İçeriden bir istihbarat sayesinde, hadi ecnebi lisanda da yazalım havalı olsun, yarışmanın ismiyle ahenkli olsun (!), bir ‘insider information’ sayesinde, Survivor’dan ilk atılan yarışmacı Fulya Keskin’in, Haftalık dergisi için soyunacağının haberini evvelden almıştık.
Ben gerçi bunu duyduğumda; ‘Abi onlar zaten adada bikinilerle, gayet cıbıldak bir şekilde takılmıyorlar mı? Daha ne kadar soyunacak? Karpuz değil ki bu, kabuğu olsun? Derisini mi yüzecekler?’ demiştim.
Her zamanki gibi vakitsiz ve mánásız ötmüşüm tabii.
Haftalık’taki arkadaşlar, Keskin’i ‘biraz daha’ soymaya muvaffak olmuşlar.
Derginin iç sayfalarında Fulya Keskin hanımefendinin göğüs uçlarını da görme şansına nail oluyorsunuz; meraklılarına buradan duyurmuş olayım.
Elbette ki fotoğraflara, Fulya Keskin’in ‘orijinal’ tabiatına ışık tutan ilginç bir de röportaj eşlik ediyor.
Fulya Hanım, esasen manken ve kendileri -hay bin kunduz!- hemşerim.
Böyle durumların olmazsa olmazı ‘İzmirli kız’ geyiğine ayrılmış bir ayrı kutu; İzmirli manken, fotomodel, vs’lere -hay iki bin kunduz!- eklenmiş yeni bir isim bulunuyor.
Gözümüz aydın, göğüs kupumuz İzmir diyelim ve böyle bir esprimsi şey ettirmekten kendimizi alamadığımız için duyduğumuz utancı da yanımıza katıp devam edelim.
Ben bilmiyordum; bu yarışmada o meşhur ‘Adaya düşsen yanına alacağın üç şey?’ sorusu, ‘Tek şey?’ şeklinde soruluyormuş.
Yani giderken yanlarına ‘tek bir şey’ almalarına izin var. Keskin’in seçimi, fırça olmuş. Diş değil, saç fırçası...
İsabetli bir seçim. Saçınızı taramanın haricinde, sırtınızı kaşıyabilir, karşınıza timsah filan çıkması hálinde fırçayı, hayvanın ağzının içine dikine yerleştirip sizi yemesine mani olabilirsiniz.
Kendisini ‘aptal sarışın’ olarak görüp görmediğine dair soruyu; ‘Safımdır ben aslında ama asla aptal değilim’ şeklinde yanıtlayan Fulya Keskin, yarışmaya şöhret için katılmadığını da; ‘Amacım yalnızca ün olsaydı, karınca yiyerek şov yapabilirdim’ cümlesiyle ispat ediyor.
Şimdi tabii, belki sizin de benim gibi bu ‘Göğsümü açarak kapak olmaya evet, karınca yiyerek kapak olmaya hayır’ mantığı karşısında ezberiniz hafif tertip dağılmış olabilir.
Fakat bütün röportajı okuyunca, Fulya Hanım’ın sözlerinin kendi içinde enteresan -acayip mi deseydik?- bir mantığı olduğunu görüyorsunuz.
Bir psikolojik danışman bahsi geçiyor meselá, ben işi gücü bırakıp röportaj yapmak için o psikoloğun peşine düşmek istiyorum:
SORU:Kameralardan nasıl göründüğünüzü merak ettiğiniz oldu mu?
EL CEVAP: Elemelerden hemen sonra, hepimiz psikolojik danışmanlarla görüştük. Benim danışmanım bana; ‘Kızım senin ne işin var orada, ojelerin bozulur, tırnakların kırılır. Sen orada yapamazsın’ dedi. Ben de bunları umursamadım ve her şeyi göze aldım. Ama giydiğim şeylerin renkli olmasına ve ekrandan güzel gözükmeye de önem veriyordum tabii.
Bu sen-ben-bizim oğlan programlarının psikologlarının koyduğu muhabbet bile böyle enseye tokat şeklinde oluyor demek.
Psikolojik psikolojik danışıyorsun, sana; ‘Ay deli misin kııız, maazallah tırnağın kırılır; bak iki gözüm önüme aksın, saçlarının uçları bile kırılır’ filan diyor.
