkesin hakkı.
Tatil yaptığını niçin gizliyordu? Ortada bir ayıp mı vardı?
Olmadığına göre, acaba görevini gölge Dışişleri Bakanı Cüneyd Zapsu’ya mı devredip gitmişti?
Abdullah Gül şimdi Roma’da toplanan Lübnan konferansına katılıyor. Türkiye bu konferansa çağrılmamıştı. Bakanımız son anda ABD Dışişleri Bakanı Rice ile bir telefon konuşması yaptı ve "Bizi çağırmadığınıza çok üzüldük" dedi. Rica edip ağırlığını koydu! Sonra çağrıldık!
Şimdi mutlaka iki mutluluğu birden yaşıyor! Hem gizlice tatil yapıp dinlendi, hem de toplantıya katılmayı başardı.
Ne güzel! Daha nice hayırlı başarılar!
SELÇUK PARSADAN
İlginç bir insandı. "Ben dolandırıcıyım, işim budur ama fakir fukaraya, zavallılara dokunmam" diyebilen biriydi. Bu ismi 1996 yılında gündeme getirip Türkiye’ye tanıtmıştım. Parsadan, Tansu Çiller başbakanlık koltuğunda otururken -1995 seçimleri öncesinde- kendisini emekli bir orgeneralin ismiyle aramış ve "İstanbul’da DYP’ye oy toplayacağız" diyerek örtülü ödenekten tam 5.5 milyar Törkiş lirayı iki taksitte götürmüştü. (O tarihteki kurla yaklaşık 100 bin dolar.)
İsmini 1996 yılında bir gün ilk kez telefonda duyduğum Selçuk Parsadan, beni gazeteden aramıştı. Uzun hikáyelerden sonra bu olayı aynen yazdım. Ortalık birbirine girdi. Çiller doğrulamak zorunda kaldı. Devletin güvenliği ve gizli istihbarat kaynakları için (makbuz, fatura, fiş, belge olmadan) harcanabilen -ancak hemen her iktidar döneminde farklı amaçla- kullanılan örtülü ödenek parası, ilk kez bir dolandırıcıya kaptırılmıştı!
(Bu olayın bütün ayrıntısını ve perde arkasını "Şu Benim Gazetecilik. Yaşadıklarım" isimli kitabımda anlattım.)
Selçuk daha sonra bana aynen şöyle dedi: "Parayı başbakandan iki taksitte aldım. Daha çok verecekti ama seçim öncesinde örtülü ödenek parası bitmişti. Sağolsun, o kadar verebildi. Sonra (100 bin doları) güle güle harcadık. Ben aynı zamanda kumarbazım. Tansu’nun örtülü ödenek parasını kumarda yedim."
***
Selçuk Parsadan bu olaydan yargılandı ve 6 yıl hapis cezası aldı. Afyon Cezaevi’nde yatarken oda arkadaşı -Özdemir Sabancı’nın katili Mustafa Duyar- tabancayla öldürüldü. Parsadan ağır yaralandı. Uzun yıllar sonra tahliye edildi. Bir gün gazeteye ziyaretime geldi. Hayatını anlatan bir kitap yazmıştı. Kitabı satıp biraz para kazanmaya çalışıyordu. "Benim işim dolandırıcılıktır, kitap geliri bana çerez olur" diyordu.
Sonra Uğur Dündar’ın yanından bir kez daha aradı. En son geçen yıl aradığında, "Çok ağır hastayım ama hiç kimse yardım eli uzatmıyor" diye yakınıyordu.
Dün gazetelerden, öldüğünü öğrendim.
Çok ilginç adamdı. Dev gibi, eski basketbolcu, kafası çok iyi çalışan, ağzı laf yapan biriydi. Düzgün işlere girse mutlaka çok başarılı olurdu.
Burada işin "Türkiye’ye özgü" yanı şudur:
Parsadan örtülü ödenek parasını dolandırdığı için yargılanıp hapis yattı. Ama devletin örtülü ödenek parasını dolandırıcıya kaptıran sorumsuzlardan asla hesap sorulmadı!