Paylaş
Üstelik ülkemizde yalnızca olumsuz duygular değil, aşk gibi, heyecan gibi, mutluluk ve sevinç gibi duyguları da çoğu zaman hakkıyla yaşayamıyoruz. Bizim kültürümüzde insanların başlarına gelen olaylar, yaşadıkları kayıplar karşısında üzülmeleri, yas tutmaları doğal kabul edilir ve desteklenirken özellikle genç kız ve kadınlarımızın mutluluk gösterileri pek hoş karşılanmaz.
Hal böyle olunca da zamanla duygularını ifade etmekten utanan hatta onları pek tanımayan yetişkinler haline geliyoruz. Kızlar ayıplanırız korkusuyla, erkekler ise ağır başlılıklarını korumak adına küçükten itibaren gerçek duygularını yaşayamıyorlar. Kendilerini dışa vuramayan duygularımız, ocağın üstünde kaynayan, kaynadıkça kabaran ve taşan süt gibi içimizde kabardıkça bize nedenini bilemediğimiz sıkıntılar olarak geri döner.
Nasıl ki dünyayı duyu organlarımız sayesinde algılıyor; yani gözümüzle görüyor, kulağımızla duyuyor, ellerimizle dokunuyorsak ruhumuz da var olduğunu duygularımız sayesinde anlıyor. Nihayetinde yavaş yavaş gergin, stresli ve mutsuz yetişkinlere dönüşüyoruz. Mutluluğu çoğu zaman maddi refahta arıyoruz ama bir süre sonra o da çare olmuyor.
Tüm duygularımızı olduğu gibi yaşamak zaten toplu halde yaşayan ve içinde yaşadığı toplumun kurallarına uymak durumunda olan insan için mümkün değil. Bir düzene, kontrole, disipline hepimizin ihtiyacı var. Bir toplum bu düzen ve disiplinin kurallarındaki dengeyi ne kadar iyi gözetirse o toplumu oluşturan insanlar da kendini o kadar mutlu ve huzurlu hisseder.
Bir genç kızımız bakın bu konuda bize neler yazmış...
GİZLİ BASKILAR
Gülseren Hoca’m merhaba,
Ben Akay, 22 yaşında, kitaplarınızın sıkı bir takipçisi, genç bir kızım. Bu köşede bize kendimizi ifade etme şansı verdiğiniz için ne kadar teşekkür etsek az. Fazla vaktinizi almadan, meramımı anlatmak istiyorum.
Mutsuzum hocam... Çok mutsuzum ama bu duygumu kimselerle paylaşamıyorum. Paylaşmaya kalktığımda “Senin yerinde olmak isteyen kaç kişi var farkında mısın? Sen böyle dersen başkaları ne yapsın, nankörsün, elindekilerin kıymetini bilmiyorsun” gibi yanıtlar alıyorum. İnanın böyle hissetmemek için çok uğraştım ama olmadı. İnanır mısınız, bu cümleleri duya duya ben de inandım mutlu olmam gerektiğine, mutsuzluğu kendime hak göremez oldum.
‘ELALEM DAHA ÖNEMLİYDİ’
Ben küçükken yaşadığımız mahallede herkes birbirini tanırdı. O yüzden örnek kişiler olmak zorundaydık. Haylazlık yapmamız, sokakta rahatça oynamamız yasaktı. Allah korusun, böyle bir gaflete düşersek herkes arkamızdan konuşurdu. Elalemin ne diyeceği, bizim nasıl büyüdüğümüzden daha önemliydi anlayacağınız. Biz de etrafa örnek olmak, parmakla gösterilen çocuklar olmak için o kadar uğraştık ki, büyüyüp yetişkin olduğumuzda bir de baktık ki etrafı düşünmekten kendimizi unutmuşuz.
