Bizim belágatın basireti bağlı, sen anlat İstanbul
Paylaş
LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
Dün sabah Gümüşsuyu’nda, evde, uzuuun metraj, duyan gelmiş kadrolu ve pek koşuşturmacalı bir rüyadan, ‘zaten yorgun’ bir şekilde uyandım.
Cep telefonunun uyandırma alarmı, muharebe meydanına ilerleyen bir orduya eşlik eden trampetçilerin tonundan çalıyor.
İstanbul ile buluşulacak her güne uygun bir ‘açılış müziği...’
Sahilden, İkitelli’ye doğru akarken radyodaki haber spikeri, ‘álemzede’ sayısının gittikçe arttığını anlatmakta. Kumkapı, işte hemen şuracıkta...
O sırada, yanımızda seyreden aracın şoförü kornaya basıp el kol işaretleri yaptı.
Köstebekler için yapılmış bir devasa toplu konutu andıran İstanbul yollarında birkaç şık çukura girip çıkmışlığımız var; meğer bizim lastik patlamış...
Bir şekilde lastiği yaptırıp, gazeteye vasıl olduk.
Her yerde afişçiler vızır vızır çalışıyor.
Neredeyse Sevgililer Günü’ne döndü! Yol boyu her yerde gözümüze 8 Mart Dünya Kadınlar Günü ile ilgili ‘reklam’ panoları çarpıyor.
O sırada Ziya aradı. Asmalı Ziya’da 8 Mart şerefine Gönül Yazar’ın Onur Konuğu olarak katılacağı bir gece düzenlenecekmiş!
Bir süredir orada vuk’u bulan karaoke akşamlarına katılmak gibi bir arzum var ama bu da Gönül Yazar yani; bırakın karaokeyi, yeri geldi mi tek başına Banu Alkan’lı Zaga’ya filan bile basar.
Akşam Demet’le Taksim’de buluşup bir şeyler yiyeceğiz. Sonra da Anlat İstanbul’u izlemeye gideceğiz.
Plan bu...
Gazeteden bir araçla yola çıktık. Sabah lastik patlamıştı ya, kaderin programında, akşam atraksiyonu babında da meğer trafik kazası varmış...
Binadan ayrıldıktan sonra bir-iki kilometre kat ettik etmedik, bir minibüsle çarpıştık.
Her şeye rağmen şehre ulaştık ve Ümit Ünal’ın senaryosunu yazdığı, kendisinin de dahil olduğu beş kişilik bir yönetmen grubu tarafından çekilen, her bölümü beş ayrı masala göndermelerde bulunan Anlat İstanbul’u izledik:
Taş gibi film... Film gibi film...
Senaryo şahane... Diyaloglar kesinlikle -genelde maalesef sık rastladığımız üzre- sırıtmıyor, gayet doğal ve esprili... Yönetmenler son derece başarılı... Oyuncular döktürüyor... Geç karşısına, afiyetle izle yani...
İzle derken, bizimki özel gösterimdi, film bir hafta sonra vizyona girecek.
Gece Demet’te kaldım. Ancak şehrin de ‘nispeten’ sustuğu sabahın erken saatlerinde uyuyabildim. Öğlene doğru, Teşvikiye’nin korna ve ezan sesleriyle uyandım.
İstanbul’da bir gün daha başlıyor. Bir acayip şehir ki ne üçüncü sayfa haberlerine, ne masallara sığıyor. Anlat, dinle, seyret, bitmiyor.
Yarın hasretinden prangalar eskittiğim İzmir’e doğru yola çıkacağım, şükür...
Yine de gariptir, onca çilesine rağmen, bir yanıyla gönül, daha ayrılmadan İstanbul’u özlüyor.
Abimdir, ne yapsa yeridir
Günümüzde ABD’ye kıllanmak zeitgeist’ın olmazsa olmazı; buna rağmen, söz konusu liseli ruhu oldu mu...
Ben istediğim kadar söylenebilirim ama dışarıdan kimselere bizim okula, İzmir Amerikan’a laf ettirmem yani.
