Paylaş
Devlet koruması altında olan ve polislerle iç içe yaşayan bir gazeteciyim. Evimde 24 saat polisler bekliyor, ayrıca yakın korumalar var. Dolayısıyla onlarla ister istemez gün boyu birlikteyim. Polisleri bu yüzden çok iyi tanıyorum.
Onları yıllardan beri gözlemliyorum. Sohbet ediyoruz, iyi ve kötü günleri birlikte paylaşıyoruz. Ekonomik ve sosyal durumlarını, çalışma koşullarını, aile yapılarını da iyi biliyorum.
Bugüne kadar evde bekleyenler ve yakın korumalar olarak sanırım 200 dolaylarında polisle birlikte oldum. Çoğu, görev gereği başka yerlere, başka kentlere ve özellikle Doğu hizmetine atandılar.
İnanmanızı isterim, hepsiyle vedalaşmamız sırasında gözlerimiz doldu. Sarıldık, öpüştük, helalleştik.
Zaman buldukça ayrılanlara toplu yemek verdim. Hep birlikte yedik, içtik.
Çoğu ile halen haberleşirim. Gittikleri yerden ararlar, hatır sorarlar. Yolları Ankara'ya düştüğünde eve uğrarlar. Pek çoğu tertemiz, pırıl pırıl, kardeşim gibi sevdiğim Anadolu çocuklarıdır.
Gidenler gider, bu kez yenileri gelir. Zamanla onlarla da kaynaşırız.
***
Aralarında hiç unutmadıklarım vardır. Kadir, Menderes, Bilal, İsmail, Satılmış, Fahrettin, Murat, Mustafa, Levent, Hakan, Erol ve daha niceleri...
Şimdi birlikte olduğumuz Satılmış, Şinasi, Yılmaz, Murat, İrfan ve öbürleri...
Kadir yeni gelmişti. Cuma namazına gitmek için izin istedi... ‘‘Namaz kılıyorsan sana gazetede yer göstereyim, bir de seccade alayım’’ dedim. Sadece Cuma'ya gittiğini söyledi ve şöyle dedi:
‘‘Bundan sonra benim için en büyük ibadet, sizi iyi korumaktır...’’
Evlendiler, çocukları oldu, kendileri veya yakınları hastalandılar. Elimden geldiğince yanlarında oldum. Ben ne yiyorsam onlar da onu yediler. Birbirimize her zaman yardım eli uzattık.
Menderes ev aldığında ne kadar sevinmiştik. Bilal'in nikâhında tanıklık yaptım.
Diyarbakır, Tunceli, Bingöl, Elazığ, Muş, Van, Hakkâri'ye nice polisimi uğurladım.
Yeni gelenler onların yerini aldı. Yakın korumalar çoğunlukla Doğu'dan gelen Özel Tim mensupları... Onları sık sık atışa göndeririz. Attığını vuran, yanımda uzun namlulu silahlarla koruma yapan pırıl pırıl insanlar.
***
Yine inanmanızı isterim, bunca polisle birlikte oldum ve aralarından bir tanesinden bile bir gün olsun saygısızlık görmedim. 200 kadar polisten belki bir, belki ikisi kişisel olarak ‘‘yaramaz’’ çıktı.
Bu çocukların ruhsal durumunu hep anlamaya çalıştım. Bana sorarsanız, onları en çok yıpratan 12-24 denilen çalışma sistemi. Yani 12 saat çalışıyorsun, ardından 24 saat dinleniyorsun. Ancak evleri çoğunlukla görev yerlerine çok uzak. Günde ortalama 3 saatleri yolda geçiyor ve hiçbir zaman 24 saat dinlenme olmuyor. Hafta sonu, bayram gibi tatil günleri kesinlikle yok. Durmadan görev yapıyorlar. Yorulup yıpranıyorlar. Buna bir çözüm bulunması şart.