Bakmayın böyle anlattığıma, dışarıdan görseniz sana bu baskıyı yapan bu anne baba mı dersiniz eminim. Ben de yeni yeni anlıyorum zaten. O kadar gizli bir şekilde yapmışlar ki bu baskıyı, beklentilerini o kadar benim isteklerim gibi kabul ettirmişler ki bana; farkına varmadan zaten ben kendi kendimi zorlar olmuşum. Onların hiçbir şey söylemesine gerek kalmamış; onlar masum olmuş ben suçlu. Onlar iyi anne baba, ben şımarık, şükretmeyi bilmeyen çocuk.
Şu yaşıma kadar ben hep başkaları için yaşadım hocam. Sevilmek, kabul görmek benim için o kadar önemliydi ki ve olduğum halimle sevilmeyeceğimden de o kadar emindim ki ancak onların dediğini yaparsam, onların sevdiklerini sever, onların dinlediği müziği dinler, okuduğu kitabı okur, gittikleri yerlere gidersem beni severler sandım. Ama tüm bunlar için canımı dişime takıp çalışırken en önemli şeyi atladığımın sonradan farkına vardım: Başkalarının beni sevmesi için bu denli uğraşırken ben kendimi hiç sevmemişim ki hocam... Hatta, daha da ötesi kendimi tanımamışım bile. “Ben kimim?” sorusunun her şeyiyle bana ait bir cevabı yok bende.
Tahmin edebileceğiniz gibi bu durum “asla olamayan” duygusal ilişkilerime de yansıdı. Benim bugüne kadar hiç duygusal ilişkim olmadı. Bırakın ilişkiyi; beni beğenen, tanımak istediğini, sevdiğini söyleyen bir Allah’ın kulu çıkmadı karşıma. Ben sevdim ama onların bundan haberi bile olmadı ve bu yüzden çok acı çektiğimle kaldım. Kimse beni sevmeyince, ben âşık olduğum insanların beni sevdiğini hayal ettim hep. Hatta bazen o hayallere o kadar inandım ki gerçek hayattan koptum.
‘ACI ÇEKMEKTEN YORULDUM’
Önceleri bu durumu hep çirkinliğime bağlardım. Güzel olmak için uğraşan biri değildim ben, onu bırakın insan biraz bakımlı olur değil mi? O da yoktu bende. Çünkü, o herkese örnek olmamız gereken mahallemizde bize öğretilen süslenmenin kötü bir şey olduğuydu. Kızlar süslenirse bir tek erkekler için süslenirdi ve bu da suçtu. Artık bakıyorum kendime, güzel olmak, daha da alımlı olmak için çaba sarf ediyorum ama sonuç değişmiyor. Beni beğenen olmuyor. Demek ki durum çirkin ya da güzel, iyi ya da kötü olmakla da ilgili değilmiş.
Çok yoruldum hocam... Kimsenin beni sevip beğenmemesinden; benim sürekli birilerini beğenip hemen âşık olup bağlanıp sonrasında acı çekmemden çok yoruldum. Birilerinin benden hoşlanmasından umudu kestim ama artık ben de kimseye bağlanmak, kimseye karşı bir şey hissetmek istemiyorum. Bunun altından nasıl kalkabilirim hocam?
Bizlere bu fırsatı verdiğiniz için tekrardan çok teşekkürler Gülseren Hoca’m.
Saygılarımla...
Akay
HAYATA AİLELERİMİZİN GÖLGESİNDE BAŞLIYORUZ
Sevgili okurlarım,
Bizim toplumumuzda sadece çocuklukta değil, yetişkinlikte de toplum bizlere baskısını sürdürüyor çünkü köklü ve uzun bir geçmişi olan bir toplumun çocuklarıyız. Dünya her gün eski alışkanlıklara, örf, âdet ve törelere arkasını dönüp yeni dünyaya yeni âdetler getirse de tüm toplumlar bu hıza ayak uyduramıyor. Bizim de biraz daha zamana ihtiyacımız var galiba. Ancak toplumlar değişmemekte, eskiye bağlı kalmakta ne kadar ısrar ederse etsin, dünya her geçen gün yepyeni bir dünya olmayı bin yıllardır sürdürebilmiş yani değişimi hiçbir toplum durduramamış.
