Hayatın nur cemalini Karadeniz taraflarından gösteresi tutmuş
Paylaş
LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
Canım; Bu sabah, insanın, hakikaten ağrıdığında, ensesinin gerçekten de bir kökü olduğunu fark ettiğini fark ettim.
Var yani ense dediğin şeyin bir kökü ve ağrıdı mı çok pis ağrıyor namussuz...
Dün, kötü bir gün geçirdim. Bugün, kopkoyu kasvet grisi bir göğün altında, tıklım tıkış trafikte, uzun bir yol yaptım. Deli gibi yağmur yağdığından, iki nefes soluklanmak için pencereyi bile açamadım.
Tamam, rahmettir, berekettir ama her yağmur da birbirine benzemiyor kardeşim. Bazen yukarılarda birinin, yağmur ayaklarında, bunu son kertede hak eden insanlığın üzerine tükürdüğünü düşünmüyor değilim. Bugün de işte öyle, püsürüklü tükürük gibi yağıyor üzerimize asit...
Bir huzme ışığa ihtiyacım vardı. Güzel ve aydınlık bir şeyler hatırlamalıydım. Seni hatırladım...
Sabahleyin telefonda, sizin ordaki tek gözü kör, yoluk tüylü ezik köpek Bergen’in bir batında doğurduğu 12 yavrunun dokuzunun yaşadığını ve onları dükkánın içine yerleştirdiğin kutuda tutmak ve beslemek için attığın taklaları anlatışını...
Tam o sırada Allah’ın otobanında ne işi varsa, yanımızdan yoluk tüylü bir köpek geçti. Sana doğru, kıkırdayarak bir göz kırptım. Yanında oturduğum şoför, niçin hem ağlayıp hem güldüğüme anlam verememiş olsa gerek ki yüzüme ‘Şirin olduğu kadar deli de bir hanımefendisiniz galiba?’ dercesine merhametle sorarak baktı. Ben bunun üzerine muslukları iyice koyverip, bir yandan daha da kıkırdayarak, ‘Boşveriniz, bırakınız dağınık kalsın’ dercesine başımı salladım. Yine hiç konuşmadan yolumuza devam ettik. Ve tüm bunlar olurken, sana kafamın içinde uzuuun bir mektup yazdım.
Dün, hayat, pek de espri içermeyen bir Laz fıkrası gibiydi kardeşim. Hayatın nur cemalini Karadeniz taraflarından gösteresi tutmuş olsa gerek... Ben sana belki atlamışsındır diye iki küçük haber aktarayım, sen hesap et:
YAPTIKLARI, KAZANANI OLMAYAN DÜELLO
DHA muhabiri Ali Uzun’un haberine göre, Trabzon’un Sürmene İlçesi’nde, caddede yolcu alma tartışmasına giren minibüs şoförleri Erkan Çetinoğlu (27) ile Hüseyin Tuncer (39), bellerindeki tabancaları çekip kovboylar gibi düelloya tutuşmuşlar. Bil bakalım? Kazanan yok kardeşim. Her ikisinin de vücuduna dört kurşun isabet etmiş. Tuncer olay yerinde, Çetinoğlu ise hastanede hayatını kaybetmiş...
Star’dan Fatma Sibel Yüksek’in haberi hele, iyice, komik mi desem, gülünç mü, bilemedim: Yine Trabzon’un bu kez Of İlçesi’nde yayımlanan Kuzey Anadolu adlı yerel gazete, Başbakan’ın haberi olmadan, onun adına Oflular’ın bayramını kutlayan bir Şeker Bayramı ilanı yayınlamış.
Oflular, Başbakan’ın bu jestinden çok hoşnut kalmış. Üstelik koskoca Başbakan’ın Oflular’a jest yapmak için bir yerel gazeteyi, Kuzey Anadolu’yu tercih etmesi, gazetenin itibarını da artırmış. Fakat kasaba kurnazlığını sanata dönüştürmeye kalktığında, en önemli nokta, herhálde nerede duracağını bilmek olmalı... Bizim gazeteci arkadaşlar, bununla yetinmeyip bir de Başbakanlık’a, muhatap bölümünde bizzat Recep Tayyip Erdoğan’ın ismi yazılı olan 297 YTL’lik ilan faturası yollayınca, işler karışmış.
Başbakanlık şimdi Kuzey Anadolu gazetesi aleyhine ceza davası açmaya hazırlanıyormuş. Nasıl abi? Şimdi Laz fıkrası dedikleri bu değilse nedir yani?
