Genelde okur mektuplarına bu köşede yer vermiyorum fakat geçtiğimiz pazar 23 Nisan vesilesiyle bizim Kara Muço’ya hitaben yazdığım yazı üzerine gelen e-postalardan özellikle biri, ruhumu sağalttı, yüreğime su serpti, omurgamı doğrulttu, yüzümü güldürdü.
Kendisinden aldım, sizin de müsaadenizle bir kısmını paylaşayım istedim. İstedim ki Deniz biraderimizden feyz alalım, sadece şikáyet etmekle yetinmeyelim, herkes elinden geleni yapsın. Yapacağız, yapmalıyız; zira belli ki ideoloji tokuşturacak diye, sırf imam hatipli olduğu için Çocuk Bayramı’nda TBMM’nin kürsüsüne, 21 yaşında kazık kadar adam çıkartan pek tırnak içinde "muhterem"lerden bir hayır geleceği yok.
****
"Adım Deniz Eren. 24 yaşındayım. Başkent Üniversitesi Uluslararası Ticaret Bölümü’nde okuyorum. 23 Nisan’la ilgili yazını okudum. Senin sayfana gelmeden önce, bir evvelki sayfadaki ’Atatürk: Senin çocukların olmaktan gurur duyuyoruz!’ reklamını içim kabararak okuduktan sonra; okuyamayan, fırsat eşitliği verilmeyen kız çocukları ile ilgili yazını okuyunca, sisteme mi lánet okusam, kendime mi bilemedim. Açıkçası, bir önceki sayfaya geri dönmeye utandım kendi adıma. O’nun yüzüne nasıl bakarım?!
Verdiğin öğütlerin her birine yürekten katılıyorum. Bu ülkede ’nedense’ kız çocukları uzaylı muamelesi görüyor.
Şikáyetçi değilim aslına bakarsan. Çünkü şikáyet etmekle bir yere varamayacağımı geç de olsa anladım. Siyaset Meydanı programını bilirsin. Sabahlara kadar tartışılır, en verimli fikir bulunmaya çalışılır, vs. vs...
Programın yarısından fazlası sistemi eleştirmekle geçer... Program çıkışı ise ne yazık ki stüdyodakilerin çoğu normal yaşantılarına geri dönerler. Bu yüzden artık eleştirmek, şikáyet etmek, vs...
Yorucu geliyor...
Bunun yerine son 6 aydır Türkiye Eğitim Gönüllüleri Derneği’nde (TEGV) gönüllü bilgisayar dersi vermeye başladım. (Profesyonel olarak web tasarımı ve grafikerlik yapıyorum.)
Öğrencilerimin ne yazık ki hepsi kız. Neden mi? Evdeki erkek çocuğuna bilgisayar tahsis eden baba, kızlarına o bilgisayara ’sadece tozunu alırken’ dokunma izni vermiş de ondan!
Ya da ’Nasıl olsa kız çocuğu; birkaç yıl sonra kocaya gidecek zaten. Neyine onun bilgisayar?’ mantığının kurbanı olmuşlar.
Bilgisayar donanımı için bir bilgisayar kasasını açtığım derste, o nazik parmakları donanımın üzerinde dans ediyor her birinin. Gözleri ışıl ışıl. O kadar teşvik ediyorlar ki beni, dersi bitirmemeliyim diye savaş veriyorum bazen aileleriyle. Bırakın yarım saat daha kalsınlar burada. Yarım saatte ailelerinin tahmin edemeyecekleri kadar çok şey öğreniyorlar çünkü!
Birkaç tanesi, kendine olan güvenini çoktan kaybetmiş... Bilgisayar ile ilgili bölümde okuyup da ’Deniz Abi, beni üniversiteye göndermezler ki zaten. Sen yine de öğret ama zaten gitmeyeceğim’ diyeni bile var. Öyle bir yer etmiş ki zihninde... Hani Boğaziçi’ni kazansa gitmekle gitmemek arasında kalacak sanki.
Halbuki o kadar yetenekli çocukların olduğunu düşünmemiştim hiç... Hep milyonda bir çıkan dahiler vardı kafamda. Halbuki her biri dahi!
Tanrım! Çıldırmak işten değil! Ve acı haber: Ne yazık ki ufacık bir yerdeyiz. Ve ne yazık ki çok az aktif gönüllü var. Ve ne yazık ki özel okulda okuduğum için belki de; arkadaşlarımdan ’Ne yapıcan oğlum orayı? İşin gücün yok mu senin?’ cümlelerini duyuyorum.
Azınlıkta kaldık. Buna bir çözüm bulunmalı! Tek şikáyetim bu olsun bari..."