Her an yeni bir gelişme olduğu için, ‘‘Pascal Nouma vakası’’ ile ilgili cüretkár bir yorum yapmaktan çekiniyoruz açıkçası...
Olan biten málûm: Önce Pascal'ın yarattığı skandal geldi. Bunun üzerine başlatılan basın kampanyası neticesinde futbolcunun sözleşmesi tek taraflı feshedildi. Ardından, memlekette sık sık yaşanan türden bir linç ayini gereği Pascal'ın daha geçen ay pek şirin bulunan tavırları silbaştan ele alındı; tasvip etmez, küfürbaz belagatlar eşliğinde... Yetmedi, Nouma'nın üzerindeki son moda jean'in çarşaf çarşaf resimleri, bardağı taşıran son damla olarak basılıp, ‘‘porno film oyuncularına benzeyen zenci yıldızın’’ kıçı açıkta gezdiği bile yazıldı ki bu, zırvalığın şahikasıydı...
Son aldığımız haberler Nouma'nın Fransa biletini iptal ettirdiği ve BJK'ye dava açmaya hazırlandığı yönündeydi. Bir karşı atak olarak, bizimkiler de Nouma'yı sınırdışı edebilmenin yollarını arıyordu. Bu ekin piyasaya çıktığı güne dek neler olur, şu anda kestirmek pek mümkün değil.
Kabul edersiniz ki, Erman Toroğlu'nun, Ahmet Çakar'ın, her akşam, döner bıçağıyla ahkám kestiği, sokakta rastladığınız erkeklerin onda dokuzunun takım taklavatını avuçladığı bir ülkede, bu incelikli, hassas yaklaşım, komikten öte gülünç kaçıyor. Sizi bilmem ama ben her Allah'ın günü, Teşvikiye'den İkitelli'ye varana dek, otobanın kenarındaki tretuvarlara işeyen adamları sayıyorum da, neredeyse sokak lambalarının adedini buluyorlar! Hem elinizi vicdanınıza koyun da söyleyin, Avanak Avni, en az Namık Kemal kadar ünlü bir halk kahramanı değil midir? (Hayır, orasını avuçlayan bir kadın olsa, estetik bir unsur olarak haftasonu dergilerinden birine kapak olacak ya da ne bileyim, arka sayfa güzeli olarak gazetelere basılacak ama burada bir erkeğin, başka erkeklere karşı tavrı söz konusu...)
Yine de Pascal Nouma'nın fırlama, kimi zamansa şirret tabiatı bir yana, bizim uyuzumuzu esas kaşındıran, mevzunun yine şu meşhuuur ‘‘Türk örf ve ádetleri’’ çerçevesinde ele alınması oldu. RTÜK bir kanal mı kapatacak; yayınlanan programın Türk örf ve ádetlerine uymadığını iddia eder... Mankenin biri, telekız olmadığını mı kanıtlayacak, Türk örf ve ádetlerine göre yetiştirilmiş olduğundan dem vurur... Yapımcının biri dizisinin promosyonunu mu yapacak, reklam hamuruna mutlaka Türk örf ve ádetlerine uygunluğunu katar... İyi de, bir Fransız'ı Türk örf ve ádetlerine uymuyor diye ipe götürmek ne oluyor?
Kaldı ki, hakikaten kimdir bu Türk örf ve ádetlerini belirleyen merci? Biz, bireysel düşünceye inanan Türkler, mümkünse kafa karışıklığımıza rehber olsun diye, TSE misali bir kurum oluşturulmasını talep ediyoruz. Şu Türk örf ve ádetlerinin kıstaslarını adam gibi bir ilan etsinler de, ne kadar gelenekçiyiz, ne kadar Türküz, buralara mı aidiz yoksa bizim de sınırdışı edilmemiz vacip midir, bilelim...
N'ayır, n'olamaz
Geçen hafta gazeteler, Türkan Şoray'ın estetik ameliyat olmaya karar verdiğini, önce gözaltı torbalarını aldıracağını, ardından da botox yaptıracağını yazıyordu. Yalvarıyoruz yapmasın... Ömrünü sinemaya aşık tüketmiş, konusunda son derece yetkin biri olarak Şoray'ın aklı, bunun ölümcül bir gaflet olduğuna, Hülya Avşar kadar bile ermiyorsa, oturur hakikaten ağlarız! Uğruna şarkılar yazılmış o gözlere, yılların hikáyesinin harita gibi nakşolduğu o çehreye, deep-freeze'de cansız yatan bir lüferin gözleri ve mimikrisi yakışır mı Allah aşkına? Şoray, Emel Sayın'ın suratına şöyle bir bakıp, ikinci kez, iyice düşünsün isteriz. Zihnimizde Adalet Cimcoz'un sesi yankılanıyor: N'ayır Sultanım, n'olamaz...
