Paylaş
Bu, geometrik ortalamayla yıllık % 5,2’lik bir büyüme hızına tekabül eder. Bu oran son 50 yılın ortalamasından biraz yüksektir. 2012 yılında büyüme % 4 dolayında gerçekleşse, 10 yıllık ortalama büyüme oranı % 5,1’e düşecektir. Birkaç yıl daha cari döviz açığını, sürdürülebilir düzeylere indirebilmek için, “düşük büyüme” politikası uygulanırda, Türkiye 50 yıllık büyüme çizgisine tekrar oturacaktır.
Büyüme açısından AKP’nin iktisadi icraatının sayısal sonucu budur. Ancak bu son 9 yılda Türkiye toplam olarak 300 milyar dolar “başka milletlerin tasarrufunu” ülkeye cezp edip yatırım ve tüketim harcamalarında kullanmıştır. Türkiye’nin 9 yıllık toplam milli geliri 6700 milyar dolardır. (Yılda ortalama 630 milyar dolar milli gelir çarpı 9 yıl eşittir 6700 milyar dolar) Bu hesaba göre 300 milyar dolarlık birikimli cari döviz açığı, Türkiye’ye yılda milli gelirinin ortalama % 4,5’i kadar cabadan harcama yapma imkânı sağlamıştır. Yani Türkiye’nin milli geliri yılda % 5,2, ama “mili harcama”sı yılda ortalama % 9,7 artmıştır. Bu muhteşem bir refah yükselişidir. Nitekim hepimiz çevremize bakınca bunun somut sonuçlarını görüyoruz. Yabancı ziyaretçiler de dokuz yıl önceki Türkiye’de gördükleri lüks bina ve lüks araba sayısı ile bugünü kıyasladıkların da “E, bravo vallahi!” demeden geçmiyorlar.
Görünen tabloda özellikle yabancıları şaşırtan bir husus var. Şöyle soruyorlar: Mademki Türkiye’deki refah artışının, yarıya yakını, borç kaynakla sağlanıyor, o zaman kamu borcunun milli gelire oranın da artmış olmamalı mı? Gerçek tam tersidir. Bu oran 2002’deki % 70’den günümüzde % 40’a düşmüş durumda. Şeytan bunun neresinde? Olayın iki açıklaması var. Birincisi 2002’deki oran 2001 krizin yarattığı bir hesap hatasıdır. Kısaca % 70 doğru değildir. Esasen Türkiye’nin kamu borcu çok uzun yıllar % 30’lar düzeyinin bile altında olmuştur. Bu yapısal bir meseledir. Türkiye’nin finans kesiminin büyüklüğünün (kabaca banka bilançoları toplamı) milli gelire oranı Avrupa’dan çok düşüktür. Çünkü Türkiye sınıfı ülkelerde milli servet yani sermaye birikimi düşüktür. İkincisi Türkiye’de uzun yıllar mevduata “eksi reel faiz” verilmiştir. Dolayısıyla reel bütçe açıkları teşekkül etmemiştir. Bütçe açıkları, halkın tasarrufu istismar edilerek kapanmıştır. En büyük eksi reel faiz ise, nominal faizlerin % 30’larda gezdiği 2000 yılında % 39 olan enflasyonun, 2001’de % 69’a fırlamasıyla oluşmuştur.
AKP’nin iktisatçıları kısmen bilinçli olarak kısmen sağduyu ile kamu açıklarını ve kamu borçlarını düşüren bir teori uygulamıştır. Bu amaçla hem yatırım harcamalarını özel sektöre bırakmış, hem de özelleştirme ile kamu varlıklarını paraya dönüştürüp borç geri ödemiştir. Böylece, kamu borcu düşmüş, özel kesim borcu artmıştır. Daha da önemlisi ulusal tasarruf oranı düşerken “iç borç azalmış - dış borç artmıştır”.
Üstelik cari açıkla patlayan ithalat ve ithal malların iç ticaretinden doğan dolaylı vergiler “kamu gelirlerini” arttırmıştır. Bu suretle dinamik denge sağlanmıştır. Ancak bu model, ekonomide “cari döviz açığı aşağı-bütçe açığı yukarı” açmazını yaratmıştır. Dönemsel iyileşme, yapısal bozulmaya sebep olmuştur.
Son Söz: Politika, tercih; tercih, ödünleşmedir.
Paylaş