Herhalde dalga geçiyor. Bizim 88Busht, ‘Türkiye’ye geleceğim için çok heyecanlıyım ve sabırsızlanıyorum. Arkadaşlarım Türkiye’nin müthiş olduğunu söylüyor. Sıcak insanlardan söz ediyor. Türkiye’de tatil yapmak isterim’ demiş. Lütfetmiş...
Bu dingil ve şürekásı gelecek diye daha şimdiden kaç ailenin hayatı karardı. Masum siviller öldü, şehri bir panik havası sardı.
İstanbul’un her köşesinde korku kol geziyor, komplo teorilerinin sonu gelmiyor.
O dışkısından genetik şifresi çözülemesin diye (Kendileri Ruslar’a yapmışlar ya, kişi, yani paranoyak, kendinden biliyor işi. CIA’cı George Bush’un oğlu bilmeyecek de kim bilecek?) mobil klozetiyle geliyor, oteller ve koca bir şehir boşaltılıyor.
Burada ve Irak’ta masum insanlar ölüyor.
Liderlerin kalacağı otellerin orijinal personeli, NATO zirvesi sırasınca çalıştıkları otellere giremeyecekler.
Tıpkı biz vadinin gerçek sakinlerinin kendi sokağımıza girmeden önce kulağımızı gerimizden gösterircesine bir güzergáh izleyeceğimiz, kimlik kontrolüne tabi tutulacağımız gibi...
Bu Irak meselesinin kaşınmaya başladığı dönemde, ABC canlı yayın yapacak diye, Türkler’i Ortaköy’e sokmamışlardı hatırlarsanız.
Ankara’da ABD konsolosluğunun önünden geçen otomobiller, Amerikalı polisler tarafından aranıyordu bir ara. Densizliği buralara kadar vardırabildiler.
Şimdi de Bush, Blair, vs. tayfasını láyıkıyla ağırlayabilmek için sokaklarımızı terk etmek zorundayız.
Bir de tatil yapmaya filan gelirse, Akdeniz’i, Ege’yi filan da kapatırlar belki: ‘Sayın Busht çimecek kardeşim, Türkler’e yasssahhh!’ Bir tatile gelmesi kısmıştı.
Gelsin abi, gelsin. Hakikaten biz Türkler çok sıcak insanlarızdır. Hatta ben özellikle bu aralar, öyle böyle değil, hararet yapmış vaziyetteyim, motoru yakma raddesindeyim.
İlle ki gelsin, kendisine şu meşhur Türk misafirperverliğini gösterelim.
N’olur gelsin. Hatta buyursun benim evde kalsın. Bu arada, cinayet saatinde nerede olduğuma dair yalancı şahitlik yapmaya gönüllü dostlar, mümkünse beni gazeteden arasın...
Metroseksüellere İngilizce dersi
Oh be... Sonunda mevzu açıklığa kavuştu. Avukatı değilim elbet ama Bob Marley’in şarkısının memleket saflarında olduk bittik yanlış yorumlanması, nedense fena hálde kanıma dokunuyordu.
Baştan alalım: Kenan Doğulu’nun kendi sevdiği tarzda kıyafetler üreterek Ken markası altında piyasaya süreceğini, -kişisel kanaatimizce bayağı rüküş- eni konu süslü üniteler ve dekolteli tişörtler içerdiği için ‘kılsız metroseksüellere’ hitap etmeyi hedeflediğini bilenler bilmeyenlere anlatsın. Doğulu, málûmunuz, reklam stratejisi icabı bir süredir bu kıyafetlerle ortamlarda boy gösteriyor. Bir davete katılırken üzerine giydiği, sırtında ‘No woman, no cry’ yazılı ceket, magazinciler tarafından, ‘Kadın yok, ağlamak yok’ şeklinde tercüme ediliyor ve Doğulu’nun Tuğçe yarasına gönderme yaptığı iddia ediliyor. Canım şarkının mánásının içine edilmiyor olsa, hiçbir mahzuru yok.
Tempo dergisi, Doğulu ile yeni işi üzerine röportaj yapmış. Arzu Erdoğan, Doğulu’ya, işin aslını soruyor. Doğulu, bunun bir reklam stratejisi olduğunu kabul ettikten sonra, bu satırların yazarını pek ferahlatan açıklamayı yapıyor: ‘Çok samimi söylemek gerekirse, magazincilerin yorumladığı şeyleri çok fazla kafaya takmamak gerekiyor. Onlar mevzuyu nasıl anlarlarsa, o şekilde devam etmelerine müsaade etmek gerekiyor. Sevgilimden ayrıldım diye üzülüp arkama ‘Kadın yok, ağlamak yok’ yazacak değilim. Zaten o cümle de yine magazincilerin yanlış anlattığı bir kalıptır. ‘No woman, no cry’ aslında ‘Ağlama kadın, ağlamak yok’ demek.’
Umarız, bundan böyle manitasından ayrılan metroseksüel vatan evlatları, ‘ex aşklarına’ sitemde bulunurken, Bob Marley’in o güzelim, sevgi dolu şarkısı alet edilmeyecek.
Markamız espri şeyetti
Aaah ah! Tatil bitti, keza huzur da... Ayıptır söylemesi, 10 gün boyunca, ne elime bir gazete aldım ne de televizyonda herhangi bir haber bültenine takıldım. Tayyip Erdoğan’sız, Rauf Denktaş’sız, İbrahim Tatlıses’siz bir koca 10 gün! En güzeli de; Hülya Avşar’sız...
Döner dönmez tabii yine yok Hülya Avşar magazincilere çemkirdi, yok Hülya Avşar magazincilere çemkirdiği bir reklam filmi çevirip en sağlam ekmek kapısı olan magazin ve çemkirme sektöründen nemalandı...
Şudur budur... Bol megalomani, kayıp bir şuur...
Bildiğiniz üzre Avşar, programına Emrah’ı davet etmiş. Konu, Emrah’ın zihinsel özürlüler için açtığı okula gelince, pek sofistike, pek kalifiye, aman da ne komik bir latife bahşetmiş: ‘Niye? Onlarla bir akrabalığın mı var?’
Ay ilahi-hi-hi...
Hülya Hanım, Emrah’ın sinirlenmesi üzerine özür dilenecek bir şey olduğunu düşünmediğini söylemiş sonra da. Tabii yani, bir de özür mü dilenecek koskoca marka Hülya Avşar?!?
Zira hanımefendi yanlış anlaşılmış. O esasında, normal insanların bazen özürlülerden daha gerizekalı olabileceğini ima etmeye çalışmışmışmış...
Birileri artık Hülya Avşar’ı şuura davet etse iyi olacak. Zira hanımefendi kendisinin ennn bi güzel, ennn bi akıllı, ennn bi her bi şey olduğu konusunda bu denli iddialı ve gani gani zırvalamakta ısrarlı olmaya devam ederse, yakında milletin öyle bir sıtkı sıyrılacak ki o güzel suratına bakabilen bir Allah’ın kulu kalmayacak.