20 Kasım 2002
<B>BİR </B>önceki yazımda iş ya da özel ilgi gereği uzun süreli bilgisayar kullanımının getirebileceği sorunları ele almıştım. Bu yazımda da alınabilecek önlemlerle bunları en aza indirme yollarını irdeleyeceğim. Ergonomik çalışma koşulları oluşturun
Eğer bilgisayarınızı sizden başka kişiler de kullanıyorsa veya siz başkasının bilgisayarını kullanıyorsanız, ortamın düzenlemesini kendi bedeninize göre yapmalısınız.
Koltuk tercihen tekerlekli ve yükseklikleri ayarlanabilir olmalı. Oturma yeri ayaklar yere basacak yükseklikte olmalı. Bel desteği dik oturmayı sağlayacak şekilde, tam bel hizasına ayarlanmalı. Kolluk varsa, dirsek hizasında olmalı.
Monitör, gözlerden 50-60 cm mesafede, 20-30 derece aşağıda olmalıdır.
Klavye el bileği hizasında olmalıdır. Uzun çalışmalar oluyorsa bilek desteği tercih edilebilir.
Otururken beden dik durmalı. Baş, beden üzerinde dengeli durmalı. Öne, arkaya ya da yana eğik pozisyonlar, yerçekimi nedeniyle başı aşağıya doğru çektiği için, boyun kaslarında sertleşmelere ve buna bağlı olarak baş ve boyun ağrılarına yol açabilir.
Ergonomik koşullara uygun çalışın
Bilgisayarın yol açabildiği bozukluklardan korunmak için çalışma araçlarınızın ergonomik ve iyi düzenlenmiş olması yeterli değildir. Düzgün duruş ve oturuş (postür) da önemlidir. Koltukta düzgün oturmak ve kasları kullanma biçimine de dikkat etmek gerekir. Stres de kasların gerilmesine yol açabilir. Stresle başa çıkmayı da öğrenmek mümkün olabilir.
Postür, yıllar boyu edindiğimiz alışkanlıklar sonucu oluşur. Kötü postür birçok geçici ve kalıcı soruna yol açabilir. Kararlı biçimde doğru postürü kazanma çabaları ile önemli kazançlar sağlanabilir.
Beden uyarılarının değerlendirilmesi gerekir. Çalışma sırasında veya sonrasında bazı vücut kısımlarında gerginlik ya da ağrı hissediyorsanız burada bir sorun var demektir. Bu sorunun nedenini bulup önlemek gerekir. Zaman zaman çalışmalara ara verip ufak tefek de olsa bazı egzersizlerle kasları gevşetmek ve vücudu rahatlatmak ihmal edilmemelidir.
Zaman zaman sanal dünyadan gerçek dünyaya dönün
Yaşam koşulları, aslında sosyal bir yaratık olan insanı, ‘‘kalabalıklar içinde yalnız’’ hale getiriyor. İş zamanları dışındaki saatleri de tümüyle bilgisayar karşısında geçirmek insanın giderek yalnızlaşmasına yol açıyor. Dostlarla sadece sanal alemde ‘‘chat’’leşmek yetmez. Yüz yüze konuşmak, birlikte gülmek ve hatta düzeyli olmak şartıyla tartışmak da insanın ihtiyaçları arasındadır. Bilgisayar ortamında çok hoşumuza giden, hatta bazen ekran koruyucu yaptığımız doğa, aslında bir gerçektir. Çiçeğin kokusu, temiz havanın oksijeni, evcil hayvanların sevgisi ve neşesi de insanın ihtiyaçları arasında yer alır. Doğaya ve sevdiklerinize de zaman ayırmayı, zaman zaman sanal dünyadan çıkıp gerçek dünyayı da yaşamayı ihmal etmeyin.
Yazının Devamını Oku 19 Kasım 2002
<B>BİLGİSAYAR </B>giderek hayatımızın bir parçası haline geliyor. İşyerlerinin çoğunda yazışma ve kayıt tutma için temel araç haline geldi. Mesleki zorunluluk nedeniyle bilgisayar kullanan kişilerin yanı sıra birçok kişi de zevkinden dolayı günün çok uzun sürelerini bilgisayar karşısında geçiriyor.
