UYGULANAN "sözde" yüksek faiz politikasıyla, ekonomi soğutulacak yani milli gelirin düşük hızda artmasına razı olunacak, ama ulusça yapılacak bu fedakárlığa karşılık ekonomide fiyat istikrarı sağlanacaktı.
Ne mutlu ki, büyümeden fedakárlık edilmeden enflasyon düştü. Burada bir an durup bir "durum muhakemesi" yapmak gerekmez mi? Nasıl oldu da bu çifte başarı sağlandı? Ya yüksek faiz politikası uygulanmadı ya da iktisatta böyle bir ödünleşme kuralı yok. Oysa iktisat büyüklerimiz bugünlerde, büyümeden fedakárlık etmeden fiyat istikrarı sağlanamaz diyor. Demek ki "büyüme ile fiyat istikrarı" arasında bir ödünleşme olduğuna hálá inanılıyor.
Benim değerlememe göre, Türkiye’de yüksek faiz politikası, ekonomi soğutmak için değil, döviz fiyatlarını baskı altında tutmak için uygulandı. Bunun da anlaşılmayacak bir yanı yok. Çünkü Türkiye, bir "devalüasyon-enflasyon" kısır döngüsüne girmişti. 2000’nin başında bu kısır döngüyü kırmak için, IMF’nin tekiniyle adı açıkça konarak "Kur Çapası" sistemine geçildi. Sistem, özellikle bankacılık kesimindeki ahlaki zafiyet yüzünden çöktü. Çapa taradı; kriz çıktı. Krizden sonra "sözde dalgalı kur"a geçildi. Ama para politikasını yapanlar, fiyat istikrarını sağlamanın tek yolunun "dalgalanmayan kur" olduğuna inanmaya devam etti. Bu aslında düpedüz kur çapası demekti. Bir önceki programa benzemesin diye uygulanan politikaya mesela "esnek kur çapası" gibi bir isim de verilmedi. Soranlara sürekli, "kur hedefi yoktur" denildi. Ama kurlar yukarı oynar oynamaz, "faiz silahı" çekildi döviz fiyatları düşürüldü. Çünkü uygulanan "örtülü kur çapası" sistemi, dövizdeki fiyat artışına aldırmazlık edemezdi.
* * *
Bu politika katılaşarak devam ediliyor. Çünkü enflasyonu mümkün mertebe düşük tutmak için elde döviz fiyatlarını bastırmaktan başka bir alternatif yok. Türkiye’de döviz fiyatları, uzun bir süredir reel olarak düştüğü için cari açık büyümeye devam ediyor. Enflasyon ise yüksek fiyatlı petrol ve diğer emtianın ithalatıyla yükseliyor. Yani yüksek ithalatla "yüksek enflasyon" da ithal ediliyor. Diğer taraftan Düşük döviz fiyatları sayesinde, yatırımlarını döviz kredileri ile finanse eden iş álemi için "reel faiz" sıfırın altında teşekkül ediyor. Bu da iç talebi teşvik ediyor. Üstelik fonlama dışarıdan yapıldığı için, sistemde para arzı artmış oluyor. Böylece YTL’ye yüksek faiz uygulanırken "düşük döviz faizi" ve "bol yabancı para" ile dünyanın en gevşek para politikası uygulanmış olunuyor. Soru: Nereye kadar? Saadet zinciri kopunca, önümüzdeki günlerde "hem enflasyon yükselmesi, hem de büyümede duraklamayı" mı göreceğiz?
* * *
İstatistik Kurumu hesaplarına göre toplam iç talep (tüketim artı yatırım) 2008’in ilk üç ayında, 2007’in aynı dönemine kıyasen yüzde 8.1 artmış. Bundan cari açık ve stok düzeltmeleri düşülünce Gayri Safi Yurt İçi Hásıla’nın yüzde 6.6 artığı anlaşılıyor. Bu çapta kuvvetli bir iç talebi, izlenen para politikasının teşvik ettiği açık. Ancak bu iç talep artışının fiyat istikrarı açısından uygun olduğu söylenemez. Sakın YTL’nin yüksek (dövizin düşük) faizi, başbakanın dediği gibi enflasyonu körüklüyor olmasın?
Son Söz: Tersini düşünemeyen, kendi fikrini irdeleyemez.