Dünyanın gelmiş geçmiş en veciz şahsiyetlerinden Oscar Wilde der ki: ‘Evlilik, hayalgücünün zekaya karşı zaferidir. İkinci evlilik ise umudun tecrübeye karşı zaferidir.’
Bana sorarsanız evlilik, sevişmek için belediye’den icazet almak, bir sürü daraltıcı formaliteyle uğraşmak, eşşek yükü masraf yaptığın hálde misafirlerin kusur bulabildiği ve arkandan dedikodunu yapabildiği bir düğünde bir sürü insanı yalapşap öpmek zorunda kalmak, yanılıp da bir adamı sevdin diye çoğu zaman haddinden fazla mütecessis koca bir sülaleyle birlikte yatağa girmek, sonunda da yine büyük ihtimalle hayal kırıklığına uğramak ve sıkılmak, sıkılmak, sıkılmaktır.
Evliliğin son bulması hálinde de mahkemeydi, mal dağılımıydı, çocuk da varsa velayetti, velayet durumu varsa bir ömürlük onulmaz vicdan azabıydı, şuydu, buydu, yine sürü sepet sıkıcı formaliteyle uğraşmak ve gül gibi ilişkinin çirkef bir sonla neticelenmesi yüzünden ömrü billah ağzında pis bir tatla yaşamak zorunda kalmak, insanlığa inancını ve güvenini büyük oranda yitirmektir.
Şimdi Allah aşkına galeyana gelmeyin. Tamam, peki, ille ki mutlu izdivaçlar da vardır. Eminim sizinki öyledir. Ne mutlu becerene... Allah mutluluğunuzu daim etsin; ne diyeyim...
Üremeye niyeti olan çiftlere diyecek lafım da yok. Allah analı babalı büyütsün; hakikaten tüm samimiyetimle dilerim.
Yalnız, mümkünse ben almayayım, alana da müdahale etmeyeyim.
Yanlış anlamayınız. Bendeniz öyle parçalanmış bir ailenin değil, 60’tan beri birlikte ve 66’dan beri evli olan bir çiftin; hemen her Allah’ın günü aynı cümlelerle aynı kavgaları etmelerine rağmen, yanyana yaşlanmayı ve birbirini sevmeyi, iki çocuk ve bir torun sahibi olabilmeyi becermiş bir çift tarafından kurulmuş bir ailenin ferdiyimdir.
Buna rağmen söylüyorum: Tamamen şahsi kanaatime göre, mutlu izdivaçların varlığı, mutlu aşkların varlığından bile şaibelidir.
Bildiğiniz üzre, bu aralar muhtelif şöhretlerimiz art arda ‘dünya evi’ne giriyor.
Başbakanımızın kerimesi olsun, NBA’deki gururlarımız Mehmet Okur ve yakın bir zamanda evlenecek olan Hidayet Türkoğlu olsun, evlenen evlenene... Onlar ermiş muradına, bize de saadetler dilemek, kerevete çıkmak kalıyor.
Yalnız, bütün bu hikáyenin bir yanı var ki, benim eni konu kanıma dokunuyor.
Mesela Sabah gazetesinin Cuma günkü manşetine buyrun: ‘Son Külkedisi: 39 milyon dolarlık transferle Mehmet Okur’un eşi Yeliz’den sonra, Hido’nun nişanlısı Banu da trilyoner gelin adayı oldu.’ Zira bildiğiniz üzre, Yeliz Çalışkan artık bu hayatta 50 milyon dolarlık adamı kapmış olan kadın olarak anılıyor.
Nedir yani? Mevzuyu Külkedisi jargonuyla andığımıza göre bu kadınlar, daha önceki pozisyonları itibarıyla evin zavallı hizmetçisi, şimdiki pozisyonları icabı da adamı kapıp köşeyi dönmüş, hayatı kurtulmuş ballı karılar (Yine yanlış anlamayın, kocanın karısı!) mı oluyor?
Geçenlerde RTÜK Başkanı Fatih Karaca ile yapılmış bir röportajda Karaca, neden bugüne kadar evlenmemiş olduğunu; ‘Bugüne dek hiçbir kadın beni kafesleyemedi’ cümlesiyle açıklıyordu.
Kendi adıma evliliğin nedense sadece kadınlar için bir gelir kapısı, yaşam gayesi, varoluş meselesi addediliyor olmasından dolayı hicap duyuyorum.
Gerçi doğruya doğru, hakikaten de -üreme dürtüsünden olsa gerek- kadınlar, şu evlilik müessesesine erkeklere nazaran daha bir meraklı.
Fakat artık kendi ayakları üzerinde duran, hatta çocuğunu tek başına büyüten ve bu zorlu işin altından arslanlar gibi kalkan milyonlarca kadının yaşadığı bu çağda da şu kocakarı üsluplu karı-koca geyiği tedavülden kalkmalı.
Neden yaşını başını almış ve o zamana kadar nikáhlanmamış bir erkek, hiçbir kadın tarafından kafeslenmemeyi ‘başarmış’ bir müzmin bekár oluyor da, ortayaşlı bir kadın, hiç evlenmediği için ‘evde kalmış’ yani ‘alınmamış’ sayılıyor, biri bana izah edebilir mi?
İki kişinin imzaladığı aşka dair bir akit söz konusu... Neden Mehmet Okur ve Hidayet Türkoğlu da sevdikleri kadınlarla evlenebildikleri için şanslı sayılmıyor da sadece Yeliz Çalışkan ve Banu Ergür’den mal bulmuş mağribi, maden bulmuş zibidi, gömü bulmuş gariban gibi bahsediliyor?
Dedim ya, kanıma dokunuyor. İsteyen istediğiyle evlensin. Evliliğe ‘kutsal müessese’ denilsin. Samimi temennimdir: Bütün evlilikler mutlu mesut sürsün ve bu evliliklerden mutlu mesut çocuklar üresin; hayat bir bayram olarak süregelsin...
Sadece, yine veciz şahsiyet, haysiyetli abla Katherine Hepburn gibi düşünen kadınlar da bulunduğu akıldan çıkarılmasın: ‘Birçok erkeğin takdirini, bir tekinin daimi eleştirileri uğruna feda etmek istiyorsanız, hadi gidin evlenin.’