Birçok kişi gözleri ekrana kilitlenmiş, sırt öne eğilmiş, eller klavye ya da mouse üstünde, saatlerini bilgisayar başında geçiriyor. Son yıllarda daha sık görülen gözlerde yanma, boyun kaslarında ağrı ve sertleşme, elde uyuşukluk, genel yorgunluk gibi şikáyetlerin altında yatan etken, genellikle aşırı bilgisayar kullanımıdır.
GÖZLER YORULUYOR
Sabit bir noktaya sürekli dikkatle bakmak gözleri yorar. Sürekli dikkatle bakmak, gözün daha az kırpılmasına yol açmaktadır. Göz kırpma, göz zarının nemlendirilmesini ve temizlenmesini sağlamaktadır. Ayrıca aynı noktaya dikkatle bakmak, gözdeki kaslardan sadece bir grubunun çalışmasını sağladığı için bu kaslarda yorulmalara yol açar. Uyku saatlerinin azalması da gözün dinlenmesini engelleyecektir. Böylece uzun süre bilgisayar kullanan kişilerin gözlerinde yorgunluk hissi, kızarıklık ve yanma sık görülür.
Belli bir şekilde uzun süre durmakla boyun kasları ve sırt kasları kasılır. Bu durum sırtta, boyunda, başın arka kısımlarında ağrı, sertleşme ve uyuşukluğa yol açar. Çalışırken kişinin stresli olması, monitorün baş hizasından yukarda olması, aynı baş duruşunu değiştirmeksizin uzun süre sürdürmek boyun tutulmasını kolaylaştırır.
BİLEK AĞRILARI ORTAYA ÇIKABİLİYOR
Klavyeyi veya fareyi kullanırken yapılan küçük hareketlerin hastalığa yol açması şaşırtıcı gelebilir. Fakat çok sayıda tekrarlandığı ve aylar, yıllar boyu sürdürüldüğü için küçük el hareketleri sonucu, zamanla, özellikle el bileği civarındaki yapılarda bozulmalar ortaya çıkar. Bunların içinde en sık görüleni el bileği sendromudur. El bileği civarındaki kanalın içinde sinirin sıkışması elde uyuşukluk ve ağrı, başparmak hareketlerinde ve el sıkma gücünde azalma ortaya çıkar, el becerisi bozulur, incelik gerektiren el işleri yapılamaz. Eldeki ağrı, geceleri uykuyu engelleyecek boyuta varabilir.
UYKUSUZ GECELER
Bilgisayar bağımlıları chat, oyun gibi nedenlerle uykularından çalarlar ve gece geç vakte kadar bilgisayar başında otururlar. Uyku azlığı sonucu kişi sürekli olarak kendini yorgun hisseder, çabuk sinirlenir, konsantrasyon gücü azalır, iş verimi düşer.
Bilgisayar bağımlılığı chat ve e-mail gibi işlevler nedeniyle dış dünyayla bağlantıyı artırırken, aile içi iletişim açısından önemli ölçüde kopukluklara yol açabilmektedir. Sürekli sanal bir dünyada yaşamak, gerçek dünya ile bağlantıların zayıflamasına neden olur. Kültürel ve sosyal yaşamda, okul yaşamında ve ev yaşamında aksamalara yol açar.
Yazının Devamını Oku 18 Kasım 2002
<B>YÜKSEK </B>tansiyon sorunu olan kişilerin çoğunda, düzenli ilaç kullanmak fikri çok kolay kabul göremiyor. Çoğu kişi çok zorda kalmadığı sürece ilaç kullanmak istemiyor. Ancak, gerekli olduğu halde ilaç kullanmamak da önemli riskleri beraberinde getiriyor. Bu eğilimi gözden kaçırmayan bilim adamları yüksek tansiyonu olanların ilaç kullanmadan tansiyonu normal düzeylerde tutmanın mümkün olup olamayacağını araştırmışlar.
Duke Üniversitesi tarafından yapılıp, Journal of the American Heart Association adlı dergide yayınlanan araştırmaların sonuçlarına göre, yüksek tansiyonlu hastalar kilo verip düzenli eksersiz yaptıkları takdirde, ilaç tedavisi ihtiyacı gösteren türdeki tansiyonlarının en azından yüksek normal düzeylerine indiği ve ilaç kullanımına gerek kalmadığı görüldü.