Hayatımın en güzel yılları geçmiş orada. Sadece kız öğrencilerle, şahane bir şekilde eğlenerek, hayata karşı feminist feminist bilenerek, gül gibi büyüdüğümüz yer.
Yine de bizim kolejli ruhumuz Galatasaray Lisesi’nin ‘oğlanları’nın aidiyet duygusu yanında solda sıfır kalır. Ben böyle bir şey ne gördüm, ne duydum.
Okan Bayülgen gibi sivri bir adam bile, söz konusu GS Lisesi’nin o meşhur ağabey-kardeş hiyerarşisi oldu mu, süt dökmüş kediye dönüyor.
Misal, Fatih Altaylı abisinin önünde ceketinin düğmelerini iliklemeden konuşmaksızın, ‘Abim ne derse haklıdır’ tonundan çalabiliyor.
Geçtiğimiz hafta Zaga’nın Medya Arkası bölümünde, artık pesss dedim.
Bizim Evde Neler Oluyor, Size Anne Diyebilir Miyim gibi programlardan garabet sahneleri gösterdikten ve burada vuku bulan kavgaların saçmalığından o a la Okan Bayülgen üslubuyla söz ettikten sonra, bir başka programa geçti.
Bir futbol programı...
‘Rengi belli’ kimi şöhretler futbol tartışıyor. Programın bir bölümünde BJK’li Aykut Oray, GS Lisesi’nin tarihçesiyle ilgili ‘karalayıcı’ bir metin okuyor.
Bunun üzerine GS Lisesi mezunu ve fanatik GS’li Aydemir Akbaş, tabiri caizse, deliriyor.
Bir höykürmek, bir höykürmek...
Ve bilin bakalım?: Okan Bayülgen, bunu haklı bir öfke olarak lanse ediyor, hatta, işte öbür salaklar gibi değil, kızacaksan, böyle kızacaksın diyor!
Çünkü niye? Çünkü Aydemir Akbaş, ağabeyimiz. Haklı bir dava uğruna köpürüyor...
Nasıl bir terbiyeyse belletilen, bu tezgahtan geçen adamlara yemediğini yedirebilip, demeyeceğini dedirtiyor!
Devlet ex’e el atsın
Gözümüz aydın... Bir Çelik’imiz daha oldu.
Anadolu rock’ının başarılı isimlerinden Kıraç, ‘Bizde yamuk yok’ tonunu koyulta koyulta, durumu abartılı bir püriten belágata, saçmasapan bir jurnalci ağzına kadar vardırdı.
Efendim neymiş, hip hop dediğin zaten müzik bile değilmiş. Bas düğmeye, cıstak cıstak. Yaz üstüne iki söz, bitermiş!..
Zaten bu müziği yapanların hepsi uyuşturucu müptelasıymış. Bu müzik, uyuşturucu kullanmadan yapılmazmış, ona öyle söylenmişmiş...
Hem devlet el atsınmış. Ex-aşkım nasıl bir şarkıymış. Bu şarkıyla gençler, ecstasy kullanmaya teşvik edilmekteymiş!
Ex, Kıraç Bey, doktorların ölen hastaları için kullandığı bir terimdir.
İngilizce’de, geçmiş, göçmüş demektir.
Ex-aşkım, eski manitaya tekabül eden kişidir.
Olsunmuş, gençlere kötü örnek olmamak lázımmış. Türkçe tabirler torbaya mı girmiş?
İyi abi, beğenirsin beğenmezsin de bir rock müzisyeni olarak, devleti göreve çağırmak neyin nesi oluyor?
Bu yaşta ve bu uğraşta, bu ‘statükocu başöğretmen’ ağızlarını yapan bir genç adama ‘Doktorunuz bu durumunuza ne diyor?’ makamından sorarlar yani: ‘İçinizdeki çocuk ex olalı çok olmuş belli de... Hiç düşündünüz mü? Pardon, rock tarihi ve ruhu bu konuda ne diyor?’