Sanat hayatı taklit eder derler ya hani... Bizim buralarda hayat, Laz fıkralarını taklit eder gibi...
Milli Eğitim Bakanı, Öğretmenler Günü’nde, öğretmenleri fırçalar, Adalet Bakanı barlara takılan üniversite öğrencilerini YÖK’e gammazlaması için Valilikler’e talimat yollar, Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanı sokak çocuklarına ‘İşler nasıl?’ diye sorar, Meclis Başkanı münasip bir türban modeli tasarlama işini YÖK’e postalar, Başbakan desen zaten şu hayatta ters giden ne var ne yoksa hepsi için medyayı suçlar...
Şemdinli ve Yüksekova’da yaşanan olayların ardından Hakkari Valiliği’nden Tokat Valiliği’ne atanan Vali Erdoğan Gürbüz; ‘Bu benim için yükselme sayılır. Tokat daha gelişmiş bir ildir. Başbakanımızın gelişi meyvesini verdi’ şeklinde sevindirik oluyor, olabiliyor, iyi mi!
Gelişmeden ne anladıklarına dair derin bir merak içersindeyim... Havuzlarda meselá haremlik selámlık uygulaması başladı. Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin ‘Hanımlar Lokali’nin havuzuna, yedi yaşından büyük oğlan çocuğu alınmıyor. ‘Hanım hanım, kocanı da getirseydin!’ modeli, mübarek, hamam...
‘Şaka mı bu?’ diye sorasım bile yok. Eğer öyleyse biz niye bu kadar az gülüyoruz?
Memleketin háline bakıyorum ve bütün ulusal gazetelere ‘Kalifiye espri anlayışını yitirdik, başımız sağolsun’ yazılı tam sayfalık bir vefat ilanı verip, faturayı da Başbakanlık’a postalamak istiyorum.
Dün karşıma yine en iyi arkadaşlarının erkekler olduğunu ‘gururla beyan eden’ bir kadın çıktı. Kadın kadının kurduymuş. Öyle dedi... Kadının kadının kurdu olduğunu iddia edenlerin, hakikatli kadın arkadaşlığından nasibini alamamış zavallılar olduğunu düşünüyorum. Sabah telefondan gelen sesinle uyanmış olmasam ve gerçek bir merakla sorduğun; ‘İyi misin?’ sorusuna cevaben bütün gün içimden biraz kendimi telkin, biraz da dua edercesine; ‘İyiyim, iyiyim, iyiyim’ diye tekrar etmesem, şu akşam saatine yüzümdeki bu gülücükle çıkamazdım.
Kadın kadının kurduymuş. Pöh! Sen biliyorsun kardeşim, ben biliyorum; kardeş olmak için karındaş olmak şart değil.
Ruhumun yarısı, ciğerimin paresi... Bergen’in ufaklıklarına söyle, benim için gamzeli yanaklarını muhabbetle şöyle bir yalasınlar e mi?
EN HERGELE FUTBOL EFSANESİ
Vay be... George Best öldü.
Bunda şaşırılacak bir şey yok, yine de insan şaşırmaktan kendini alamıyor...
Hangi takımı tutarsanız tutun, Sergen’e sempati duyarsınız ya... Ya da Maradona’ya insanüstü bir doğa harikasına bakar gibi ağzınız beş karış açık bakarsınız ya... Karizma kurbanıyız velhasıl; hem şiir gibi futbol oynayıp hem de hergelelik yapan adamlara özel bir hayranlıkla bakmaktan kendimizi alamıyoruz.
George Best, o anlamda, álemden gelmiş geçmiş en hergele futbol efsanesiydi. Alkolle ve dünya güzellik tacı giymiş kadınlarla yattı kalktı... Ve bunları, bir yandan futbol tarihine adını platin harflerle yazdırırken yaptı. Çok içti, 2002’deki karaciğer nakli ameliyatının ardından, doktorun tüm yasaklamalarına rağmen, yine içti... 60’ı göremediği hayatında, ölürayak, gençlere, ‘Ben ettim siz etmeyin’ mesajı verdi.
Etmesinler tabii... Ne alkolizmin, ne kavgacılığın savunulacak bir tarafı yok. Fakat biz yine de kendine ettiklerini, iyi bir hikáye izleyebilmenin bencilce hazzıyla anmadan edemiyoruz.
David Beckham’a onca yakışıklı ve yetenekli bir adam olmasına rağmen, esnemeden bakamadığımız gibi...