Uzun yıllar boyunca önemli bir belirti vermediği, çoğu zaman kalp krizi ve inme ile ortaya çıktığı için ‘‘sessiz katil’’ olarak adlandırılan yüksek tansiyon, çok sayıda insanın ortak sorunu.
İdeal tansiyonun 130/85 düzeyinin üstüne çıkmaması gerekiyor. Büyük tansiyonun 130-140 mm., küçük tansiyonun da 85-90 mm. aralarında olması, tansiyonun ‘‘yüksek normal’’ olarak adlandırılmasına neden oluyor. 140/90 sınırının üzerine çıkması ise tedaviye gerek gösteren ‘‘yüksek tansiyon’’ tanımlamasını hak ediyor.
Yapılan çalışmada hem kilo verdirici diyet uygulayıp hem de eksersiz yapanlarda tansiyonun düşme oranı oldukça tatmin edici bulunmuş. Sadece eksersiz yapıp kilo verdirici diyet uygulamayanlarda da bir miktar tansiyon azalması olmuş, ancak diğer gruba oranla daha az.
Ruhsal streslerin de tansiyon değerlerinde büyük etkisi var. Bunun etkisini kendinizde de çok kolay ölçebilirsiniz. Sakin bir haldeyken ölçtüğünüz tansiyon rakamı ile gergin bir konuşma sırasında ölçtüğünüz tansiyon rakamları arasında büyük farklar olduğunu görebilirsiniz.
Buna benzer başka çalışmalar da var. Maryland Üniversitesi de benzer çalışmalar yaptı. Orada da alınan sonuçlar aynı yönde.
SİGARA VE ALKOL DE ETKİLİ
Tansiyonla başa çıkmada yaşam tarzı değişiklerinin önemi sadece zayıflama ve eksersizle kısıtlı değil. Sigaranın terk edilmesi ve alkol kullanımının azaltılması da önemli ölçüde etkili.
Sigara, kanın oksijen taşıma yeteneğini azaltmanın yanı sıra, damarların büzülmesine de yol açtığı için tansiyon yükselmesinin en önemli etkenlerinden biri. Bu özelliği nedeniyle, kendileri sigara içmediği halde sigara dumanının yoğun olduğu yerlerde bulunanları bile etkiliyor.
Alkolde durum biraz farklı. Haftada 3-5 duble içilmesinin zararı yok. Alkolün fazlalaşması halinde zarar hızla yükseliyor.
Kalp hastalığı ve damar sertliğinden korunmada, sigarayı bırakmak, alkolü azaltmak, kilo vermek ve eksersiz yapmak gibi önlemlerin doğrudan sağladığı yararların yanı sıra, kalp-damar hastalıkları açısından önemli bir risk faktörü olan yüksek tansiyonu da kontrol altına alarak, dolaylı yararlar sağladığı da görülüyor.
Bu önlemler etkili, ancak düzenli takip yapılması ve bütün bu önlemlere rağmen normal sınırlarda tutulamayan tansiyon için, ilaç kullanmaktan kaçınılmaması da çok önemli. ‘‘Sessiz katil’’ ile baş edebilmenin en azından şimdilik başka bir yolu yok.
