Paylaş
Bir yanda Şanlıurfa'da hipodrom yapılmış, at yarışları başlamış. Öte yanda, bir bayan hakemimiz Diyarbakır'da yapılan Diyarbakır-İzmirspor maçında yan hakem olarak görev alıyor.
Diyarbakır tribünlerinde bayan seyirciler... Sayıları az ama artık maça gidiyorlar.
Bayan hakem Hilal Tuğba Tosun'un görev yaptığı maçta küfredilmediği dikkat çekiyor.
Güneydoğu, iğrenç PKK vahşetinden sonra normal yaşama dönüyor. Hem de at yarışlarıyla, bayan hakemlerle.
Kentlerde internet kafeler açılıyor. Siirt'in Eruh İlçesi'nde internet kafelerde bayan öğrenciler ve onlara hizmet veren papyonlu garsonlar...
Özellikle Diyarbakır büyük gelişme içerisinde.
Marketler, plazalar, diskolar...
Sosyal yaşam canlanıyor, insanlar insan olduklarını anımsamaya başlıyor. Geceleri sokaklar dolu.
* * *
Her şey düzgün gidiyor. Terör bitmiş, akan kan durmuş. On binlerce insanımızın canını alan terör örgütü -şimdilik- sessizleşmiş. Ama yeniden hortlamaya her an hazır.
Şimdi pisliğini Türkiye'den değil, Avrupa'dan ve Avrupa'yı kullanarak saçmaya çalışıyor. Gazetesi orada çıkıyor, televizyonları oradan yayın yapıyor.
Avrupa bunlara göz yumuyor, çanak tutuyor.
‘‘İnsan hakları’’ adına!
Öldürülen, malından olan, sakat kalan, haraca bağlanan, köyünden göçmek zorunda kalan yüz binlerce insanımızın ‘‘insan hakkı’’ yoktu ama kan içicilerin var!
Avrupa, olaya böyle bakıyor.
* * *
Avrupa aslında bizi hiç tanımıyor. Avrupa'nın káğıttan kaplanları zannediyor ki, Türkiye'de bir Türk-Kürt kavgası vardır. Buraya gelen kapitülasyon heyetlerinin tümü bu yanılgı içinde.
Yanılgı içinde olmayanlar ise böyle bir kavganın olması için dua ediyorlar! Olsa, bize daha fazla yüklenecekler.
* * *
Şimdi bir düşünün! Türkiye'de PKK terörü tam 15 yıl sürdü. Ortaya çıkan bilanço korkunçtu.
Peki ama bütün bu süreç içerisinde ve koskoca Anadolu'nun bir tek yöresinde, bir tek Türk-Kürt kavgası yaşandı mı?
Bir kişi diğerinin burnunu kanattı mı, hakaret etti mi?
Hayır... Çünkü Anadolu insanı, PKK'nın oyununa düşmedi.
Avrupa işte bu gerçeği bilmiyor, görmüyor. Ya da bilmek ve görmek istemiyor.
Geçirmiş eline Avrupa Birliği kozunu, tarihten gelen bütün intikam duygularıyla bizden öcünü almaya çalışıyor.
* * *
Avrupa Birliği masalına Türkiye açısından asla ve kesinlikle inanmıyorum. Bu kuruluşa ‘‘aday’’ kabul edildik ve sonrasına bir bakın. Bugüne kadar Türkiye'ye karşı bir tek olumlu yaklaşımda bulundular mı?
Örneğin bir deprem felaketi yaşadık. Gerçi o zaman aday değildik. Ama bu felakete ellerini uzattılar mı?
İstirham edeyim, eğer o felaketin binde biri herhangi bir Avrupa ülkesinde olsaydı -asil veya aday ülke, hiç fark etmez- bu Avrupa Birliği orasını ihya etmez miydi?
Şimdi görüyoruz ki, bizi aralarına aday olarak lütfen kabul etmelerinin bir tek nedeni varmış:
‘‘Biz bunları içimize aday olarak alalım, uzun yıllar oyalayalım ve asil üye yapma vaatleri ile ne istiyorsak onu yaptıralım.’’
Yani bir koyup üç alacaklar!
Hatta bir koyup yirmi alacaklar!
Sonuna kadar bastıracaklar, hep ödün isteyecekler ve Osmanlı'nın son döneminde başımıza bela olan kapitülasyonları yeniden -bu kez 21. yüzyıl koşullarına göre- hortlatacaklar.
* * *
Ne ilginçtir, hepsi de aynı tornadan ve aynı marangozun elinden çıkmış. Geldikleri zaman ilk muhatap aldıkları, hep aynı insan hakları soytarıları ve onların yandaşları.
Adeta onların kişisel avukatlığına soyunmuşlar.
Her Türkiye ziyaretlerinde aynı küstahlıklar, aynı terbiyesizlikler... Kendi ülkelerinde Türkiye'ye karşı tavırlar!
Sovyetler Birliği'nin en azılı döneminde, yıllar boyu bunların doğudaki sınır jandarmalığını yapan bizdik. NATO ile Varşova Paktı bir kapışsaydı, ilk darbeyi biz yiyecektik.
O zaman aslandık, kaplandık! Şimdi tü kaka olduk!
Ama burada doğrusunu söyleyelim ve bazı konularda isabet kaydettiklerini itiraf edelim!
Örneğin bizim yobaz takımını ‘‘Avrupacı’’ yapmayı başardılar!
İnsan hakları, demokrasi vesaire numarasıyla kendilerine rejimi değiştirme hakkı verilmesini isteyen sayın yobazlarımız, artık Avrupa'nın ve Avrupa Birliği'nin en büyük yandaşı!
Ne oldum deme, ne olacağım de!
Paylaş