Paylaş
RUHSAL sıkıntıları, sorunları ve hastalıkları konu alan kitaplar yazmasaydım, ben yazsam bile sizler okumasaydınız, ben yine kendi halimde yaşayıp gidecektim. Ancak öyle bile olsa, biliyorum ki hastalarım beni unutmayacaktı, gönüllerinde bana her zaman yer vereceklerdi. Çünkü psikiyatri biraz da gönül işi...
“Gönül işi ne demek?” diye soracak olursanız, derdine derman bulmaya gelmiş, size içini açmış, kimseye anlatamadıklarını anlatan biriyle başka nasıl ilişki kuracaksınız ki... Onu can kulağıyla dinlemeden, onunla empati yapmadan, onun adına üzülmeden onu anlayamazsınız ki...
Sonuç olarak anlatan da insan, dinleyen de... Etkiliyor ve etkileniyorsunuz. Diğer tıp dallarından farklı olarak ona daha çok zaman ayırmanız ve daha sık aralıklarla görmeniz gerekiyor. Sonunda o hastanın derdine derman olabilirseniz, o hasta sizin kalben dostunuz olur, sizi sever, size saygı duyar ve sizi asla unutmaz.
Biz doktorlar da uzun süre takip ettiğimiz hastalarımızı unutmayız, yüzümüzde hüzünlü bir tebessümle hatırlarız onları ve iyi bir sonuç alabildiysek gururlanırız.
AMACIM PSİKİYATRİYİ TANITABİLMEKTİ
Son yıllarda okur sayım arttıkça, üstelik kitaplardan bazıları da televizyonlarda dizi olunca bizim insanımız beni daha çok tanır oldu. Önceleri buna çok sevindim çünkü o kitapları yazarken, televizyon dizilerinin yapımında aktif olarak çalışırken, amacım hep bizim insanımıza biraz daha yakın olabilmek, onları ruhsal açıdan kendileriyle barıştırabilmek, sorunlarına ışık tutabilmek, uzaktan da olsa ruhlarına biraz olsun sevgiyle dokunabilmekti. Belki de daha önemlisi bizim insanımızı psikiyatriyle tanıştırabilmekti.
BEN TIP DOKTORUYUM
Ben aslında bir tıp doktoruyum. Altı yıllık tıp fakültesi eğitiminden sonra, beş yıl da psikiyatri ihtisası yaptım. Yazarlığım, 2004 yılında, hastalarımın bana çok yakından tanıttığı ülkemizin konuşulmayan, üstü kapatılan gerçeklerini öğrenmem, bizim insanımızın psikiyatriden yardım almaya ne kadar çok ihtiyacı olduğunu keşfetmemle başladı.
ŞİDDETE DUR DEMEK İÇİN GAYRET ETTİM
Ülkemizde, son yıllarda özellikle kadınlarımıza ve çocuklarımıza yönelen şiddeti durdurabilmek için yazılar yazdım, konferanslar verdim, şiddetle mücadele eden kadın derneklerinin seminerlerine katıldım, en çok da şiddetin nerelerden kaynaklandığını, ailelerin bu konuda bilinçlenmesinin ne kadar önemli olduğunu anlatmaya çalıştım. Son kitabımda da bir taciz hikâyesi yazdım, taciz ve tecavüz mağdurlarının yaralarını hafifletmeye çalıştım.
KADINLARA SESLENDİM
İstedim ki çok duygusal, üzülmeye, acı çekmeye çok açık olan bizim insanımız, özellikle de kadınlarımız bir an önce kendileriyle ve yaşadıkları sorunlarla yüzleşsinler, kendilerini keşfetsinler, ülkemizde yaşananları bilsinler, bunları sadece onların değil, pek çok kadının yaşadığını, çok acı çektiğini, şiddet gördüğünü anlasınlar.