Yazının Devamını Oku 15 Kasım 2002
BEYİNDE birçok yaşamsal fonksiyonun, bu arada hareketin de sürdürülebilmesi için gerekli olan dopamin adlı maddenin eksikliğine bağlı olarak ortaya çıkan Parkinson hastalığının kesin bir tedavisi henüz yok. Hastalık belirtileri, sürekli olarak kullanılan dopamin salınmasını uyaran bazı ilaçlarla kontrol altına alınabiliyor. Ancak ilaçların yetersiz kaldığı ya da etkisini kaybettiği anlarda hastalar ‘‘kontağı kapatılmış bir makine gibi’’ kilitlenip kalıyorlar. Tıp dilinde Parkinson'un ‘‘off’’ hali olarak adlandırılan bu durumlarda hastalar yürüyemiyor, yemek yiyemiyor, konuşamıyor. Hastaların bu zor durumlarında yardımına yetişecek bir ilaç üretildi. Apomorfin adlı maddeyi içeren ilaç, bu durumdaki hastaların tedavisinde kullanılıyor. Bu gibi özel durumlar için üretilen Apomorfin'in iki türlü uygulaması var. Uzmanlar, hastanın kullanmakta olduğu ilacın etki etmemesine bağlı olarak kilitlenip olduğu yerde kaldığı ‘‘off’’ durumlarında uygulanacak bir Apomorfin iğnesi ile 5 dakika gibi kısa bir süre içinde yeniden hareket edebilme yeteneğini kazanacağını belirtiyorlar. Ancak ilacın etkisi bir süre devam ediyor. Durumu ağır olan Parkinson hastalarına portatif bir pompa yardımıyla sürekli olarak zerk edilecek Apomorfin ile de hastanın şuurlu bir biçimde ayakta kalmasının sağlanabileceği belirtiliyor. Gençlerde de nadir olarak görülebilen Parkinson hastalığına, 55-60 yaş sonrası çok daha sık rastlanıyor. Yapılan istatiksel çalışmalar ülkemizde 100-120 bin civarında Parkinson hastasının bulunduğuna dikkat çekiyor.
button
Yazının Devamını Oku 14 Kasım 2002
<B>SENDROM </B>X denildiği zaman sanki şifrelerle konuşuluyor gibi bir anlam çıkıyor. Oysa bu, belirli bir tabloya 1988 yılından beri verilen isim. Eğer çevrenizde yorgun, halsiz, göbekli, açlığa dayanamayan, yüksek tansiyonlu bir kişi varsa ve o kişi kan tahlili yaptırdığında, kan yağlarından biri olan trigliserid düzeyi yüksek çıkıyorsa, hiç tereddüt etmeden ‘‘Sendrom X’’ tanısı koyabilirsiniz.
Bütün bu tablonun temelinde yatan etken, ensülin hormonuna vücudun direncidir.
Bir kişi gıdalarda karbonhidrat aldığı zaman, bunlar sindirim sisteminde parçalanarak glikoza çevrilir ve kana bu şekilde karışır. Kandaki glikoz düzeyi yükselince, pankreas bezi uyarılır ve ensülin hormonu salgılanır. Ensülin, kandaki glikozu vücut hücrelerine taşıyarak enerji şeklinde kullanılmasını sağlar. Glikozu en çok kullananlar, kas hücreleridir.
Eğer bir kişide ensülin direnci varsa, kandaki ensülin hemen her vücut hücresinde bulunan ensülin reseptörüne bağlanarak glikozu enerji olarak kullanılmak üzere hücreye aktaramaz.
Bu nedenle bu kişiler enerji eksikliği, halsizlik hissederler. Vücut, yapılamayan bu işlem nedeniyle sürekli olarak fazla miktarda ensülin salgılamaya çalışır. İşte bu nedenle, bu kişilerde tetkik yapıldığı zaman kanlarındaki ensülin düzeyleri yüksek olarak bulunur.
Kandaki ensülin düzeyinin yüksekliği önemli bir sağlık sorunudur. Bunun sonucunda kandaki, stres hormonu olarak da adlandırılan kortizol düzeyi de yükselir. Kan basıncının ve kandaki yağların yükseliğinin nedeni de budur. Bütün bunlar da kalp-damar sistemi açısından risk yaratmaktadır.
Eğer bir kişide Sendrom X bulunduğu düşünülüyorsa, bu kişinin yapması gereken şeylerin başında kilo vermek geliyor. Vücut ağırlığının yüzde 10-15 kadarını kaybetmek önemli ölçüde yararlar sağlar. Hücrelerin ensüline karşı duyarlığı arttığı gibi kan basıncı (tansiyon) da normale doğru inecektir. Bu kişilerin egzersiz yapmaları, kilo vermelerini sağladığı gibi, damar sertliği açısından koruyucu etki yaratan faydalı kolesterolün (HDL) yükselmesini de sağlayacaktır.
Giderek önemli bir sağlık sorunu olmaya başlayan Sendrom X açısından dikkatli olmak ve bunun için de ilk olarak kilo kontrolüne önem göstermek ihmal edilmemesi gereken bir konu haline geliyor.
