Çakır ve dahi cümlemizin başı sağolsun, üç kuruşluk aklımız vardı, onu da Vadi’de cebimizden düşürmüş bulunuyoruz. Akıl yürütmekmiş, makıl yürütmekmiş, kifayetsiz kalıyor.
Kurtlar Vadisi’nde, Oktay Kaynarca’nın canlandırdığı Süleyman Çakır’ın ardından kopan ‘matem fırtınası’ (!), Sakıp Sabancı’nın ardından tutulan yası aratmıyor.
Belediyeden emekli, ‘dizinin yayınlandığı akşamlarda misafir bile kabul etmeyen’ Tahir Türköz (45), Çakır’ın vurulduğu gün heyecandan kalp krizi geçirip hayatını kaybetti. Allah rahmet eylesin ve kimbilir, Türköz’ün geçirdiği belki de iradi bir krizdir; varsa öyle bir şey tabii... Olur olur; diyelim ki rahmetlinin gözü Çakırsız bir hayata katlanmayı yemedi.
Yine Konyalı bir grup genç, Çakır’ın ölümü üzerine, Yeni Meram isimli yerel gazeteye taziye ilanı verdi: ‘Kurtlar Vadisi’nin vazgeçilmez karakteri Süleyman Çakır’ı kaybetmenin derin üzüntüsü içerisindeyiz. Merhuma Allah’tan rahmet, Kurtlar Vadisi’ne, Polat Alemdar’a, Memati’ye, Dayı’ya ve yakın arkadaşlarına ayrıca hayranlarına başsağlığı dileriz.’
Bunun yanında, Adapazarı’nda vuku bulan bir halı saha futbol turnuvasında Çakır için bir dakikalık saygı duruşunda bulunuldu. Maç, rakip takımın da zorunlu olarak katıldığı saygı duruşunun ardından, Kurtlar Vadisi’nin jenerik müziği eşliğinde başladı, hoş oldu.
HORMONLU SEMPATİ
Fındıkzade’de pazarcılık yapan Polat Alemdar, (Ben kırk kere baktım, bu isim benzerliği tashih midir diye ama yok abi... Bu hormonlu sempati, o empatiden kaynaklanıyor da olabilir gerçi.) dükkanın vitrinine; ‘Süleyman Çakır’ı elim bir saldırı sonucu kaybettik. Bütün sevenlerinin başı sağolsun!’ şeklinde Polat Alemdar imzalı, ‘el yapımı’ bir ilan astı... Adam gerçek bir fanatik... Çakır öldüğünde karısıyla birlikte sabaha kadar ağlamış! Diziden önce bir önceki haftanın VCD’sini izleyip konsantre olurmuş, o kıvam...
Burada biter mi, burası Kurtlar Vadisi, öyleyse devam: Karakterin arkasından İlahiyat Fakültesi’nden bir grup genç mevlit okudu! Bir başka Baba, ifadesi alınırken, ‘Çakır’ın öldürülmesine dair talimatı siz mi verdiniz?’ sorusuyla sitemlerini iletti ve polise teessüflerini sundu!
Çocukların gelişimine dair beslediği endişe dolayısıyla Alaattin Çakıcı’nın sergilediği ‘duyarlı’ yaklaşımın ve Oktay Kaynarca’nın sözel istifrasının üzerine Vedat Ergin, Uşak Cezaevi’nden mektup yazdı: ‘Artistler bu mafya işlerine alet olmasın. Çakıcı benim kan ve can hasmımdır. Oktay Kaynarca’ya bu açıklamaları kim yaptırıyorsa, delikanlıysa, çıkıp kendi açıklamalar yapsın da görelim. Çok ayıp. Bunun adı ahláksızlık...’
Pardon valla, insanların ezberinin bu denli dağınık olduğu topraklarda, ayıbın yolları kayıp!
Dizi dediğin tabii böyle bir şeydir; TV’nin karşısına geç, TC’nin hayatını bir film şeridi gibi seyret. Özdeşleşmeyse, böyle olur! Ne olacaktı? Biz bir aileyiz elbet.
Meltem Anne’yi unutmadık değil mi? Aileyi tamamlamak için tabii bir de baba lázım. Baba dediğin nereden çıkar ki? Bittabii ‘Babalar’ áleminden... Siz sağ, biz selámet...
Hadi bakalım, ne yapacağız şimdi? Ahlákın, delikanlılığın, namusun, mertliğin, iyiliğin, kötülüğün, erdemin, vs.nin tanımını sil baştan yapalım mı? Mefhumlarımızı paten misali kuşanıp, kaygan zeminler üzerinde kayalım mı?
Bu ülkede işlerin hep mafya aracılığıyla yapılmasını eleştiren, temiz toplum istediğini iddia eden ve Çakır’ın ölümünden dolayı eseflerini sunan herkesin sahtekárlığını şöyle bir sorgulayalım mı?
Vakt-i zamanında Alman şair-oyun yazarı Dean William Ralph Inge söylemiş: ‘Kuzunun vejetaryenliğin faideleri üzerine söylediği hiçbir şeyin, kurtun farklı görüşte olması hálinde hükmü yoktur.’
Öyle yani... Ortam buysa, álemin kralı Çakır’sa, yapacak bir şey yoktur. Sen öyle durduğun yerde istediğin kadar kudur, olayımız, budur!!!