Bu aralar haberini aldığım kaç tanıdık vardır saymadım. Çok yakınım birkaçı da dahil, rastlaşıp konuştuğum kadınların birçoğu hamile.
Benimse efen’im, daha ziyade, tabiri caizse gazım var. Yine bir şişiş ki öyle böyle değil, fena şiştim. (Hálet-i ruhiye bábında "daralmanın" halk arasında aynı zamanda "şişmek" olarak addedilmesi ve hakikaten, insan ağzının tadı olmadığı için aç bilaç yaşarken bünyenin rağmen şişebilmesi de ne mene bir ironidir; sorası var deli gönlümün.)
Ya da şöyle söyleyeyim: Kendimi çift hörgücünde ikiz bebek taşıdığı hálde apronda kurban edilen bir tür mutant deve gibi hissediyorum.
Standart mı desek; kadınlık hálleri işte...
Siyaset, spor ve aşk meşk "tartışırken" ha pasa yumruk-tekme birbirine ve skor yapmak niyetiyle, kendinden, yanisi hedefliğinden bihaber (!?!.) hedeflere saldıranlar sağolsun. Çocuğu, ergeni, genci, yetişkini, yaşlısı; tabii tabii, sormayın, diyalogdan anladığı karşılıklı monolog olanların diliyle, maksat "muhabbet" olsun.
Olanlara bitenlere biraz yukarıdan, biraz aşağıdan, biraz mesafeli bakmaya çalışırken, her bir haltı bu denli içselleştirince insan, hafif tertif şizofrenik hissediyor.
Ki yine-kim bilebilir, ahir zamanlarda dünyanın ahvaline şöyle şekerli renklerde şizofrenik bir bakış atmak, daha sağlıklı bir bakış bile sayılabilir.
Bu satırları yazarı (!); nasılsa ne desek herkes kendi anladığına yoracak; e bari benim bildiğim bana kalsın diyerek, bu konuda ahkám kesmekten kaçınıyor.
Yine uykuyla uyanıklık arasında, bir tür rüyada geçen ömrümün büyük bir kısmında olduğu üzre, uyku niyetine falakaya yatıyormuş gibi hissettiğimden, huzurlu bir uyku için olmayan krallığımı vermeye gönüllüyken, bilinçaltı eleğe dönmüş.
Hemen her gece aman da erken yatayım, belki erken kalkarım hesabıyla, uykum; bile de ne, bittabii henüz gelmemiş olduğu hálde; oto-ebeveyn sıfatıyla, kendimi erkenden yolladığım yatağımda, gördüğüm beş rüyanın üçünde, kendimi birilerine ağır sinkaflı küfrederken buluyorum.
Sokak çocuğu olarak büyüdük biz; küstük mü fena küser, kızdık mı fena kızar, çizdik mi fena çizeriz; o kadar olacak...
Dalga geçmekse dalga geçmek (Bunun için de başka bir ifade kullanasım var ya, neyse...), öfkeyse öfkelenmek; ağlaksa ağlak yapmak; onu da isteyen istediği gibi okusun artık; hiç gocunmuyorum.
Bu aralar önüme gelen resimler, haberler, makáleler bir yana, hani neredeyse, hayatı bir öyle çevirip, bir böyle çevirip, sonra bir de başka bir açıdan çevirip, öyle okuyorum.
Ki ne bildiğimi bileyim...
Yoksa, öyle kolay kolay anlaşılacak, daha doğrusu espriden yoksun kaba bir şaka olduğu için anlamaya değer bir tarafı olmayabiliyor, olamayabiliyor hayatın bazen.
Kimseden ne ne hissettiğim için, ne de ne düşündüğüm için özür dilemeye niyetliyim.
Ancak ve ancak, bu da böyle bir dönemdir, demdir, geçince geçiyor; hep geçmiştir; yine geçer diye umut edebilirim. Artık, geçmişe mi geçer, geleceğe mi geçer, onu da bilen bilir. Ki her zamanki ebleh, biraz iyimser, biraz "uyumsar" Pollyanna, pardon, Kova olarak ediyorum da zaten...
En gamsız Gamlı Baykuş hálimle; kukumav kuşu diliyle, şu an uğraşacak hálim yok. İçi dışına çıkmış, dışı içine dönmüş, göçmüş ve daimi göçmen bünye, durduğu yerde, kendi çapında düşüneceğini düşünüyor, hissettiğini hissediyor zaten...
Bünye kendi hálinde takılıyor, bir de ben mi uğraşayım?..
Yarın yine iştir, yine güçtür, bir dolu şey var. Mümkünse sessizce dağılalım. Eve gidip, uyumaya ve álemin güya tarafsız ve bağımsız topraklarında bir miktar huzur bulmaya çalışacağım. (Dinlenirken bile bir şey bulmaya çalışmak da nasıl bir işse artık?)
Hálimiz nicedir mi desem, hafif nihilist bir yaklaşımla Nietzsche’dir midir desem, takdirlerinize bırakıyorum. (İnsan, arafta yaşarken en azından biraz eğlenmeye çalışıyor, affınıza değil, izanınıza sığınıyorum.)