Paylaş
Sanırım sekiz yıl kadar önceydi. Sri Lanka seyahatimin bir gününü Nuwara Eliya’ya ayırmıştım. Burası ülkenin dünyaca ünlü çaylarının üretildiği dağlık bölgesi. Tarlada hasada katılıp fabrikada üretimi gördükten sonra başkent Kolombo’ya olan 5 saatlik yolculuğumuz başlamıştı. Yollarda öyle tesis, restoran falan hak getire... Rehberimiz temiz ve güvenilir, yarı bakkal yarı restoran tarzı bir yerde mola verdirdi. Hayatımda içtiğim en güzel çorba ve çaylardan birini de işte burada içtim: Taze zencefilli tavuk çorbası ve benim bol baharatlı sandığım nefis bir çay. Sütlü çay sevmem ama içinde baharat olunca (!) buna bayılmıştım. 70’lerindeki dükkân sahibine biraz da bilmiş bir edayla “Bunun içine biraz tarçın koydunuz galiba, hatta az bir şey yeşil kakule ve karanfil de, değil mi” diye sorduğumda yüzüme garip garip bakıp “Yoo, hiçbir şey yok. Sadece çay ve süt” demişti. Ben inanmak istemeyince arkadaki derme çatma mutfağa yollamıştı. Evet, gerçekten de içinde sadece çay ve süt vardı.
Kıymetli ürünleri üreten ülkelerin çoğu, o ürünün kalitelisini ihraç eder. O ülkelerde halkın gelir seviyesi çok düşük olduğu için yerel pazarda genellikle o ürünün en düşük kaliteli ve en ucuz olanını bulursunuz. Burada da öyle olmuştu. Nuwara Eliya’da işlenmiş yaprakların büyüklüğüne göre yapılan ayrımdan sonra toz dedikleri ve halkın tükettiği en ucuz kategoriyi de göstermişlerdi. Çay ne kadar ince ve toza yakın olursa deminiz o kadar bulanık olur ki bu istenmeyen bir şeydir. Ama öte yandan daha kısa sürede demlenir ve yaprakta olduğundan çok daha farklı tatlar alabilirsiniz. Buradaki de öyleydi. Demledikleri en ucuz çay ortalama bir Seylan çayından çok daha farklı bir karakterdeydi. İçine konan Hindistan cevizi sütü, tadı yumuşatırken sütün yağıyla da aromalar çözünüp iyice damakta patlar hale gelmişti. Bazı çaylara sütün ne kadar çok yakıştığını işte ilk orada görmüş oldum.
MOĞOL AİLE BİZİ ÇAYA ÇAĞIRDI
Bir başka sütlü çay maceram da bambaşka bir coğrafyada, Moğolistan’da oldu. Seyahatimin bir haftasını Gobi Çölü’nde geçirecektim. Moğol telefon hatlarının bile çekmediği çölde yurt dedikleri çadırlarda kaldık. Çölde safari, develerle gezinti, eski usül pişirme gibi aktiviteler derken bir öğleden sonra rehberimiz yan taraftaki Moğol ailenin bizi çaya çağırdığını söyledi. Böyle bir fırsat kaçar mı! Üç çocuklu ailenin çadırına girdiğimizde burnuma çarpan kokunun ilk şokunu atlatıp yerime oturduktan sonra yerel rehberin yardımıyla evin dedesiyle sohbete başladım. Moğolların tüm aile hayatı bu çadırların içinde geçiyor. Hepsi aynı alanda yatıp yemeklerini burada yiyor, hatta yine bu kapalı alanda pişiriyorlar. Haliyle tüm koku çadırların kıldan yapılmış cephesine yerleşiyor.
ŞİFA NİYETİNE HER GÜN İÇİYORLAR
Biraz sohbetten sonra evin kızı çay servisimizi yapmak üzere köşede fokurdayan kocaman tencerenin başına geçti ve kepçeyle çaylarımızı doldurdu. Evet, bir kez daha sütlü çayla sınanıyordum. Üstelik bunun üzerinde ufak yağ parçası da dans ediyor ama az da olsa içmem şart! Damakta çay tadı var ama sanki çaydan ziyade hafif bir çorba içiyor gibiyim. ‘Belki de kâseden içtiğim için öyle hissediyorumdur’ diye düşünürken rehberimiz anlatmaya başladı: “Çay ülkesi Çin’le komşuyuz ama bizdeki iklim malum, çay yetişmiyor. Bizim için aslında pahalı bir ürün ama içmeyi çok seviyoruz. Hatta şifa niyetine her gün mutlaka içeriz. Şehirde yapılanla kırsalda yapılan farklıdır. Mesela az önce senin içtiğinde siyah çay var. Kısrak sütünün yanında bir tutam kuru et, onun üzerinde de bir parça tereyağı... Yani anlayacağın çay bizim için bir keyif içeceğinden öte, besleyici ve tok tutan bir gıdadır da...”
Çayın üzerine farklı anlamlar yüklendiği çok yer var. Bunlardan biri Kore. Ülkede ağırlıklı olarak oolong ve yeşil çay tüketiliyor. Yıllar önce televizyon çekimi için gittiğimde turizm ofisi beni ülkenin dağlık alanlarındaki tapınaklarında gerçekleşen bir çay seremonisine götürmüş ve geleneksel kostümlerini giymemi rica etmişlerdi. Tapınağa vardığımızda hayatımda ilk kez bir kadın Budist rahibeyle karşılaşmıştım. Kurallar gereği kafasını tıraş ettiği için yaşını tahmin etmek zordu. İşte en büyük hatayı orada yaptım. Yaşını sorduğumda duymazdan gelip çay servisine başladı. Meğer büyük ayıpmış. Minik seramik fincanlara sürekli doldurduğu yeşil çayı hiç konuşmadan dakikalar boyunca içtik. Bunu tapınakta her sabah yaparlarmış.
Çay servisi tapınağa en yeni gelenlere aitmiş. Kahvaltıdan önce herkesin bir araya gelip çember şeklinde oturarak çay içtiği günün bu erken saatlerinde, bir gün öncenin muhasebesi ve o günün kişisel planlaması yapılırmış... İki gün önce 15 Aralık Dünya Çay Günü’nü kutlarken aklımdan bu çok sevdiğim anılar bir bir geçti. Dünyanın dört bir yanında belki karın doyuran ya da sevdiklerimizle bir araya getiren bir aktiviteye dönüşen çayın etkisini düşünmek onun bir içecekten çok daha fazlası olduğunu bir kez daha hissettirdi bana.
Paylaş