İstedim ki anne babalar çocuklarına, özellikle de kız çocuklarına daha özenli davransınlar, çocukluk acılarının daha sonra kaderimizi nasıl kötü etkilediğini bilsinler. Ülkemizin çok sevdiğim çocukları, gençleri, kadınları, erkekleri daha fazla acı çekmesin. Bu acılara nasıl dur diyeceklerini, kendilerini nasıl yeniden inşa edebileceklerini öğrensinler.
İnsanlarımız ülkemizin gerçekleriyle tanışsınlar, kapalı kapılar ardında yaşananları, konuşulmayanları, kol kırılsa da yen içinde kalanları görsünler, duysunlar, saklamasınlar, konuşmaktan korkmasınlar, birbirlerini bilsinler. Bunlarla mücadele etmekten çekinmesinler.
RUHSAL HASTALIKLARI HERKES TANISIN
İster kendilerinde ister yakınlarında olan ruhsal hastalıkları ve sorunları anlasınlar, bunun bir hastalık olduğunu, bir tedavisinin bulunduğunu bilsinler ki bir an önce çaresine baksınlar. Sadece iyiyi değil, kötünün de nasıl kötü olduğunu bilsinler, anlasınlar ki ülkemizde kötüler azalsın. Bununla da yetinmedim, bu tür hastalık ya da sorunların, geçmişte yaşanan hangi olaylar ya da durumlara bağlı olduğunun da defalarca altını çizdim. Televizyon dizileri, kitaplar, çektiğim videolarla her birine tek tek ulaşmaya çalıştım.
Sevgili okuyucularım ve izleyicilerim bu konuda bana öyle güzel mesajlar ve mektuplar yazdılar ki, bu öğrendikleriyle hayatlarını nasıl değiştirebildiklerini öyle güzel anlattılar ki, bana moral oldular, daha çok yazasım, daha çok çalışasım geldi.
HER ŞEYİN BEDELİ VAR
Ancak... Zamanla sizi tanıyan ya da tanımayan pek çok kişi sizinle ilgili bir şeyler yazıyor ya da söylüyor. Kimi sizi göklere çıkarıyor kimi de yerin dibine batırıyor. Güzel olanları görmek, okumak çok güzel de tersine bir türlü alışamadım.
HASTA DOSYALARINDAN SENARYO YAZMAK
Son olarak hasta dosyalarından senaryo yazdığım, Hipokrat yeminimi unuttuğum, bunu sırf bol para kazanmak için yaptığım, bana gelen hastaların sırlarını ifşa ettiğim, doktor bile olmadığım, dört yıllık psikoloji mezunu olduğum, etik olmayan şeyler yaptığım şeklinde medyadaki haberleri görünce çok üzüldüm doğrusu.
Bu güne kadar hastalarıma hep zevkle, çok özenerek hizmet ettim. Türkiye coğrafyasında yaşayan hemen her kesimden insanın doktoru oldum ve bununla hep gurur duydum. Yıllarca bazen yüz yüze, bazen telefon görüşmeleriyle izledim onları. Belki psikiyatrik yardım aldığını çevresine söylememiştir diye, yıllardır bana gelen insanları yolda gördüm, restoranda gördüm, onlar selam vermedikçe selam vermedim.
Kimsenin sırrını asla ifşa etmedim. Hasta dosyalarının başkaları tarafından görülmemesi, okunmaması için azami dikkat sarf ettim. Gerçek hikâyeleri, onları kimsenin tanımayacağı şekle getirip öyle yazdım. Buna çok özen gösterdim. Önemli olan hikâyenin özüydü, verdiği mesajdı, bunu kimin yaşadığı önemli değildi zaten ama yaşananlar gerçekti. Bugüne kadar tek bir hastam bundan rahatsız olmadığı gibi, bana o kadar çok güvendiler ki, yazdığıma değil, en çok yazmadığıma kızdılar.
