Havasına suyuna diye terennüm etmek isterim en Ayten Alpman tonunda: Hakikaten bir başkadır benim memleketim. Hele ki insanı... Başka bir şeyciklere benzemez kendinden gayrı... Yaşasın asimilasyon!
Ruhu şad, toprağı bol, mekánı cennet olsun; rahmetli Selçuk Gerede’yle seneler önce ettiğimiz bir muhabbeti hatırlıyorum.
Selçuk Bey, yıllar, yıllarca Birleşmiş Milletler’in New York’taki hastanesinde çalışmıştı. Bir hastane düşünün ki doktordan yana da hemşireden yana da hastadan yana da her günü ayrı şekil bir dünya mozaiği oluşturuyor.
Selçuk Bey, mesleğini icra ederken, bir yandan da insan sarraflığı üzerine tabiri caizse ordinaryüs profesör olmak yolunda yazacağı tezle ilgili, ağız tadıyla inceleme yapıyor...
Leziz metaforlarla anlatıyordu: İşte, şu millet şuna benzer, bu millet buna benzer...
"Peki biz neye benzeriz?" diye sormuştum nihayetinde. E o hiç değinmeyince?..
Çalışmadığı yerden sormuşum gibi değil de hayatında içinden çıkamadığı yegáne problemin altını çizmişimcesine başını, o güzelim ve yakışıklı başını kaşıyarak yanıtlamıştı: "Biz bize benzeriz. Adını koymak zor. Üstelik biliyor musun; dönüşmeyen bir tür olduğumuz gibi, dibimizde biten her şeyi de kendimize benzetiyoruz öyle ya da böyle..."
MİLLİ GELİN HAYDAR
Geçen gün zap maratonu sırasında Buzda Dans’ta mola verdim. Ve Selçuk Bey’i yad ettim...
Bülent Polat’ın partneri Olga Bestandigova olsun, Zeynep Tokuş’un partneri Robert Beauchamp olsun (Bizim Bobby), eğitmenler Stephan Morel ile Tamara Sharp olsun; baktım baktım; "Hah" dedim; "Bunları da direkt bizleştirdik. Selçuk Bey; Allah da sizi güldürsün..."
Ben zihnimde geriye gittiğimde -daha geçenlerde arkadaşlarla aramızda geyiği döndü- en eski Christine Haydar’ı hatırlıyorum. O zamanlar adına geyik çevirmek denmiyordu ama o zamanlar da hayat geyikten ibaretti ve Christine Haydar’ın, "Haydar Paşa’nın geliniymiş abi, milli gelinimizdir" diye geyiği çevrilirdi. Her hafta Haftasonu gazetesini aldığında kapağında frikik veren bir Milli Gelin Haydar fotosu görürdün.
Eurovision insanı Johnny Logan da sonradan, milli damadımız olmuştu.
Birileri sınırdan içeri ayağını basmaya görsün. Ağzına kebap ve Törkiş lokum tıkıştırıp, kafasına mizansen fesi takıp eline mizansen nargilesi tutuşturup, bir de bir vatan evladıyla baş göz etmeden ya da en azından dedikodusunu çıkarıp polemiğini şey ettirmeden şuradan şuraya bırakmayız evelallah...
YA FUTBOLCULAR
Gönül işi olmazsa, kavga çıkarttırırız. Olmadı, yolsuzluğa bulaştırtırız. Şimdilerde de, nedir işte, en bi değerli ve ıstakozcu ve botoksçu işkadınmız Sema Çelebi’yle, car car car, sen mi körsün, ben mi sersemim tadında laf yarıştıran Olga Bestandigova örneğinde gördüğümüz üzre, jüriyle kapıştırırsın...
Steve Komphela, bu ülkenin televizyonunda Akın Akın Kompela diye talk-show yaptı, üstüne de dolandırıcılıktan tutuklandı be; ötesi var mı?!.
Pierre Van Hooijdonk’un takma bıyıklı reklamlarına, Christoph Daum’un bu ülkede geçirdiği onca yılın ardından kalkıp da bir röportaj esnasında kafasına fes takılmaya çalışılmasına "Atatürk böyle bir şey istemezdi" diye karşı çıkmasına değinmiyorum yani bunun yanında...
Her gelen de bir şekilde "kariyerine" burada devam etmek istediğini söyleyip öööyle kalıyor bildiğiniz üzre.
Şimdi de belki Beauchamp, Zeynep Tokuş’un açmayı planladığı buz dansı okulunda eğitmen olacak. Asena’nın partneri Jan Luggenholgher mankenlik teklifleri alıyormuş, burada kalıp oyuncu olmayı planlıyormuş...
Jürileriyle, sunucularıyla, bilmem nesiyle, İngilizce yetkinliği bir meseledir giden Buzda Dans’ta Türkçe tartışmalar sürerken, bütün yabancı ekip ne konuşulduğunu anlayıp öne arkaya ya da sağa sola kafa sallamaya başladı ya siz ona bakın...
"Havasına suyuna" diye terennüm etmek isterim en Ayten Alpman tonunda: Hakikaten bir başkadır benim memleketim. Hele ki insanı... Başka bir şeyciklere benzemez kendinden gayrı... Yaşasın asimilasyon!