Yaşananlar

Dursun GÜNDOĞDU
Haberin Devamı

Deli rehin alırsa

ARKADAŞLAR, Afyon'da, bir bayan öğretmenin aşığı tarafından okulda rehin tutulduğu haberini verince, aklıma kaymakam hikayesi geldi. Bu hikayeyi anlatan şimdi Antalya'da polis şefliği yapıyor.

Bizim şef, taşrada görevli iken, ilçenin genç kaymakamı, bir deli tarafından rehin alınmış. Hem de makam odasında... Rehin alan ise ilçenin damgalı delisi, Ayhan adında biri... Rehinin gerekçesi; delidir, ne yapsa yeridir... Her ikisi de Atatürk resminin altında ayakta duruyorlar. Deli, kaymakamın arkasına geçmiş, elindeki bıçağı da boynuna dayamış.

YAKLAŞMA YAKARIM

Özel kalemdeki kızcağız, tir tir titreyen eliyle telefon tuşlarını çevirip polisi arıyor. Durumu anlatıyor. Ekip gelip kaymakamlığı kuşatıyor. Derken, içerde kaymakamı rehin alan deliyi gören polis şefi vaziyeti çakıyor. Deli ise elini kolunu sallayarak odadan içeri giren şefe kızıp iyice delleniyor. Bıçağı kaymakamın boynuna hafifçe sürtüp filmlerdeki gibi bağırıyor; ‘‘Yaklaşma, yakarım.’’ Bu söz genelde, elinde tabanca, tüfek gibi ateşli silah olan kişilerce söylenir. Ama, dediğim gibi adam deli... Neyin, nerede söyleneceğini nereden bilsin...

Deli, doğuştan tırlatmış, kaymakam ise korkudan hafif ıslatmış vaziyette... Garibim, bıçağın ucu tenine sürttükçe sürekli, ‘‘Yapma’’, ‘‘Etme’’, diye dil döküyor ama nafile... Bizim polis şefi, tek kelime bile etmiyor. Odadakilerin kontrolü tamamen delide... ‘‘Şuraya otur’’ diyor, şef oturuyor. ‘‘Kalk’’ diyor, şef kalkıyor... Bu muhabbet yarım saat kadar sürüyor. Şef, bakıyor kaymakamın işi gerçekten zor... Deliye dönüp tek bir laf ediyor;

İŞ BİLENİN

‘‘Ayhan... Elindeki o bıçağı bana satar mısın?’’

Deli, hemen karşılığını veriyor;

‘‘Satarım...’’

Şef, cebinden 500 bin lirayı çıkarıp masanın üzerine koyuyor. Deli de, aynı şeyi yapıyor. Sattığı bıçağı masanın üzerine koyup, parayı alıyor.

Şimdiii...

Şefin ince zekası işi bitiyor.

Delinin üzerine çullansa, ya kaymakamın canı yanacak, ya da kendisinin...

Onun için boşuna dememişler, iş bilenin kılıç kuşanın diye...

Foto-polis

Afyon'daki öğretmenin rehin olayı sürerken, bizim bölge masasının komutanı Savaş Yavuz, ‘‘Abi, polis operasyona başlıyormuş’’ dedi... Bir de detay verdi; ‘‘Polis, rehineyi kurtarmak için gazeteci kılığına girecekmiş.’’ Buyur burdan yak...

Neyse, korkulan olmadı, iş konuşarak tatlıya bağlandı.

Ya, Savaş'ın dediği türden bir şey olsaydı... Yani, polis, gazeteci kılığına girseydi... Aynı şeyi, geçenlerde Amerikan polisi yaptı... Rehineyi kurtarmak için gazeteci kılığına girdi. Yani, eline fotoğraf makinesini aldı, gazeteci yeleğini sırtına geçirdi. Ve, gidip tek kurşunla adamı altından vurup öldürdü... Adama, öbür dünyada ‘‘Seni kim öldürdü?’’ deseler, vereceği tek cevap vardı; ‘‘Gazeteci’’

TEPKİ YOK

Amerika'daki olaydan sonra, tüm dünyadaki gazetecilerin, birlik, dernek, cemiyet, federasyon her ne kadar kuruluşu varsa, tepki bekledim. İnanın tek tıs yok...