Genç, yetenekli ve zenci
Hiçkimse, siyahi eylemlerin marşı sayılan ‘‘Young, Gifted and Black’’i onun gibi söyleyemezdi. Billie Holliday ile kendisine dair her tür karşılaştırmayı, Holliday uyuşturucu bağımlısı olduğu için hakaretamiz sayan, tek kişiyle, diva Maria Callas ile mukayese edilmek isteyen, tarzını siyahi klasik müzik olarak tanımlayan, iki doktora sahibi sağlam abla Dr. Nina Simone'u da müzisyenler cennetine uğurladık... Malcolm X ve Martin Luther King gibi siyahi liderlerle yarenlik eden bir aktivist olmasına karşın, en çok bir kadın olarak tavizsiz tutumuna saygı duymuş, kendini taşıyışının şıklığı karşısında şapkamızı çıkarmıştık. BBC'de yayınlanan ünlü röportaj programı Hard Talk'da, Tim Sebastian'la konuşurken, mesajını sarih bir şekilde vermişti: ‘‘Eğer zenci bir kadınsanız ve her konuda hakkınızı arıyorsanız, hemen geçimsiz ve zor yaftasını yapıştırırlar. Ben yemek pişirmem ya da temizlik yapmam. Benle beraberliği göze alan erkeklerin, beni olduğum gibi kabul etmeleri gerek; yani hem bir yıldız, hem de bir kadın olarak. Ve her iki özelliğimle de başedebilmeleri...’’ Bu her dem genç, üstün derecede yetenekli ve hem teniyle hem ruhuyla kömür kadar zenci divaya ömrümüz boyu hayran kalacağız...
Magazin yorgunu
Geçen haftanın en komik haberlerinden biriydi. Eğer ki, asparagas harikası değilse, TeleVole güruhuyla ve zihniyetiyle uğraşan kişilerin akli dengesinin varacağı nokta konusunda şahane bir hikayeydi. Şöyle ki: Özellikle ‘‘sanat camiasının’’ doktoru olarak nam salmış estetik cerrah Onur Erol'un, durmadan burnunu kaldırmaya -pardon deviasyon operasyonu geçirmeye!- göğsünü toplatmaya ya da liposuction yaptırmaya -pardon, kist aldırmaya!- gelen ‘‘artizlerden’’ had safhada sıkılmış, bu sebepten kafayı sıyırma raddesine varmış olduğunu tahmin ettiğimiz asistanı, geçtiğimiz hafta, Erol'un muayenesini ziyaret eden Zeynep Mansur ile büyük bir kavga yaşamış. Bir ay önceden randevu almış olduğu hálde Mansur'u ‘‘Dr. Erol Bey!’’ ile bir türlü görüştürmeyen asistan, aralarındaki tartışma ilerledikçe, sanatçılar, daha doğrusu magazin figürleri ile ilgili küfürbaz bir tonda atıp tutmaya başlamış. Sonunda mevzu, Zeynep Mansur'un, masanın üzerindeki vazoyu, asistanın kafasına fırlatmasına kadar uzamış! Yarınlarda, tıp literatürlerine, Türkler'e has bir sendrom olarak, ‘‘TeleVole ve magazin yorgunluğu’’ şeklinde, metal yorgunluğu misali yeni bir madde eklendiğini görürseniz, şaşırmayın.
Attik, tutamadik!
Çarkıfelek malumunuz, eğlencenin amele muhabbetiyle başabaş gittiği, ultra eğlenceli bir mecra... Bu geyiğe mükemmel ayak uydurduğu için Fatih Ürek ile birlikte Mehmet Ali Erbil'in favori konukları arasında yer alan İsmail Türüt, nihayet geçen hafta, ‘‘Mali usulü geyiği’’ Dingo'nun ahırına yakışır bir kıvama taşıdı ve üzerine atladığı Aysel Gürel'in tam beş kaburgasının ezilmesine yol açtı! Haberi kaçırmış olanlar için olayı, İsmail Türüt'ün üslubuyla, birebir aktaralım: ‘‘Çarkıfelek programında yarışıyorduk. Aysel Hanım soruyu bildi, Mehmet Ali tuttu kolundan; yan yana dükkana gidiyorlardı. Ben arkadan M.Ali Erbil'e şaka yaptım, bacaklarına dokundum. Dengesini kaybetti, yere yuvarlandı. Düşerken Mehmet Ali'nin kolu Aysel Gürel'in karnına çarptı. Hızlı çarptı ki, o da yere yuvarlandı. Mehmet Ali de yerde ya, döndü onun üzerine yattı. Baktım herkes yerde; 'Haydi ben de yatayım,' dedim, üzerlerine atlayıverdim. Aysel Hanım'ın üzerine düşmüşüm, farkında değilim. Arada kalmış, bağırmaya başladı. Şakadan bağırıyor sandım, meğer kaburgaları ezilmiş. Ne bileyim... Kısacası şu: Attik oni, tutamadik; duşti kırıldi.’’