TÜM DÜNYADA YAZILIYOR
Bu kitapları, ülkemizde de çok okunan Amerikalı ünlü psikiyatrist Irvin Yalom’un kitaplarını okuduktan sonra yazmaya karar verdim. Irvin Yalom, kendi insanlarının hikâyelerini, kendi odasındaki terapi seanslarını yazmıştı o kitaplarda, ben de çok beğenerek okumuştum. “Keşke biri de bizim insanımızı, onun ruh halini ve sorunlarını yazsa” dedim. Acaba o ben olabilir miydim? Bu güne kadar hiç kitap yazmamıştım ki...
“Ha gayret, uğraş, çalış, belki sen de yazabilirsin” dedim kendime. Bizim insanımızın da bunları anlamaya çok ihtiyacı olduğunu, uzun, çok uzun yıllar içinde öğrenmiştim zaten.
O ilk kitabı yazabilmek için kaç yıl uğraştım, gündüzleri çalıştığım için kaç günler, aylar, yıllar uykusuz kaldım, biliyor musunuz? Hiç tıbbi terim kullanmadan, tamamen soyut bir tıp dalında, herkesin okuyabileceği, okuyunca anlayabileceği bir kitap kaleme alabilmek gerçekten kolay olmadı.
HİÇ ÜMİDİM YOKTU
Üstelik bu kadar tecrübesiz bir yazarın yazdıklarını insanların okuyacağından da hiç ümidim yoktu ama okudular. Onlar okudukça ben daha çok yazdım ve artık insanımıza sevgiyle dokunabilmek, bilmediklerini bildirmek, öğrenmediklerini öğretmek, anlamadıklarını anlatmak benim yaşam amacım haline geldi.
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden 1972 yılında mezun olduğuma göre, tam 50 yıldır doktorum, Hacettepe Üniversitesi’nden 1977 yılında uzmanlığımı aldığıma göre tam 45 yıldır psikiyatristim. Önce tek tek hasta bakarak, sonra ruhsal sorunları konu eden hikâyeler, romanlar yazarak, şimdilerde ise konuşarak, anlatarak, hikâyelerimden uyarlanan televizyon dizilerinin senaryo danışmanlığını yaparak, Hürriyet gazetesinde köşe yazıları yazarak halkımıza hizmet etmeye devam ediyorum.
DENİZDEN ÇIKAN KUM TANELERİ
Önceleri tek tek insanlar otururdu benim kırmızı odamdaki koltuğa. Her hastam gülümsemeye başladığında, denizden bir kum tanesi daha çıktı derdim. Şimdi odam çok genişledi, koltuklar çoğaldı ve her birine, çok sevdiğim, sevgisine, merhametine, yardımseverliğine hayranlık duyduğum, bizim insanlarımız oturuyor. Ve ben, onlara hizmet etmekten gerçekten gurur duyuyorum.
Kitaplarım daha çok okundukça, hikâyelerimden televizyonlara uyarlanan dizilerin reytingleri arttıkça, okuyanlardan ve izleyenlerden gelen birbirinden güzel, birbirinden duygulu, çok samimi mesajları gördükçe sevinçten içim içime sığmıyor. “Aferin Gülseren” diyorum kendime, daha çok çalış, daha çok yaz... Yaz ki denizden çıkan kum taneleri zamanla öyle çoğalsın ki kocaman tepeler olsun.
İşte bazen de Sevgili Sezen Aksu’nun: “Her şeyin bedeli var, güzelliğinin de... Bir gün gelir ödenir, öde Firuze...” şarkısı aklıma geliveriyor.
“En çok acıtan taş, en yakın sandıklarından, en sevdiklerinden geliyormuş...” diyorum içimden. Üzülüyorum...
Dertler paylaşıldığı zaman azalıyor ya, bunları yazdıktan sonra ben de artık çok daha iyi hissediyorum kendimi. Teşekkür ve çok sevgilerimle...
Not: Sevgili babam Hasan Kavas’ı, bundan tam 46 yıl önce, bugün kaybettik. Henüz 57 yaşındaydı ve çok iyi babaydı. Onu sevgiyle ve rahmetle anıyorum. Nurlarda yatsın.
Paylaş