Yazının Devamını Oku 13 Kasım 2002
45 yaşındayım. Birkaç ay önce, check-up sırasında, idrarımda kan olduğu ortaya çıktı. Bunun üzerine tetkikler yoğunlaştırıldı. Prostat ya da böbrek taşı bulunamadı. Bir doktor, iltihap olabileceğini söyleyerek antibiyotik verdi. Bir yararı olmadı. Benim neyim var? Bu kan nereden geliyor?
A.MERTCAN/KAYSERİ
İDRAR tahlilinde kan bulunması, her zaman için normal dışı bir durumun bulunduğunu düşündürür. Bu çoğu zaman için tehlikesiz olmakla birlikte, zaman zaman da bazı önemli hastalıkların habercisi olabilir. Bu nedenle, ayrıntılı tetkikler yaparak, kanamanın kaynağını bulmak gereklidir.
Yapılan tahliller, çekilen ultrasonografi ve röntgenlerden sonra bir bozukluk bulunmadığına göre, daha ileri tetkiklere ihtiyaç var. Örneğin, tıp dilinde sistoskopi olarak adlandırılan tetkikin yapılması gerekli. Bu tetkikte, idrar yolundan sokulan bir aletle dış idrar yolu, prostat bezi ve mesanenin içi gözle görülmek olanağına kavuşuyor. Mesane içinde yer olan küçük oluşumlar, çoğu zaman röntgen tetkikiyle görüntü vermemesine rağmen, bu tetkikte gözle görülmesi mümkün olabiliyor. Eğer bu tetkik de normal olarak bulunursa, iğne biopsisi denilen yöntemle, böbreğe kadar sokulan bir iğneyle, çok küçük bir doku alınır. Bu parçanın mikroskop altında incelenmesiyle böbrek dokusunun yapısı hakkında bilgi sahibi olunur. Bunun yapılmasının yararı, bir süre önce başlamış ama henüz başka belirti vermeyen ber hastalığın, böbreği etkileyip etkilemediğini araştırmaktır.
Böbrek hastalıkları, bazen sinsi bir ilerleyiş gösterir, ancak böbreği tahrip ettikten sonra belirti vermeye başlar. Yıllar sonra kötü bir sürprizle karşılaşmamak için bu aşamada teşhisi kesinleştirmekte yarar var.
Annem rahim kanseri olmuştu
ANNEM rahim kanserinden ölmüştü. Ben şimdi 37 yaşındayım. Bu hastalığın kalıtsal olacağından korkuyorum. Rahim kanseri olup olmadığımı anlamak için smear test ve kan tahlili yapılıyormuş. Bir laboratuvara gidip bunu yaptırsam yeterli olur mu?
Necla YILMAZ
RAHİMDE, rahim ağzı kanseri ile rahim iç çeperinin kanseri olmak üzere farklı kanser türleri bulunabilir. Pap test ya da diğer söylenişiyle smear test, özellikle serviks kanseri açısından duyarlıdır. Endometrium kanserinde ise başarı oranı % 50 civarındadır.
Kanserlerin teşhisi ve takibinde tümör markerleri denilen bazı tahlil yöntemleri kullanılabilmektedir. Ancak bu sonuçları tek başına değerlendirmek bazen yanıltıcı olabilir. Sonuçların diğer teşhis yöntemleriyle doğrulanması gerekir.
Siz, kadın hastalıkları uzmanı bir doktora muayene olun. Muayene ve ultrason tetkikinin yanı sıra uygun göreceği diğer tetkiklerle de durumunuzu kesin olarak öğrenebilirsiniz.
Yazının Devamını Oku 12 Kasım 2002
Gittiğim doktor üşütmüş olacağımı düşündü. Verdiği ilaçları kullandım iyileştiğimi sandım, bir süre sonra ateşim tekrar aynı düzeylere çıktı. Hastalık böyle zaman zaman iyileşiyor ve tekrar aynı düzeye çıkıyor. Bana bazı tetkikler yapıldı, ama kesin bir şey söylenemedi. Benim hastalığım ne olabilir?
