Arıza çıkarmaktan gayrı hiçbir becerisi bulunmayan insanların pespaye dalaşlarını, bir yandan da dolma sarıp şehevi bir dedikoducu merakla izliyor yurdum kadınları.
Geçen hafta benim evin oturma odasının arz ettiği manzara, Türk Televizyonculuğunun Vatandaş Üzerindeki Travmatik Etkileri ve Psikosomatik Sonuçları başlıklı, bienallere láyık bir happening alanını andırıyordu.
Başrollerde yaygaracı, acayip "kahraman"larıyla televizyon aygıtı; kanapenin üzerinde durup durup sancıyla iki büklüm olan ve şuursuz zap maratonundan düzenli aralıklarla banyoya yollanma molaları alan bendeniz ve deee: Bilmem kaç gün boyunca dökme gayretinde olduğum böbrek kumları...
Böbreklerin, üç senenin ardından kendilerini; "Bak ben kum da üretebiliyordum, hatırlıyor musun? Hadi bari bu konuda seni biraz acıtayım!" şeklinde hatırlatası tuttu.
Acı ve ağrı eşiğim epey yüksek olmasına rağmen, yüksek sesle inim inim inlediğim bir haftaydı. Fena, pis bir şey böbrek ağrısı. O sancılar ya çekilecek, ya çekilecek...
Bu arada, kimle konuşsam, "Banyo küvetini çok sıcak suyla doldur, gir içine, birala biralayabildiğin kadar" diyor. En Yeşilay’cıları da dahil olmak üzere, tanıdığım herkesin, iyi gelir diye beni bira içmeye teşvik ettiği, bununla birlikte hem antibiyotik kullandığım hem de bira mira görecek gözüm olmadığı için bu "öneriyi" pas geçtiğim başka bir dönem de hatırlamıyorum hayatımda.
Ben daha ziyade, ağrı kesici niyetine uyurum diye düşünüp, Tylolhot içip, parasetamolle bayılmayı tercih ettim. Uyumadığım saatlere gelince... İnsan sadece acıya odaklanmasın diye, korunma güdüsüyle, dikkatini dağıtacak salak saçma şeyler kuruyor kafasında. Ben de üçüncü, tepeden bir gözle, kendi filmimi çektim durdum.
MERİÇ AŞKI ARIYOR
Neticede benim kumlarla memleketin bilumum TV şöhretimsileri, ahenkle dans ettiler hafta boyu. Böbrek yokladıkça giren her krampta, sanki televizyon figürlerinin lafları üzerine kıvranıyormuşum gibi düşündüm. Cillop gibi bir mantık çerçevesine oturdu manzara...
Bir süredir ulusal kanalların gündüz kuşağı programlarını yakından takip etmek gibi bir "lüksü" ihmal etmişim. Arayı çok açmamak lázımmış. Bir anda karşılaşınca vurgun darbesi yaratabiliyormuş bünyede. Yok böyle bir kopuş...
Ahu Tuğba, aşkı ararken kendine klan kurma kıvamına erişmiş. Ben bıraktığımdan beri Meriç insanının üzerine, Ahu aşkından mustarip iki eleman daha eklenmiş. Bu arada Meriç insanı da kendine iki ayrı stepne manita yapmış. Hep birlikte; harbiden kalabalık bir kadro olarak stüdyoda el ele oturuyorlardı geçen gün. Bu zevzek manita beğenme programı başlayalı beri iki koca yıl geçmiş!!! Meriç insanı, iki yıldır o ekranda "aşkı aradığını" söylüyordu geçen gün. Düşünün ki Ahu Tuğba, Meriç’ten önce iki mi, üç mü ne adam daha eskitmişti.
Semra’anım’a ne denir, gerçekten bilemiyorum. Bir evlat yitirmiş. Yeter mi? Yetmemiş. Şimdi, yine iki yılı devirmekte olan kıdemli bir televizyon yaratığı olarak bir kanalda o çemkiriyor; aynı anda bir diğer kanalda, bu kez de muhalefetine rağmen kıyılmış nikáhına itirazının olduğu kızı ve damadıyla ayrıldığı kocası Hamit Bey ve sevgilisi çemkiriyor. Bu arada, kendi katıldığı programdaki stüdyonun diğer kadrolu konukları da Ebru Akel’in barıştırmaya çalıştığı Ozan Orhon ile ayrıldığı karısı ve eski kayınvalidesi...
Semra’anım bir yandan, sanki Kraliçe Elisabeth’miş gibi kızıyla ilgili; "Evlilik öncesi anlaşması imzalanmalıydı" benzeri cümleler kuruyor, reddi mirastan filan bahsediyor, bir yandan da Ozan Orhon’un kayınvalidesine; "Gençlerin kararına saygı duymanız lázım" diskuru çekiyor.
AJDAR MUZUKURTARIYOR
Seda Sayan deseniz bu aralar işi gücü bıraktı, "Bin yıldır kimse beceremedi, bari ben becereyim şanım yürür gıııı" diye düşünmüş olacak, Tülin’le Caner’i gerdeğe sokmaya çalışıyor. İnsanda "Ah o kafacığına bizim de ekleştirmelik bir mütevazı bardak katkıcığımız olabilseydi" duygusu uyandıran Caner yine káh zırlıyor, káh Tülin’e ohihaho şirinliğiyle el ense filan çekiyor. (Bir de "El mi deli, ben mi deli" kontenjanından Ajdar Anık var ki, ona değinmeyi yekten reddediyorum. Geçen gün Ankara Ticaret Odası Başkanı Sinan Aygün, kendilerini muz üreticilerinin sorununu gidermeye muktedir yegáne adres olarak gösterdi! Kıymeti kendinden menkul bir "mefhum" olarak ulaştıkları popülarite bu kıvamda yani.)
Tüm fertleri birbirinden nefret eden ailelerin, çemkirmek ve arıza çıkarmaktan gayrı hiçbir becerisi bulunmayan insanların pespaye dalaşlarını, bir yandan da dolma molma sarıp şehevi bir dedikoducu merakla izliyor yurdum kadınları. Her gün... Saatlerce...
İnsanoğlunun çekip çekeceği en yoğun acılar olarak diş ağrısı, doğum ve böbrek sancısını sayarlar ya... Gündüz kuşağı televizyonu da bünyeyi daha az acıtıyor değil valla.