‘BASKI ALANLARI FARKLI’
Gelişmiş ve uygarlık seviyeleri yükselmiş toplumlarda bu baskı başka alanlara kaymış durumda. Yere çöp atamıyor, etrafı kirletemiyor, sıranın önüne geçemiyor, kırmızı ışıkta duruyor, yol sizin bile olsa yayalara öncelik tanıyorsunuz. Bu gibi kuralları ihlal etmenize toplum izin vermiyor. Başkalarına zarar vermediğiniz sürece de özgür bırakıyor sizi.
Çocuklarını yetiştirirken bir an önce kendi yemeklerini yemeyi, toplum içinde başkalarını rahatsız etmemeyi, başkalarının haklarına ve özgürlüklerine saygı göstermeyi öğretiyorlar. Çocukları uğruna saçlarını süpürge etmiyor, bir yandan da olabildiğince kendi hayatlarını yaşamayı sürdürüyorlar.
O çocuklar, bizim evlerimizde yetişen çocuklardan çok farklı başlıyor hayata. Kendi olmayı, bağımlı değil özgür olmayı, kendi ayakları üzerinde durabilmeyi daha çabuk öğreniyorlar. Bizim çocuklarımız ise ilk günden aileye bağımlı insanlar olarak giriyor hayata. Onlar özgür ve yalnız, bizler bağımlı ve ailelerimizin gölgesinde başlıyoruz hayat yolculuğuna. Başımızda bir büyük, bir otorite olmadan ne yapacağımızı bilemiyor, bir yandan da arkamızda bizi seven, bize ne yapacağımızı söyleyen, iyi günde, kötü günde bizi yalnız bırakmayan ailelerimizden kopmak istemiyor ya da bundan korkuyoruz.
Özgürlük beraberinde yalnızlığı getirirken bağımlılık da bir türlü kendin olamama, kendi hayatını yaşayamama gibi bir sorunla karşılaştırıyor bizi. Yani her ikisinin de ödenmesi gereken bedelleri var.
Çocuklarımıza ve gençlerimize yardım etmek için bile olsa onlara fazla müdahale etmeden, bir yandan kendi hayatımızı yaşarken, bir yandan da onlara destek olmayı, kendi doğrularımızı onlara dayatmamayı bir an önce becerebilsek keşke.
Kendini yeniden yarat
Sevgili Akay,
Hayatı henüz hiç tanımadan, sadece ailede ne görüp ne duyduysan onunla başlamışsın bu yola. Yaşadığın gizli baskıyı çok güzel dile getirmişsin. Aslında bu konuda hiç yalnız sayılmazsın. Bizim toplumumuzda pek çok çocuk zaten bu gizli baskıyla büyüyor.
Hayat aslında her gün yeni bir şey öğretir bize. Sen de mektubunda yeni şeyler öğrendiğini ve denediğini yazıyorsun. Öğrenmeye, hayata tutunabilmek için acı da çeksen bu yolda mücadele etmeye devam et. Bu mücadeleyi kazanmak sadece senin için değil, hiç birimiz için kolay olmadı. Vazgeçenler yavaş yavaş dökülürken vazgeçmeyenler düşe kalka yürümeye devam ediyor.
Sanırım öğrencisin ve ailenden ilk kez ayrıldın yani henüz hayat acemisisin. Sen çok istersen hayat sana henüz bilmediğin bu dili öğretir. Sen de hayal etmek yerine bu hayatı gerçekten yaşama, sevme, sevilme, saygın ve itibarlı biri olma gibi hayallerini gerçekleştirirsin. Ancak kolayı seçer, hayallerinle yetinirsen, mutsuzluk hiç peşini bırakmaz. Biliyorsun hayat oturanı değil, çalışanı sever. Kendini yeniden yaratmaya ne dersin? İşe, içindeki o çocuğu severek başlayabilirsin. Sevgiler.
Sizler de bana mektup ve mesajlarınızı drgbudayicioglu@madalyonklinik.com adresinden gönderebilirsiniz. Haftaya bir başka hikâyede görüşmek üzere, hoşça kalın, sevgiyle kalın.
Paylaş