***
Benim polislerimin arkadaşları, birkaç gün önce gazeteci arkadaşlarımızı acımasızca dövdüler. Biliyorum ki, o polislerle dövdükleri gazeteciler yarım saat birlikte olsalardı, aralarında dostluk bağları kurulurdu.
Size şunu da söyleyeyim, benim polislerimle sık sık siyaset konuşuruz. Bugüne kadar aralarında bir tane Refah'lı veya Tansu'yu seven görmedim. Birkaç tanesi öyle olup benden sakladılarsa, onu elbette bilemem.
170 bin polisin arasında Refah'lı yok mudur? Mutlaka vardır. Şeriatçılara yakınlık duyan olmaz mı? Elbette olur. Aralarında işkenceci, ahlaksız, rüşvetçi, üçkâğıtçı kesinlikle vardır. Siz emniyet örgütünü yıllar boyu belli kafalara teslim ederseniz olacağı budur.
Ama şuna inanıyorum, gazeteci arkadaşlarımızı döven polisler bir yerde Refahyol iktidarının kurbanlarıdır.
Düşünün ki, bir yıl boyunca Türk ordusuna küfreden, ordu ile polisi karşı karşıya getirmeye çalışan sakat, sahtekâr ve şeriatçı zihniyet, maalesef bu ülkeyi yönetti. Polisi de kendi çıkarları doğrultusunda kullanmaya kalkıştı. Ne acıdır ki, kendi askerini, kendi polisine hedef göstermekten bile utanmadı.
Sadece orduyu değil, basını da hedef gösterdiler. Bay Erbakan ve küçük ortağı Tansu, bizi, basını hedef alan o nutukları boşuna atmadılar. Bunun sonucu bir gün alınacaktı ve işte o şeriatçı Refah gösterisinde hadise patladı.
Polis dövdü, gazeteciler dayak yedi.
Bu yazıyı niçin yazdım?
Günlük yaşamında neredeyse 24 saati polislerle birlikte geçen ve onları çok iyi tanıyan bir gazeteci olarak polise kötü gözle bakamıyorum. Araya sızmış kötülerin azınlıkta olduğuna inanıyorum.
Önemli olan onları okullarında iyi eğiten hocaları ve sonra yol gösterecek amirleri olmasıdır. Böyle bir düzen yok. Gencecik Anadolu çocuklarını polis yapıyorlar, üniforma giydirip silah veriyorlar ve ondan sonra ‘‘Saldım çayıra, mevlam kayıra. Ne haliniz varsa görün’’ diyorlar!
O gün Ankara'da tümüyle aciz kalan Ankara Emniyet Müdürü halen görevde. Yobazlar, polis panzerinin bile üzerine çıkıp kitleye megafonla nutuk atmışlar ve hükümet bütün bunlara neden olan müdürü görevden alamıyor.
Yılmaz hükümeti hem ayakta uyuyor, hem de bindiği dalı kesiyor.
***
Şeriatçı gazete, siyasetçileri ve gazeteci arkadaşlarımızı iğrenç yalanlarla hedef göstermeye devam ediyor. Dün birinci sayfada aynen şu başlığı atmışlar:
‘‘Ankara'daki olaylara, Kanal-D muhabiri Metin Uca'nın polislere hitaben ‘‘Neden dağıtmıyorsunuz bu it sürüsünü? Çünkü siz de onlardansınız’’ diye bağırmasının yol açtığı öğrenildi...’’
Her zaman olduğu gibi yine yalan yazıyorlar. Bu şeriatçı ve din sömürücüsü basın çok tehlikeli bir oyun oynuyor ve insanları hedef gösteriyor. Polisi yalanlarla tahrik edip ‘‘yandaş’’ kazanacağını zannediyor.
Metin Uca, ya da bugüne kadar hedef gösterdiklerinin başına en ufak bir şey gelirse, sorumlusu o gazetedir.
Paylaş