K.AKARCA / BALIKESİR
Yüksek ateşli olduğunuz sürelerin zaman zaman ortaya çıkması ve sonra kaybolması, bunun dalgalı bir seyir gösterdiğini düşündürüyor. Göndermiş olduğunuz tetkik sonuçlarında da yüksek sedimantasyon dışında bir bulgu yok. Bütün bunlar hastalığınızın Bruselloz olma ihtimalini hatıra getiriyor. Brusella, aslında koyun, keçi, sığır gibi eti ve sütü için beslenen hayvanlarda görülen bir hastalık etkenidir. Bu hayvanlarda gebelik sırasında düşüklere yol açar. Bu nedenle de ‘‘yavru atma hastalığı’’ olarak bilinir. İnsanlara da sıklıkla, çiğ sütten yapılan ve taze olarak yenilen peynirlerle bulaşmaktadır. Pişmiş sütte hastalık etkeni yaşamadığı gibi peynirlerin uzun süre dinlendirilmesinde de hastalık bulaşma riski kalmamaktadır.
Bu hastalığın teşhis edilebilmesi için özel bir tahlile gerek var. Hastalık süresince çok değişik doktorlara gitmiş olduğunuz için, sistemli inceleme ve kontrol olanağı olmamış. Son olarak gittiğiniz doktora kontrole giderek bu ihtimali hatırlatın. Yapacağı incelemeden sonra teşhisin konulması sağlanabilir. Teşhis konulduktan sonra kaygılanmayın, özel olarak planlanmış antibiyotik tedavileriyle başarılı olarak tedavi edilebilmektedir.
Yazının Devamını Oku 11 Kasım 2002
BEN Fransa'da yaşayan bir okuyucunuzum. Sizden kolesterol hakkında bilgi rica ediyorum. Armand Çulhaoğlu / Fransa
Kolesterol kanda bulunan yağ cinslerinden biridir. Bazı hormonların yapısında kullanıldığı gibi hücre zarlarının yapısında da bulunur. Kolesterol vücut tarafından üretildiği gibi gıdalarla da alınır. Özellikle hayvansal gıdalar kolesterol kaynağıdır. Sütte, kara hayvanlarının yağ dokusunda ve iç organlarında bol miktarda bulunur.
Kolesterolün kandaki düzeyinin yüksek olması halinde, damar çeperinde birikmelere yol açabilmektedir. Bunun üzerine, öncelikle kireç olmak üzere, eklenen başka maddeler damar çeperinin sertleşmesine ve içerideki boşluğun daralmasına yol açmaktadır. Bu da dolaşım bozulmasına yol açar. Eğer damar tam tıkanırsa, damarı tıkanan organda doku hasarı ortaya çıkar. Eğer damarı tıkanan organ kalpse, kalp krizi ya da miyokard enfarktüsü denilen tablo ortaya çıkar. Beyin damarlarının tıkanmasında da inme denilen tablo oluşur. Bu da, felçlere ve beynin kontrol ettiği diğer işlevlerde aksamalara yol açar.
Bu gibi sorunlarla karşılaşma riskini azaltmak için kolesterolün kandaki düzeyini 200 mg/dl düzeyinin altında tutmak gerekiyor.
Bunu sağlamada kolesterolden zengin gıdalardan uzak durarak perhiz yapmak yeterli olmazsa, kolesterol düşürücü ilaçlardan yararlanılır.
Kolesterolün bazı fraksiyonları da var. Bunlardan HDL kolesterol adı verilen yüksek yoğunluklu lipoproteinler koruyucu etki gösterirler. Özellikle düşük yoğunluklu lipoproteinler damar sertliği riskini arttırırken, HDL, kolesterolün karaciğer tarafından kullanılmasını sağladığı için koruyucu etki göstermektedir. Bu nedenle, HDL'nin kandaki düzeyi ne kadar fazla olursa, bünye için o denli yararlı etki doğmaktadır. HDL'nin kandaki düzeyinin 35 mg/dl düzeyinin üzerinde olması istenmektedir. Total kolesterol kadar HDL kolesterolün kandaki düzeyinin belirlenmesinde kalıtımla gelen bünye yapısı, beslenme alışkanlıkları ve günlük aktivite durumu da etkili olmaktadır. Kalıtım dışında, düzenli spor yapılması, beslenmede zeytinyağı ve balık başta olmak üzere Akdeniz türü beslenme uygulanması total kolesterolün azalmasının yanı sıra, HDL'nin artmasına da etki etmektedir.
Yazının Devamını Oku