BİR taraftan dışarıdan gelen olumsuz etkiler, diğer yandan içeride faizler zamanında düşülmediği, geri dönüşü pahalı hale gelen "yüksek faiz-düşük kur" politikasının yarattığı tıkanma.
Bu iki etken 2008’i zor bir yıl haline getirdi. Ancak fazlaca dertlenmeye gerek yok. Çünkü Türk ekonomisinin özelliği krizlere "kolay girip, kolay çıkması"dır. Bu özelliği dolayısıyla, "yüksek faiz ve ithalat cenneti" Türkiye’de eşek yüküyle para kazanmanın yolu, kur fırtınasında tekneyi alabora etmemektir. Kriz dibe vurduktan sonra en geç 6 ay içinde başlayacak olan yukarı harekete kadar direk kırılmamışsa, kalınan yerden pupa yelken yola devam edilir.
* * *
Rick Wagoner’in Emre Özpeynirci’ye söylediği gibi, General Motors’un, 2001 krizinde panikleyip, İzmir’deki Opel montaj fabrikasını kapatarak Türkiye’den gitmesi hatadır. Keşke bana sorsalardı; bir yere kıpırdamayın, fırtınadan sonra "halkın sırtından iş álemine" verilecek ziyafeti kaçırmayın derdim. Nitekim 2001 krizinde batmaktan kıl payıyla kutulan bankalar üç yıl sonra "yüksek faiz-düşük kur" sayesinde gürbüzleşmiş ve milyar dolarlara alıcı bulmuştur. O günlerde banka yöneticilerinin moralleri çok bozuktu. Adeta kendilerine duydukları güveni kaybetmişlerdi. Şimdi aynı kişilere sorun bakalım, küçük dağları kim yaratmış?
* * *
Amerika’daki ev kredilerinin batması yüzünden zora düşen Amerikan ve Avrupa bankalarının yöneticilerinin canı sıkkındır herhalde. Bizde canı sıkılmaya başlayan bankacı var mı bilmiyorum, ama bankasını satmış patronların bugünlerde "aklımı seveyim, tam zamanında çıkmışım bu sektörden" diye sevindiği kesin. Düşünebiliyor musunuz? Citibank gibi bir kuruluşunun başındasınız, ara sıra Tanrı’yla konuşuyorsunuz. Herkes size hayran. Belki de birkaç tane "şeref doktorası" yazıhanenizin duvarlarını süslüyor. Derken bir olay patlıyor ve çok ustaca (?) yönettiğiniz bankanız, milyarlarca dolar zarar yazıyor. Biliyorsunuz ki, yerinize gelen kişi veya ondan sonra gelecek olan, bir süre sonra rüzgárı arkadan alınca "Citibank’ı nasıl da kurtardım" diye 400 sayfa kitap yazacak. Hayat böyledir işte. Neyse, yeteri kadar prim almışsanız fazlaca üzülmenize gerek yok. Gençliğimde bir patron da bana "Akıllı yönetici önce kendini güvence altına alır; kendini düşünmeyen ve çeşme akarken kovasını doldurmayan yöneticiden, firmaya da hayır gelmez" demişti. Ben bu fikri hiçbir zaman benimsemedim. Ama patron herhalde haklıydı. Hálá tereddütteyim.
* * *
Türkiye’de yaşanan tecrübeler, ülkemizin en büyük iş stratejistinin Áşık Veysel olduğunu ortaya koydu. Áşık Veysel "Benim yárim kara topraktır" türküsünü söylerken, aslında görmeyen gözleriyle nice açıkgöze "Arsaya, araziye yatırım yapın" diye yol göstermiştir. Batan sanayicilerimiz ve satan bankacılarımız da arsacı olmadı mı sonunda? Gazetelerde gördüm inanamadım. Bir bakan oğlu "külahta haşlanmış mısır satmak" gibi büyük bir inovasyona imzasını atınca, devletimiz ona mükáfat olarak havalimanı terminalinde bir büfelik mekán ihsan etmiş. Ne büyüksün sen Áşık Veysel!
Son Söz: Haşlanmış mısır bahane, büfe rantı şahane.