Paylaş
Geçen haftayı tatil için gittiğim Amerika'nın Florida yarımadasında geçirdim. Amerika'ya ilk defa bundan 36 yıl önce uzmanlık eğitimi almak üzere gitmiştim. Geziye birlikte çıktığım arkadaşım da ilk defa 1958'de bu ülkeye gitmiş. İkimizin de ortak izlenimi, Amerika'nın genel görüntüsünün son kırk senede pek değişmediği. Son kırk yılda Amerika'da dişe dokunur bir şey yapılmamış değil. Aksine çok şey yapılmış. Ancak yerleşim ve şehirleşme düzeni fazlaca değişmemiş. Yine ‘‘downtown’’ denilen şehir merkezlerinde çok katlı gökdelenler, şehir dışında ise çoğunlu tek katlı müstakil evler bulunuyor. Florida Eyaleti'nin en büyük şehri Miami'nin dört bölgesinden biri olan Miami Plajları semtine, bu kurala aykırı olarak çok katlı apartman binaları da dikmişler. Güzel de yapmışlar ama beğenmedim. Bir defa daha anladım ki, ‘‘medeniyet’’ şehir planlaması ve imarı demek.
* * *
Özellikle Miami şehrinde sokakta, çarşıda, lokantada, otelde rastladığımız on kişiden sekizinin ana dili İspanyolca. Çoğu İngilizce'yi, selis ama aksanlı bir şekilde konuşuyor. İspanyolca'nın halk arasında bu kadar yaygın olmasının sebebi, buraya son otuz yıl içinde yüz binlerce Kübalı ve Latin Amerikalı göçmenin gelmiş olması. Amerikan ekonomisi ve demokrasisi, bu göçmenleri özümlemiş ve onlardan hem iyi vatandaş hem de ‘‘insan kaynağı’’ yaratmış. Kısaca, Florida'ya gelen göçmenler, Amerika'ya yük olmamış, tam aksine Amerikan ekonomisinin gelişmesine katkıda bulunmuş.
* * *
Orada kaldığımız sürece kiraladığımız bir arabayla 1000 kilometreden fazla yol yaptık. Trafik son derece emniyetli ve sürücüler birbirine karşı son derece nazik. Hız kesinlikle bizden çok düşük. Herkes karşısındaki şoförü müşkül durumda bırakmamak için, ne lazımsa yapıyor. Böylece herkesin hakkı, herkes tarafından korunmuş oluyor. Amerika'da yollar iyi işaretlenmiş olmakla birlikte bir hayli karmaşık. Özellikle büyük şehirlere girip çıkarken yanlış yola girmek çok kolay. En iyisi, direksiyona oturmadan önce iyi bir harita çalışması yapmak ve notlar çıkarmak. Ayrıca şoförün yanında oturan da rallideki yardımcı pilot gibi sürekli haritayı izlemeli ve sürücüyü yönlendirmeli. Biz bütün bunları yapmamıza rağmen iki defa ‘‘çıkış’’ kaçırdık. Bir sonraki sapaktan dönüp doğru yola geri geldik. Sizin de başınıza gelirse, moraliniz bozulmasın.
* * *
Gelelim televizyon programlarına. Her gün en az yarım saat televizyon ‘‘zapladım’’. Özellikle ölü saatlerde bol sayıda ‘‘gerçek hayat’’ programı var. Hiç anlayamadığım bir şekilde, insanlar TV muhabbeti yapan kişinin karşısına çıkıp, seyirci önünde aile hayatlarının en ince ayrıntılarını bile ortaya dökmekten çekinmiyor. Zaman zaman bu programların ‘‘şike’’ olduğundan şüphelendim. Sonra bizdeki benzer TV rezilliklerini düşündüm. Bal gibi bunlar da gerçektir dedim. Anlaşılan insanlarda müthiş bir ‘‘kendini anlatma’’ ihtiyacı var. Bunun için her şeye razılar. Utanmayı bir yana bırakıp, her türlü kirli çarşafı milyonlarca kişiye göstermekten sıkılmıyorlar. Şüphe yok ki, TV'den önceki hayatla, TV'den sonraki hayat aynı şey değil. Eskiden ‘‘şahsiyat yapmayın, fikriyat yapın’’ diye bir kural geçerliydi. Şimdi varsa yoksa, şahsiyat.
SON SÖZ: Kendi ipliğini kendi pazara çıkaran ağlamaz.
Paylaş