Bence, üzerine gidilmesi gereken bir konu... Çünkü, gazeteci, görevi gereği her an bu tür olayların içinde yer alıyor... Düşünsenize, rehineyi kendisine siper eden her kişi, bundan böyle olay yerindeki gazetecilere polis gözüyle bakacak olursa yandık...

Madem öyle... O zaman biz de, bazı haberleri yaparken polis kıyafetini deneyelim...

Misal; bir barda eğlenen mafya babasının fotoğrafını çekmek için kapıdan içeri resmi polis kıyafetiyle girelim. Elimizde tabanca ile hedefe yaklaşalım. Herif, korkudan altına kaçırırken, biz fotoğraf makinesini çıkarıp flaşı patlatalım. Sağ gösterip, sol vuralım yani...

Şaka bir yana, bu iş çok ciddi... Amerika'daki bu moda, bizim polis tarafından benimsenirse, gazeteci olarak sonumuz pek hoş olmaz...

Bir Ağca öyküsü

Vay be...

Tam 19 yıl, bir ay geçmiş aradan... Mehmet Ali Ağca'nın İtalya'dan sınırdışı edildiğini duyunca, Papa'yı vurduğu gün aklıma geldi. 13 Mayıs 1981...

O akşam, görev yaptığım Türk Haberler Ajansı'nın Ankara Bürosu'nda nöbetçiyim. Öğle saatlerinde Papa'nın vurulduğu haberi gelmişti. Ama, kim vurdu, niye vurdu belli değildi... Saat 19.00 civarı telefon çaldı.

Karşımda Ajans France Press'in Ankara muhabiri... Şimdi, adını hatırlamıyorum. Bozuk türkçesine rağmen, sık sık haber konusunda muhabbet ettiğim biriydi. Bana, Fransız aksanı ile şunu sordu;

‘‘Duğsun... Papa'yı vuğdular biliyoğsun. Bunu yapan biğ ağapmış. Adı da, Mahmut Ali Akça imiş... Sen tanıyoğmusun.’’

Arap ve adı da Mahmut Ali Akça... Ağca hapisten kaçalı neredeyse 2 yıl olmuştu... Aradan da, 12 Eylül gibi bir ihtilal gelip geçmişti. Başka bir özelliğini verebilir misin deyince, kafamı allak bullak eden şu ipucu geldi;

DİKKATE ALINMADI

‘‘Tüğkiye'de biğ gazeteci vuğmuş.’’

Biraz sonra istediği bilgileri vereceğini söyleyip telefonu kapattım. Hemen, İstanbul merkezi aradım. O ana kadar Türkiye'de kimsenin bilmediği çok özel bu bilgiyi merkeze iletmeliydim. Yazıişleri müdürümüz Niyazi Dalyancı'yı telefona istedim. Durumu anlattım. Cevabı şu oldu; ‘‘Yahu, Dursun, hiçbir dünya ajansı böyle bir haber geçmedi. Sen Ankara'da oturmuş Papa'yı Mehmet Ali Ağca vurdu diyorsun. Bakarız tamam.’’

Ve, haberi gazetelere servis yapmadı bizim ajans... Ta ki, saat 22.30'a kadar...

3.5 saat sonra verdiği haber ise AFP kaynaklıydı... Yani, Ajans France Press...

Aradan yıllar geçti...

Tek avuntum şu; Dünya'da Papa'yı Ağca'nın vurduğunu ilk öğrenen Türk gazeteciydim.

Ünlü sözler

‘‘İşinin yapılmasını istiyorsan kendin git, istemiyorsan başkasını gönder.’’

Benjamin Franklin

dgundogdu@hurriyet.com.tr

TELEFON: (0242) 340 38 38

Yazarın Tüm Yazıları