T.ERDOĞAN, geçen hafta hazır bulunması gereken bir duruşmaya gitmemiş.
Avukatları, Erdoğan'ın hasta olduğundan duruşmaya katılamayacağını söyleyip, iki doktor tarafından verilmiş bir raporu mahkemeye sunmuşlar. Erdoğan duruşmadan önceki, duruşma ve duruşmanın ertesi günü yoğun bir şekilde seçim propagandası çalışmalarına devam etti. Anlaşılan hasta falan değildi. Bu olay üzerine bazı köşe yazarları, Erdoğan'ı hasta olmadığı halde hasta raporu almasını kınayan yazılar yazdı. Pek tabii, ortada iki doktor tarafından imzalanmış kapı gibi rapor olduğu için, suçlamayı doğrudan değil de, ‘‘dalga geçerek’’ yani ima yoluyla yaptılar. Olayın bu yönü yeterince işlendi. Ama daha önemli yönü, yani hekimlerin, hatır için sahte bir hasta raporu tanzim etmiş olma ihtimalleri es geçildi. Tabipler Odası'nın, tıp etiğini korumak için, inisiyatif kullanarak en azından bir soruşturma açmasını beklerdim. Halbuki onlar böyle bir soruşturma açılmasının ‘‘şikáyete bağlı’’ (ne demekse!) olduğunu söyleyerek kıvırttılar. Şurası bir gerçek ki, bu ülkede herkesin, hasta olmadığı halde hasta raporu alacağı bir hekim tanıdığı vardır. Muhtemelen birçok kişi de, bir tarihte, kendisine veya çocuğuna ‘‘gerektiği’’ için, hasta olmadığı halde hasta raporu almıştır. Hal böyle olunca sahte hasta raporu almak veya vermek, ne alan kişi, ne de raporu veren hekim için bir ayıplanma nedeni olmamaktadır. Tam tersine, ayıp olan, tanıdık hekimin işimizi görecek sahte hasta raporu vermemesidir. Bu hususu, bilhassa hukuk, ahlak ve etik üzerine düşünen hekimlerin dikkatlerine sunmak istiyorum.
* * *
Şimdilerde nasıl bilmiyorum ama, bir zamanlar Almanya'da çalışan işçiler, yıllık izinlerinde Türkiye'ye gelirlerdi. Tatilci işçilerin birçoğu, bir türlü zamanında dönüp işbaşı yapamazdı. Tabii hepsinin elinde Türkiye'de bir doktordan alınmış birer ‘‘akut ishal’’ raporu. Sonunda işçilerimizin çalıştığı Alman şirketleri, izinden geç dönenlerin üretimi aksatmasına engel olmak için, izne çıkan Türklere ‘‘Türk doktorlarının verdiği hasta raporları, bizim şirkette geçerli değildir’’ diye tebligat yaptı. O zaman bu olay gazetelerimizde ‘‘Türk hekimlerine hakaret’’ şeklinde yer almıştı.
BEN KÜLTÜRLÜ BİR İNSANIM
TV'de trafik kontrolleriyle ilgili bir program seyrediyorum. Ekranda, sürücünün alkollülük derecesini ölçen bir cihazı üfleyen şoförle, onu denetleyen trafik polisi var. Üfleme bitince polis, ölçme cihazını çevirip göstergeyi okuyor, 378 promil alkollüsünüz diyor. Sürücü, önce TV kameramanlarına çekim yaptıkları için bozuluyor. Sonra polise dönüp ‘‘Ben kültürlü bir kişiyim, bana ceza kesemezsiniz’’ diyor. Derken polisle sarhoş sürücü arasında, kim daha kültürlü atışmasına tanık oluyoruz. Sarhoş sürücü polise, küçümseyen bir edayla ‘‘Hangi okul mezunusun, lise mi?’’ diye soruyor. Polis de ciddi ciddi ‘‘Hem lise mezunuyum, hem de yüksek tahsile devam ediyorum’’ diyor. Sürücü ‘‘Hangi üniversiteye?’’ diyor. Polis ‘‘Açık öğrenime’’ diye cevap veriyor. Derken altta kaldığı hissine kapılan polis celallenip ‘‘Sen ne mezunusun?’’ diye sürücünün eğitim durumunu sorgulamaya başlıyor. Sürücü, ‘‘Üniversite mezunuyum’’ diye böbürleniyor. Polis bastırıyor, ‘‘Hangi üniversiteyi bitirdin?’’ Sürücü cevap veriyor: ‘‘Açık öğrenimi.’’ Derin bir ümitsizliğe gark oluyorum.