Ülkemizde Başka Tanrı’nın Çocukları adıyla gösterilen Children of a Lesser God’ı kaç kez izledim bilmiyorum. Çoktur fakat...
Sinemada izledikten sonra video kasetini satın almıştım; kiralamamıştım yani... EPT’den orijinalini kaydedip arşivlediğim Moonlighting dizileri gibi, çıkarır çıkarır izlerdim. Beden dilini ve yüz ifadesini mükemmel bir virtüöz gibi kullanan adamlara bakma bağımlılığım o yıllardan, hatta sanırım biraz daha bile eskilerden kalmadır.
Alamıyorum gözümü, n’apayım... Hem, sadece erkeklerin tekelinde bir deyiş değil ya azizim: Güzele bakmak sevaptır.
Filmin bugün evde DVD’si yok, zira günümüzde artık utanç verici bir durum bile sayılabilir ama hálá bir tane edinmediğim için benim evde DVD player da yok.
Yine de bugünlerde de filmi Digiturk’te, Goldmax’te yayınladıklarında meselá; önce birinci kanalda orijinalini izliyorum, hemen akabinde ikinci kanalda bir de altyazılı versiyonunu meselá...
Ama insan, elbet bu durum bugün için de geçerlidir de, özellikle 1986 yılındaki William Hurt’e nasıl bakmaz. Bakmayabilir?
Neyse, lafı yine kuyruğumdan dolandırıyorum. Sonunda bir sadede varabilmeyi umarak sadede gelelim: Children of a Lesser God’da, William Hurt’ün, o dönem gerçek hayatta da sevgilisi ve her daim gerçek hayatta da sağır bir aktris olan Marlee Matlin’e, Bach’ın müziğini tarif etmeye alıştığı bir sahne vardır. Zira sağır çocuklara konuşmayı öğreten idealist bir öğretmeni canlandırdığı filmde adamımız, konuşmayı yekten reddeden, inatçı, gururlu Matlin’e çok aşıktır ve fark eder ki, o yanına taşındığından beri evde "hi-fi"ını hiç açmamış, şöyle uzanıp da kulak kesilmecesine müziğin tadını çıkartmamıştır.
Bunu fark ettiğinde de dener, beceremez... Zira, sevdiği kadınla paylaşamadığı için, müzikten aynı hazzı alamamıştır.
İşte bunun üzerine, Marlee Matlin, Bach’ın plağını tekrar alete yerleştirir ve Hurt’ü odaya kadar takip eder. O sırada pes etmiş, yatağa girmek üzere soyunmakta olan Hurt’ten, kendisine Bach’ın müziğini "göstermesini" ister. Güzel sahnedir. (Hurt’ün o sırada bu çabayı çıplak bir torsoyla "göstermesinin" sahneye katkıları da tabii göz ardı edilemez!)
Dener, onu da beceremez...
Perşembe akşamı, varlığına her dem duacı olduğumuz 13. Uluslararası İstanbul Caz Festivali çerçevesinde Brezilya’nın en önemli müzisyenlerinden olmakla kalmayıp aynı zamanda cunta döneminde hapis yatmasına karşın 2003’ten beri Lula da Silva hükümetinin Kültür Bakanı da olan Gilberto Gil’in konserindeydik...
Şimdi, o konserde bulunamayan tüm sevdiklerimden özür dilerim; hiçbiriniz kusura bakmayın ama sizinle paylaşamadığım için konserin tadını çıkartamadığımı söyleyemeyeceğim. Gökkubelerde, zevkte, sefadaydım... Fakat şu anda kendimi biraz William Hurt gibi hissediyorum. Zira okuma yazması olan, duyan, duymayan herhangi birine, herhangi bir şekilde, ne konseri ne Gilberto Gil’in ihtişamını anlatabilirim. Beceremem yani; acizim...
Geçen haftanın Hürriyet Pazar’ında, "(2500 dolarlık) Maaşı üç eski eş ve dokuz çocuğuna yetmedi, konserleri sürdürüyor" başlıklı muhteşem bir albüm yazısı vardı Serhan’ın (Yedig)... Gil’i tanımayanlara rehber olması adına, kaçırmış olanların dönüp internet arşivinden bulup okumalarını hararetle tavsiye ederim. Gil, o akşam, bossa nova, samba, reaggae ve tabii ki kendi icadı tropicalia’dan çaldı, söyledi... John Lennon’ın Imagine’ının yanında, geçtiğimiz haziranda 64’ünü doldurmuş olması vesilesiyle, Paul McCartney’in, McCartney de bu yıl 64’ünü devirdiği için özel bir anlam taşıyan canım şarkısını, "Will you still need me, will you still feed me, when I’m 64" şeklinde terennüm etti.
Ve konserin sonlarına doğru, harikulade bir tirad attı; "Bugün artık her şeyin birbirine karıştığı, kompleks bir dünyada yaşıyoruz. Günümüzde (Artık ister kökten milliyetçilik, ister kökten dincilik deyin) "tutuculuğa" (fundamentalizm) yer yok. Sadece globalizmden söz edilemeyeceği gibi, hele ki salt lokallikten hiç söz edilemez. Artık her yer global ve lokal" dedi. Bunu da küresel ve yerel kavramlarını birleştiren, yani global ve lokalden üreyen tabirle dile getirdi: Glocal...
64’lük Gilberto Gil, ne bakmaya ne dinlemeye ne anlamaya doyulmayacak o güzellik, sahnedeydi; kimselerin yetişmeye gücünün yetmeyeceği bir enerjisi vardı; dinamo gibiydi.