En kahraman Fulya Keskin, hiç de zorlanmamış halbuki: ‘Çok da zor değil. Ben tropik bir adada daha çok meyve olur diye düşünmüştüm ama yalnızca hindistan cevizi vardı. Bir de muz olsaydı inanın her şey çok daha keyifli olurdu ve bize tüm gün yeterdi.’
Öyle yani, çok ‘keyifliymiş’. Bir dahaki sefere biz de katılalım. Yalnız biz daha hazırlıklı olalım, adaya düşerken yanımıza, keyfimize keyif katsın diye bir hevenk muz alalım. Tüm gün ne, bizi keyiften yana bir sene kadar götürür...
Sayenizde Çikita günleri geri döndü. Teşekkürler bizden size, karıncayemeyengillerden Fulya Hanım...
İşte öyle bir anı
1988 yazıydı... Farklı liselerden bir grup öğrenci, Uluslararası Çeşme Müzik Yarışması’na katılan yabancı gruplara mihmandarlık yapmak üzere görevlendirilmiştik.
Yarışmada Türkiye’yi sahnede Oya-Bora ikilisi temsil ediyordu ama tabiri caizse, esas ‘patron’ Melih Kibar’dı...
Türk popunun ‘ha patladı, ha patlıyor’ yılları...
Kalenin oralarda, sanatçılarla görevlilerin toplaştığı bir yerde, büyük bir masanın etrafında oturuyorduk.
Tanışmıyoruz etmiyoruz, omuzuma dokunup; ‘Kovasın sen di mi?’ diye sordu iki sandalye yanımda oturan adam.
Baktım; Melih Kibar! ‘E-evet? Nasıl..?’ dememe kalmadı; ‘Yükselenin İkizler mi peki?’ diye sordu.
‘Bilmiyorum’ dedim.
‘Doğum saatini öğrenip bir baktır’ dedi; ‘kesin İkizler’dir.’
Böyle bir ortamda lafa burçlardan girmeyin; kalabalığın dikkatini bir manyeto gibi üzerinize çekeceğiniz garantidir. Üstelik Kibar, masadaki insanların yüzde 90’ının burçlarını ilk tahminde bilmişti. Sonra hazır herkesin ilgisini üzerinde toplamışken, ‘sadede’ geldi. Aklında birçok proje vardı. Bunun için de genç yetenekler, yeni sesler arıyordu.
Sıradan sorgulamaya koyuldu: ‘Sesi güzel birini tanıyor musun? Senin sesin nasıl; sevdiğin bir şarkının nakaratını mırıldansana?’
Sıra bana geldiğinde; ‘Valla benim konuşma sesim bile berbattır. Bazen annem telefonda ne dediğimi anlamıyor’ dedim; ‘Şimdi kalkıp Bir De Bana Sor’u söylesem, şarkıya günah değil mi?’
Ayıptır söylemesi, Melih Kibar’ın bir ömürlük takdirine mazhar olmam, bu cümle sayesindedir.
Hayatında ilk kez bunu kabul eden biriyle karşılaştığını söyledi. Onların da doktorlarınkine benzer, bitmek bilmez bir çilesi varmış.
Nasıl ki hemen herkes bir doktor yakalamayagörsün, neresinin ağrıdığını anlatmaya koyulursa, onların rastlaştığı hemen herkes de ‘terbiye edilse ‘aslında’ hiç de fena sesi olmadığını’ söyler ve bir kuple şakımaya başlarmış.
Bu hadisenin üzerinden geçen 20 yıla yakın zaman içinde Melih Kibar’la birkaç kez daha karşılaştık.
Ben her seferinde kendimi ‘sesinin kalitesi konusunda haddini bilen Kova’ şeklinde hatırlattım. Aradan geçen uzun zaman dilimlerine rağmen, her seferinde şıp diye hatırladı.
Her seferinde, yükselenim konusunda birilerine danıştığımı, rivayetlerin muhtelif olduğunu söyledim; üstelik onun iddiasının ne olduğunu hatırlatmadan: ‘Valla kimileri Boğa diyor, Oğlak diyen de var.’
Her seferinde bir pulu, lupla incelercesine suratıma baktı ve aynı şeyi söyledi: ‘Yanılıyorlardır; sen iyice bir araştır; kesin İkizler!’
Hayatınızda çok az gördüğünüz, tanıdığınız insanlar vardır; nedense zihninize daha yakından tanıdıklarınızdan çok daha derin nakşolur.
Melih Kibar, benim için ‘işte öyle bir şey’di... Dilerim Çiğdem Talu ile cennette buluşmuştur.