Dün gece hıçkırmaktan nefesim daraldığı için iki kez uykumdan uyandım. Çünkü uykumda hüngür şakır, boğulurcasına ağlıyordum.
Her ikisinde de en azından rüyada ağlayabilmiş olmanın rahatlığıyla birer sigara yaktım. Kalktım, oturma odasına geçtim. Kanepeye çöküp, elimdeki sigaranın korunun evcil ateşböceğim olduğunu düşünüp, karanlık tavanda, ıslık eşliğinde dans ettirdim. Öyle hızlı bir tempo tutturdum ki, dans etmekten düz durmaya fırsat bulamayan sigaraları içemedim.
Bunu yaparken bir yandan da gördüğüm rüyaları kendi kıtipiyos çapımda analiz ettim. Tabii ki mevzuu sulandırdım. Kendi kendime kıkırdadım. Sonra yine odaya döndüm ve uykuya daldım.
Sabah, yine nefes darlığıyla, yine hüngür şakır ağladığım bir üçüncü rüyadan uyandım.
Ne analize kafa yorasım vardı bu kez, ne rüya tabirleri sözlüğüne göz atmaya. Kurulmuş pilli bir bebek gibi kütüphaneye gittim ve Edip Cansever’in Mendilimde Kan Sesleri şiirinin olduğu sayfayı açtım:
"Her yere yetişilir / Hiçbir şeye geç kalınmaz ama / Çocuğum beni bağışla / Ahmet Abi sen de bağışla / Boynu bükük duruyorsam eğer / İçimden öyle geldiği için değil / Ama hiç değil / Ah güzel Ahmet Abim benim / İnsan yaşadığı yere benzer / (...) / Gülemiyorsun ya, gülmek / Bir halk gülüyorsa gülmektir / Ne kadar benziyoruz Türkiye’ye Ahmet Abi. / Bir güzel kadeh tutuşun vardı eskiden / Dirseğin iskemleye dayalı / Ñ Bir vakitler gökyüzüne dayalı, derdim ben Ñ / Cıgara paketinde yazılar resimler / Resimler: cezaevleri / Resimler: özlem / Resimler: eskidenberi / Ve kaşın yukarı kalkık / Sevmen acele / Dostluğun çabuk / Bakıyorum da şimdi / O kadeh bir küfür gibi duruyor elinde/ (...)"
Biz gazeteciler mesleki deformasyondan dolayı hasarlı ve nasırlı yaratıklara dönüşürüz bir noktadan sonra bilir misiniz...
Sağlığı yerinde olmayan, iyiden iyiye yaşını almış kimi sanatçıların son röportajını yapmış olmak için randevu kollar, ölüm döşeğindeki insanların, kötü haber gelir gelmez ilk biz davranmış olalım diye boş vakitlerde özgeçmişini hazırlar, yedekte tutarız.
NASIRLI, HASARLI RUHLARIZ
Sizin bakamadığınız fotoğrafları, büyüterek inceler, sayfaya en uygun detayları ararız... Sizin bir gazete okuyuşu ya da bir haber bülteni izleyişi boyu kalkan midenizden geniştir midemiz. Gün boyu bütün gazeteleri okur, yerli yabancı bütün ajansları tarar, kötü haber tez duyulur ya, en kötü haberleri herkesten önce biz duyarız.
Ve olan biten her şeye biraz yabancılaşmış, biraz uzak, haber gözüyle bakarız. Üstelik iyi haber de haberden sayılmaz pek. (Hoş, zaten ve maalesef iyi haber de gelmez pek...) Kötülükten yana, algıda seçicilikte şahikaya ulaşmışızdır; her taşın altında bir bok ararız.
Marazla öylesine hoşbeşte, öylesine nasırlı ve hasarlı ruhlarız...
Bünye ancak arada sırada, böyle, uykusunda tepki veriyor vere vere işte...
Buna rağmen, bununla birlikte ve buna binaen, hani uykumda bile olsa ağladım ya, "Eh nüvede hálá iki dirhem insanlık kalmış, bu beni bir süre daha götürür" diye sevindim diyeyim size...
Çevre ve Orman Bakanı Osman Pepe; Yavuz Donat’a, "Orman yanıyor, vatandaş yangın söndürmeye koşmuyor. Kahvede tavla, dama, okeye devam ediyor. İnanılmaz bir umursamazlık. Biz eskiden böyle miydik?" diye soruyor.
İki aya yakındır ailesinin hamisi olan patronu tarafından gördüğü akıl almaz işkenceleri Gülden Aydın’a anlatan Meryem Sak, bakkal hesabını ödediği için "Vefa borcu" duydukları işkenceci sadist dallama Mustafa Kıvrık’a göz yuman, ona suç ortaklığı eden annesi ve erkek kardeşi hakkında; "Yazık, ne yapsınlar" türünden cümleler kuruyor.
Lise öğrencisi, 16 yaşındaki "satanist" olmasından şüphelenilen bir kız, annesini öldürdükten sonra evde arkadaşlarına parti veriyor.
AHMET ABİ, MENDİL NİYE KANAR?
Geleceğimiz de ziyadesiyle parlak (!): ÖSS ve YDS yerleştirme sonuçlarına göre, bu yıl 2433 okul birincisi açıkta. Geçen yıl sayı 1900 iken, bu yıl, kendi okulunun birincisi 2433 çocuk, bir yüksek okula yerleştirilemiyor. E hani? Başarıysa başarılı işte bu çocuklar? Sistem, al başarını münasip bir esnaflığa koş diyor.
Bu arada, Milli Eğitim Bakanlığı, öğrencilere birbirinden parlak incilerden oluşan 100 Temel Eser öneriyor:
Küfürlü Türk Bilmeceleri Seçmeleri mi istersiniz, Milli Eğitim Bakanlığı’nın hazırlatılmasına karar verdiği, ancak geciktiği için İlkbiz Yayınevi’nin kendi inisiyatifiyle hazırladığı, içinde; "Ecevit’in kafası / Cum Sezer’in sopası / Aptal olduk hepimiz / Kafaları kopası" şeklinde bulunmaz "dizelerin" yer aldığı Türk Manilerinden Seçmeler mi...
Bu çocuklar da oturdukları sandalye yanarken, birbirlerine mani okurlar artık.
Edip Cansever’in dediği gibi:
"Ah güzel Ahmet Abim benim /Gördün mü bak / Dağılmış Pazar yerlerine benziyor şimdi istasyonlar / Ve dağılmış Pazar yerlerine memleket / Gelmiyor içimden hüzünlenmek bile / Gelse de / Öyle sürekli değil / Bir caz müziği gibi gelip geçiyor hüzün / O kadar kısa / O kadar kısa / İşte o kadar. / Ahmet Abi, güzelim, bir mendil niye kanar / Diş değil, tırnak değil, bir mendil niye kanar / Mendilimde kan sesleri."